2022’nin 2023’e mesajları

30.12.2022 - 17:16

Adettendir, her yıl sonunda genel bir değerlendirme yapılır. Bu yılı değerlendirmek için elbette Ukrayna işgalinden başlamak zorundayız. Yılın bitişi ise son üç aydır İran’ı kasıp kavuran özgürlük mücadelesi. Yıla karakterini veren asli özellik, bir yanda felaketlerin ve krizlerin ağırlığını yaşarken hemen aynı anda diğer yanda isyanların ve direnişlerin etkisini hissetmemiz. Sarkaç bir karamsarlık, baş dönmesi, sıkıntıya savrulurken hemen aynı anda direniş, devrimci girişimler ve kitle eylemlerine savruluyor.

Aşırı sağcı, otoriter liderlikler dünyayı cehenneme çevirdi 

İç sıkıntısını arttıran bir etken de aşırı sağcı, otoriter liderliklerin ve hükümetlerin dünyayı cehenneme çeviren kural tanımazlığı ve bu kural tanımazlığın daha sağcı alternatiflerin ciddiye alınmasına neden olması. Trump, kendi sağındaki faşist çetelere moral veriyor. Bolsonaro taraftarları içindeki faşistler Lula’nın göreve başlamasını engellemeye çalışıyor.

Pandemi, küresel ekonomik savrulmalar ve enflasyonun yüksekliği, Ukrayna işgali ve enerji krizi, savaş ihtimallerinin güçlenmesi ve Çin-ABD arasında Tayvan merkezli görünen kriz ve gezegenin sınırlarını yıkmak üzere olan iklim krizi, bu krizlerin yarattığı gerilimler, bu krizlerin egemen sınıflar ve devletler arasındaki uzlaşmanın ürünü olan küresel kurumları dağıtması ya da işlevsizleştirmesi, zincirinden boşalmış ve keyfeder bir zombiye dönüşmeye başlayan kapitalizmin tek tek her ülkede siyasal iklimi doğrudan belirlemesi kaçınılmaz.

Türkiye bu siyasal iklimin bir parçası

Türkiye, bu siyasal iklimin bir parçası ve kendi özgünlükleriyle bu anormal siyasal iklimi hem etkiliyor hem de bu sert değişimler ve kriz başlıklarından etkileniyor.

2022, Türkiye açısından, anormal olanın normalleştirilmeye, sıra dışı, kuraldışı olanın sıradanlaştırılmaya çalışıldığı bir yıl olarak geçti.  

Sezen Aksu tehdit edildi, sanatçı Gülşen tehdit edildi, iddianameye benzemeyen iddianamelerle gezi davası karara bağlandı, istinaf bu kararı hukuka uygun buldu, Canan Kaftancıoğlu siyasi yasaklı ilan edildi, İmamoğlu siyasi yasaklı ilan edilmek isteniyor, HDP’nin kapatma davası dolu dizgin gidiyor, LGBTİ+ karşıtı nefret yürüyüşleri devlet destekli örgütleniyor, 6 yaşında çocuklara tecavüz edenlerle dayanışmak için yapılan basın açıklamalarına izin verilebiliyor, bütün kaynaklar sermayeye aktarılıyor, birden çok yerden maaş alan geniş bir kitle caka satarak dolaşıyor, bir devlet yetkilisi bir belediye başkanına küfür ettiğinde bir şey olmuyor, aynı belediye başkanı bu küfrü iade ettiğinde siyasetten men edilmeye çalışılıyor, Kürt siyasiler siyaset dışına itilmeye, halkın oyuyla seçilen insanlar yargı kararıyla siyasal alanın dışına itilmeye çalışılıyor, ekonomi yönetimi göz göre göre TL’yi değersizleştiriyor, enflasyonun sorumlusu olan iktidar ekonominin yıkımından zincir marketleri, olmadı Kemal Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tutabiliyor, eskiden iktidar için mitingler düzenleyen bir suç örgütü reisi şimdi iktidar mekanizması içinde olduğunu iddia ettiği yozlaşmayı kanıtlarıyla ortaya seriyor, sanki böyle bir gelişme yaşanmamış gibi siyaset olağan akışını sürdürebiliyor, kendi şirketlerinden kendi bakanı oldukları bakanlığa mal satan bakanlar utanmadan dolaşıyor, zar zor görevden aflarını isteyebiliyorlar, en basit özgürlüklerin üzerine devlet zorunun tüm olanakları sürülüyor, milletvekilleri tartaklanabiliyor, aklı almaz bir çevre katliamı, inşaat ve maden şirketleri için insanın içini acıtan bir doğa katliamı yaşanıyor. 

