Tuna Emren

Tuna Emren son yazıları

Tuna Emren tüm yazıları

23.03.2023 - 15:42

İklim mücadelesi ertelenemez

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin, (IPCC) Altıncı Değerlendirme Döngüsü kapsamında sunulan sentez raporu, ısınmanın 2C’yi geçeceğini söylüyor. Rapor, erken ölümlerden göçlere, çölleşmeden gıda ve su krizlerine dek tüm insani krizlerin de şiddetlendiğini açığa serdi: “Tarihsel olarak iklim değişikliğine en az katkıda bulunmuş olan hassas topluluklar orantısız bir şekilde etkileniyor. Yaklaşık 3,3-3,6 milyar insan iklim değişikliğine karşı yüksek derecede kırılgan bir yaşam sürüyor.”

“Sıcaklıklar arttıkça ekosistemler zarar görüyor, karada ve okyanusta türlerin toplu ölümlerine neden oluyor. Bazı ekosistemler, buzulların geri çekilmesi ve arktik permafrostun çözülmesi gibi etkilerin neden olduğu geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaştı.”

İklim krizi tüm krizleri daha da büyüttü, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve tüm sosyal eşitsizlikleri günden güne derinleştirdi. 

Emisyon azaltımına yönelik politikalarını erteleyen siyasi iktidarlar yüzünden, ısınmayı ‘aşılmaması gereken kırmızı çizgi’ olarak belirlenmiş 1,5C’de sınırlama şansımızı da kaybettik. Hatta 2C’de tutabileceğimizin bile bir garantisi yok. 2020 sonuna kadar uygulanan politikaların 2030 yılı hedeflerinin çok üzerinde küresel emisyonlarına yol açacağını işaret eden raporda şöyle deniyor; “Böyle gidersek, 2100 yılına kadar 3,2C’lik bir küresel ısınma ile karşı karşıya kalabiliriz.”

Yıkıcı ve geri döndürülemez

İklim krizini durdurmak istemiyorlar. İstediklerini söylüyor, göstermelik adımlar atıyor, iklim zirvelerini dahi boşa harcıyor, bu esnada krizi büyüten politikalarını sürdürüyorlar.

Emisyonlar azalmadı; artıyor. Bu krizi, kapitalist piyasa kurallarına diz çökmeye son vermeden sonlandırmak mümkün olsaydı herhalde çoktan o yola girmiş, emisyon yoğunluğunun azalmaya başladığına ya da en azından aynı seviyede sabitlendiğine tanıklık etmiş olurduk. 

Neoliberallerin dayattığı ‘piyasaya itaat’ kuralını biraz sorgulamış olan herkesin bildiği üzere, kanla beslenen bu sistem sürdükçe ihtiyaç duyduğumuz değişimin gerçekleşmesi mümkün değil. İklim krizi, geleceği kurtarma girişimi olarak özetleyebileceğimiz çok büyük ve kapsamlı bir sosyal dönüşüm programını yürürlüğe koymayı gerektiriyor ve böyle muazzam bir dönüşüm muazzam miktarlarda yatırım gerektirir. Yani bedeli birileri tarafından ödenmek zorundadır. Fakat rekabetçi bir ekonomide, krizlerden beslenme seçeneği orada duruyorken hiç kimse bu bedeli ödemeye yanaşmaz.

Bu, yıkıcı ve geri döndürülemez bir kriz. Geçtiğimiz yıl Avrupa’da aşırı sıcaklar yüzünden can verenleri; aynı nedenle başlayıp büyüyen yangınlarda yalnızca bir yıl içinde kaybedilen milyonlarca dönümlük orman arazisiyle birlikte küresel ısınmayı yavaşlatabilmemiz için gereken karbon yutaklarını da kaybettiğimizi; Bangladeş’i yıkan, Pakistan’da ülkenin üçte birini yerle bir eden sel felaketlerini; neoliberalizmin maşası olarak Amazonlara uzanıp yağmur ormanlarının canına okumuş olan Bolsonaro’yu; Sudan ve Somali’deki benzersiz kuraklığı, çığ gibi katlanarak büyüyen açlığı; kömürden çıkış planlarını yürürlüğe koyacaklarına inşaat çetelerinin servetini büyütmeye adanıp deprem bölgelerine ilk sarsıntıda yerle bir olacak ölüm projeleri inşa edilmesinin önünü açan, bizleri öyle ya da böyle öldürmeye ant içmiş AKP-MHP iktidarının bir türlü sonlanmayan açgözlülüğünü; aynı siyasi iktidarın COP27’de bir iklim cehennemi yaratma taahhüdü niteliğindeki emisyon artırma hedeflerini; gıda ve enerji milyarderleri son iki yılda 453 milyar dolar zenginleşirken hepimizin gıda, enerji ve su krizlerine itilip günden güne yoksullaştırıldığımızı; BP, Shell, Total, Exxon ve Chevron her bir saniyede 2.600 dolarlık birleşik kâr elde ediyor, son beş yılın en yüksek seviyesini görebiliyorken Etiyopya, Pakistan, Bangladeş, Somali, Kenya ve Güney Sudan'da 50 milyondan fazla insanın en başta gıdaya ama beraberinde her türlü insani yardıma muhtaç duruma getirildiğini, tüm bunları görmezden mi gelelim?

6 Şubat’ta bu ülkede on binler (hatta belki de yüz binler) göz göre göre ölüme itildi. Bölgenin bilinen deprem riskine rağmen denetimden yoksun binaların yapılmasına onay verdiler, yıkım yoluyla, ölümler yoluyla zenginleştiler.

Krizlerin her biri yıkıcı elbette ama art arda dizilerek geldiklerinde ortada başka bir sorun daha olduğunu görmek gerekiyor. Sermaye her bir krizden beslenip büyüyerek çıkarken geri kalanlarımız için hayatta kalabilmek bile bir lüks haline gelmedi mi? Bu krizleri durdurmak istiyorlarsa nasıl oluyor da enerji devleri, inşaatçılar, hafriyatçılar, gıda ve silah üreticileri servetlerine servet katarken bizler bu derece yoksullaşmış, dört bir yandan ölümle kuşatılmış halde yaşamaya çalışırken buluyoruz kendimizi? Krizlerden beslenmiyor olsalardı bu musibetlerin hepsi art arda gelmeye, üst üste binmeye, tüm toplumsal eşitsizlikleri derinleştirerek büyümeye devam eder miydi?

Felaketlerden beslenen bu sistemi değiştirmek zorundayız, aksi halde onların yaratıp büyüttükleri krizlerin bedelini hayatlarımızla ödeyeceğimizi bile bile bunu dahi sineye çekmiş oluyoruz. Gerçek değişimin sokakta büyüyen gücümüzle geleceğini de unutmayalım. Artık, sistem biz olmalıyız. Depremde bir kez daha gördük ki bizi kurtarabilecek bir güç varsa o da dayanışmadır. 

Her geçen gün yoksullaşanlar, kadınlar, LGBTİ+’lar, göçmenler, iklim aktivistleri, işçiler, emek örgütleri, hak mücadelesinden vazgeçmeyenler, yani özgürce yaşamak isteyen bizler sokakta, yaşanabilir bir dünya için İklim Adaleti talebinin arkasında birleşip yan yana yürüyeceğiz.

Tuna Emren

(Sosyalist İşçi)


Bültene kayıt ol