
Rusya’nın otoriter liderler açısından adeta model alınan lideri Vladimir Putin, Ukrayna işgaline başlarken 1917 Ekim Devrimi’nin liderlerinden Vladimir Lenin’i eleştirip, Josef Stalin’i ise övdü. Bolşeviklerin iktidara gelişinden sonra Lenin öncülüğünde federatif bir devlet yapısı kurulmasına ateş püsküren Putin, Lenin’i “Ukrayna’ya toprak vermekle” suçladı. Putin’e göre bu “suçlara” Stalin de ortaktı ama onun asıl perspektifi daha merkezi bir Rusya kurmaktı.
Putin’in söyledikleri elbette tesadüf değil ve Leninizm ile Stalinizm arasındaki derin farklılığı gösteriyor. Lenin, bir uluslar hapishanesi olan Çarlık Rusya’sına ve onun ideolojisi olan Büyük Rus milliyetçiliğine karşı mücadele ediyordu. Enternasyonalist bir devrimci olarak Lenin hep ulusların kendi kaderini tayin haklarını savundu. Ezilen ulusların ayrılma hakkı da dahil her türlü tasarrufuna olanak sağlayan bu bakış açısı Putin’e göre “Devletin temeline bir atom bombası koymak” anlamına geliyordu.
Kuşkusuz amansız bir ezen ulus milliyetçiliği ve devlet karşıtı olan Lenin’e bu laf keyif verirdi. Günümüzde de ulusların kendi kaderini tayin hakkı önemli bir turnusol kağıdı olmaya devam ediyor.
Lenin’in düşüncesi
Lenin’in ulusal sorun konusundaki düşüncesi Karl Marx’ın işçi sınıfını birleştirmek için İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan bağımsız olmasını savunduğu yazılarından yola çıkar. Marx’a göre İrlanda’nın İngiltere tarafından sömürülüyor olması İngiliz işçiler ile İrlandalı işçiler arasına bariyerler örmektedir. Bu bariyerler kapitalist sınıfın iktidarını sürdürmesinin sırrıdır.
Lenin, artık emperyalist bir aşamaya gelmiş dünya kapitalizmi altında Marx’ın bu tavrını genelleştirdi. Lenin için ezilen uluslar işçi sınıfının antiemperyalist mücadelesinde müttefikiydi. İşçi sınıfı hem milliyetçi fikirlerden kurtulmak hem de kendini özgürleştirebilmek için ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmalıydı. Bu ezilen ulusların ayrılma hakkını da benimsemek anlamına geliyordu. Ayrılık hakkını benimsemek mutlaka ayrılmak anlamına gelmiyordu, tersine işçi sınıfının birleşmesini sağlamak üzere atılan pratik bir adımdı. Lenin şöyle yazıyordu: “Neden, diğerlerine kıyasla en fazla sayıda ulusu ezen biz Büyük Ruslar, Polonya’nın, Ukrayna’nın ve Finlandiya’nın ayrılma hakkını inkâr edelim?”
Lenin’in bu düşüncesine Polonyalı bir enternasyonalist olan Rosa Luxemburg karşı çıkmıştı çünkü Luxemburg, Polonya Sosyalist Partisi içindeki burjuva milliyetçisi sağ kanatla çatışma içindeydi. Lenin, sosyalistlerin farklı ülkelerde farklı tutumlar almasını savundu. Ona göre sosyalistlerin yapması gereken Rusya’da ezilen ulusların ayrılma hakkına, Polonya gibi ülkelerde ise birleşme özgürlüğüne vurgu yapmaktı. Lenin ulusal kurtuluş mücadelelerini küçümseyenleriyse sert bir şekilde eleştiriyordu:
“‘Saf’ bir toplumsal devrim bekleyenlerin ömrü, böylesi bir devrim görmeye yetmeyecektir.”