2022 sokak hayvanlarının maruz kaldığı katliamla da hatırlanacak. Köpekler sadece öldürülmüyor, kafaları kürekle ezilip birbirine parçalatılıyor. Dini otorite olduğunun sanan birileri kadınların 90 km’den fazla yolculuk yapmasının yanlış olduğunu ilan edebiliyor. Bazen baro, bazen sağlık örgütleri iktidarın hedef tahtasına oturtuluyor. 

Anormal durumlar normal gösteriliyor

Bu anormal durum, günlük politikanın kutuplaştırıcı aracı olarak kullanıldıkça, normal bir süreçmiş gibi ele alındıkça, iktidar tüm zayıflığı içinde, zayıf değilmiş gibi görünmeyi başarıyor.

Faşist bir parti tarafından desteklenen 1915’in mimarlarının geleneğiyle 1923-38 döneminin siyasal sorumlularının geleneğini harmanlamaya çalışan iktidar koalisyonu, katı bir otoriter rejimin inşası için kolları sıvamış durumda. Her düzeyde dümenin sağa çevrildiği, hep daha sağ politik kararların alındığı, uçurumda hızla sağa doğru keskin dönüş yapılan bir siyasal iklim hüküm sürüyor.

Anormal olanın normalleşmesi, muhalefet açısından şok ve korku atmosferinin de yaratılması anlamına geliyor. Böylece, tahammül edilemez bir yoksullaşmaya, tahammül edilemez aşağılanmaya, kadınların, LGBTİ+’ların, işçilerin tahammül edilemez bir şekilde hakarete uğramasına, iktidarın kullandığı tahammül edilemez hakaret dolu suçlamalara, sürekli şiddete maruz kalmaya, şiddete maruz kalanların bir aşağılanmasına karşı biriken toplumsal öfkenin gücüyle korku ve şok atmosferinin yarattığı yalnızlık, kıstırılmışlık ve güçsüzlük hissi arasında sonucu siyasal gelişmeleri tayin edecek olan şiddetli bir gerilim yaşanıyor.

Kürtler, işçiler, demokrasinin bizzat arta kalanları, hukuksal haklar, çevre, hayvanlar aralıksız bir şekilde düşmanlaştırılıyor. İktidar, saflarındaki en aşırı sağ, en sığ, en gerici kesimlerin politik tutumuyla her zamankinden daha sık örtüşmeye, hatta giderek doğrudan bu kesimlerin dışavurumuymuş gibi davranmaya başladı.

İstanbul Sözleşmesi’ne, kadınların en küçük bir hakkının bile olmasına karşı çıkan maçolar güruhu, bin bir yalanla kamuoyu yaratıp, minik bir azınlık da olsalar iktidarın karar merkezlerini harekete geçirebildiler. Şimdi Sözleşme’den çekilmekle yetinmiyorlar, kadınların haklarını güvence altına alan somut yaptırımları tarif eden 6284 numaralı yasa maddesinin iptali için bastırıyorlar.

İktidar bloku bir azınlık, bunun da farkında

Fakat, yerli-milli iktidar bloku, uzun bir zamandır bir azınlık koalisyonu aslında. Daha sert baskı politikası izlemelerinin kendisinden farklı olan her şeye ve demokrasinin her bir kırıntısına bile düşman olan bir güruhun bir dediğini iki etmemesinin nedeni de azınlıkta olduğunun farkında olması. Bir daha asla çoğunluk olamayacaklarını biliyorlar.

Siyasal alanın sıkışmışlığının nedenlerinden birisi bu: bir daha asla çoğunluk olamayacağını bilen iktidar blokunun çoğunlukmuş gibi davranmaya devam etmesi.

Fakat sıkışmışlığın diğer nedeni ise tüm toplumu sağa doğru çeken bu iktidara muhalefet diye ortaya çıkan yapının da çok sağ bir zeminde sörf yapıyor olması. Bahçeli’den kaçanların Akşener’e sığınmak zorunda kalması sıkışmışlığın bir başka kanıtı.

Muhalefet sıkışmış durumda

Muhalefet, 1915 konusunda, Kürt sorununda zaman zaman devreye giren askeri harekâtlar konusunda, Azerbaycan-Ermenistan gerilim ve çatışmalarında iktidardan hiç de farklı değil.

Sağın alternatifinin yine sağ olması ve 2023 vesilesiyle tırmandırılan milliyetçiliğin hemen tüm muhalefet açısından kullanılabilir bir enstrüman olarak ele alınması sıkışmışlığın bir başka göstergesi.