Lenin, ölüm döşeğindeyken son mücadelesini de Stalin öncülüğünde gelişmekte olan bürokrasinin ulusal sorundaki şovenizmine karşı verdi. Stalin tarafından hazırlanan bir raporda Rusya Sovyet Sosyalist Federal Cumhuriyeti (RSSFC) ile Ukrayna, Beyaz Rusya, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan’daki sovyet cumhuriyetlerinin birliği savunuluyordu ve RSSFC hükümetinin tüm bu devletlerin de hükümeti olması gerektiği savunuluyordu. Diğer ülkelerin parti merkez komiteleri gibi Lenin de bu rapora sert tepki gösterdi. Politbüroya gönderdiği bir notta Lenin şöyle diyordu:
“Egemen ulusal şovenizme karşı ölümüne bir savaş ilan ediyorum. Birlik Merkez Yürütmesi kesinlikle Rus, Ukrayna, Gürcü vs. komiteleri tarafından rotasyonla oluşturulmalıdır.”
Günümüzde ulusal sorun
Günümüzde Türkiye’de başta Kürt sorunu olmak üzere ulusal sorun üzerine pek çok tartışma yaşanıyor. Sosyalist İşçi gazetesinde Kürt sorunu odaklı olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesine ilişkin pek çok yazı yayımlandı, yayımlanıyor. Ancak sadece Türkiye ve Kürt sorunu açısından değil, dünyanın pek çok yerinde bugün ulusal sorun tartışmasında Lenin’in çizdiği perspektiften bakmak büyük önem taşıyor.
Bugün emperyalizmin düğümünün atıldığı yer olan Filistin’de ulusların kendi kaderini tayin hakkı günümüzün en hayati sorunu. Gerek Türkiye gerek dünya solunda Filistin direnişinin başını İslami bir örgüt Hamas çektiği için direnişe mesafe koyanlar var. Hatta Avrupalı çeşitli ülkelerdeki “sol” içinde “İsrail’in kendini savunma hakkı”nı savunarak açıkça İsrail destekçiline soyunanlar bile var. Ancak günümüzde bütün varlığıyla direnen Filistin halkı içinde Hamas’ın ciddi bir etki sahibi olduğu bir sır değil.
Lenin’in “saf bir toplumsal devrim beklentisi” içinde olanları eleştirmesi gibi, saf bir ulusal kurtuluş hareketi arayanlar da boşuna arayacaklardır. Ezilen ulusların mücadelesi, pek çok toplumsal süreç içinde şekillenir. Bugün Filistin’deki soykırıma karşı dünyanın dört bir yanında mücadele edenler, direnişlerin liderliğinde hijyen arayamazlar. Ortada iki eşit gücün savaşı değil, ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin tam desteğine sahip bir ileri karakol olan İsrail ile varlıkları tamamen yok edilmek istenen ve sıkıştırıldıkları küçücük bölgede bile yaşaması engellenen Filistin halkı var. Filistinliler, ellerinde ne varsa onunla, hangi örgütü destekliyorlarsa onun bayrağı altında, hangi yolu seçerlerse o yolla direnme hakkına sahiptir. Bunu savunmadan ne egemen sınıf milliyetçiliğiyle ne de emperyalizmle hesaplaşma mümkün değildir.
Eleştirel ama koşulsuz destek
Sosyalistler, ezilen halkları desteklemek için koşul öne sürmezler. Ezilen halkların liderlikleri sosyalistlerden oluşabileceği gibi farklı burjuva akımlar içinden geliyor olabilirler. Bu da doğaldır çünkü ulusal sorun burjuva sınırlar içinde çözülebilir.
Bunun anlamı bu hareketlerin eleştirilemeyeceği değildir. Elbette sosyalistler ile ulusal kurtuluş hareketleri arasında ciddi farklılıklar vardır ve her konuda aynı şekilde düşünmemiz mümkün değildir. Ancak sosyalistlerin temel derdi egemen sınıf milliyetçiliğiyle hesaplaşmak olduğu için ulusal kurtuluş hareketlerine dönük eleştirileri dostanedir, önce omuz omuza mücadele eder sonra eleştiririz, akıl değil omuz veririz.
Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi bugünü anlamak ve değiştirmek için hâlâ son derece güncel.
Can Irmak Özinanır