Üstelik solun bazı örgütlerinde, Kemalizm’in, antiemperyalizm duygusu arkasına gizlenen milliyetçiliğin hakim hale gelmesi bu sıkışmışlığın anlaşılmasını sağlayan bir başka etken.

Bazı kesimlerin iddia ettiği gibi bizi bekleyen bir mücadele dönemi yok! Biz bir mücadele dönemi beklemiyoruz. Tersine, halihazırda bir mücadele döneminin içindeyiz. Her alanda yaşanan öfke birikiminin örgütlenmesi için gösterilecek çaba, 2023 yılına damga vuracak. Öfkenin örgütlenmesinin önündeki engelleri biliyoruz: Korku iklimi, her mücadele alanında örgütlenme derecesinin düşüklüğü, sendikal bürokrasilerin, özellikle iktidara yakın olan bürokratların korkunç sağcılığı, sol saflara da sirayet eden parlamentarizm, bu seçimciliğin mücadeleyi sürekli erteleten ağırlığı, öfkenin bir isyan dalgası haline almasını engelliyor.

Bu bize 2023 yılında bazı adımların atılmasının neden zorunlu olduğunu gösteriyor. İktidar blokuna karşı öfkenin keskin ucu olmak bir zorunluluk. Ama aynı anda sağcı muhalefet blokuna da hiçbir siyasal taviz verilemez. Öte yandan, sekter, mücadeleler arasında duvar ören siyasal eğilimler aşılmak zorunda. Daha önce de bir arkadaşımızdan arakladığım gibi, “Kimi dışlıyorsanız hepimiz oyuz!” demeye devam etmeliyiz. Irkçılığa ve milliyetçiliğe karşı mücadelenin keskin ucu olmak da sosyalistlerin 2023 yılında tek bir saniye bile ertelemeyeceği bir mücadele başlığı olacak. 

Mücadele seçimlere ertelenemez

Mücadeleyi seçimlere ertelememek seçimleri önemsememek anlamına gelmiyor elbette. Seçim sürecinin kendisi de başlı başına bir mücadele alanı olarak öne çıkıyor. Bu yüzden, 2023 yılının ilk gününden itibaren, “Sokakta mücadele, sandıkta HDP” diyerek, antikapitalist bir kitlesel alternatifin inşası için çabalamaya devam edeceğiz. 

Eksikliği hissedilen öğe, Joseph Choonara’nın 2019 yılında yazdığı gibi, kitlesel bir sosyalist alternatif: 

Hal böyleyken, kapitalizme karşı işçi mücadelesine odaklanmaya muktedir, işçi sınıfı tabanlı bir devrimci sosyalist örgütlenme olmadan, toplumsal bir devrimin başarıya ulaşması da mümkün görünmüyor. Anlaşılan o ki; devrimci sosyalist politikaların net ifadeleri, işçilerin toplumsal değişimi getirebilecek daha geniş kapsamlı bir mücadele için örgütlenmesi adına önemli bir rol oynamakta. Buradaki hedef sadece neoliberal saldırganlığa dur demek ya da sevilmeyen siyasetçileri yerinden etmek değil; kapitalizmin bizzat kendisinden doğan bu yapıların tümüne meydan okumak. 

İran’da Mahsa Amini’nin karakolda öldürülmesinin ardından başlayan öfke dalgası giderek yayıldı. İran İnsan Hakları kuruluşlarının verdiği bilgilere göre 161 kent ve 144 üniversite protestolara katılmış. Toplam 1216 protesto gösterisi düzenlenmiş. Arap Baharı’nın ruhu yine hareket halinde. Ama Birinci Arap Baharı dalgasında özellikle Mısır’da kitlesel bir sosyalist alternatifin eksikliğinin nelere mâl olduğunu gördük. 2022’de Sri Lanka’da da benzer bir mücadele açığa çıktı. Elbette “rüzgar eken fırtına biçer!”, ama bu biçme eyleminin kalıcı olması için mücadelenin en ileri, en öfkeli, en kararlı aktivistlerinin kapitalizme doğrudan meydan okunacak bir harekete yardımcı olmak üzere örgütleneceği devrimci bir alternatifin örgütlenmesi bir zorunluluk.

Bazı aklı evvellerin böyle alternatifleri 1970’lerin günü geçmiş modeli sanması, ezilenlerin mücadele ihtiyaçlarını umursamadıklarını gösterir. Bu ihtiyacı umursayanların verecekleri gerçekçi ve cesur yanıtlar 2023 yılının mücadele dolu günleri için kritik önem taşıyor. 

Şenol Karakaş

 


Bültene kayıt ol