Çağla Oflas

Çağla Oflas son yazıları

Çağla Oflas tüm yazıları

14.09.2022 - 17:05

Marksizm ve savaş

Emperyalizmin krizinin biriktirdiği çelişkileri düşündüğümüzde Ukrayna savaşı yeni bir aşamaya tekabül ediyor. Nitekim, ABD ve Çin arasında Tayvan üzerinden yaşanan gerilimlerle o bölge de savaşın eşiğine geldi. 

Devletler arasında yaşanan jeopolitik rekabetin kızışması, çatışmalar ve savaşlar, iklimden ekonomiye ve siyasal krize kadar hemen her alanda kapitalizmin krizlerinin derinleşmesine yol açıyor. Ukrayna savaşı sonrasında milyonlarca insanın yerinden olması, her iki taraftan da binlerce insanın ölmesi gibi insani krizlerin dışında, hayati önem taşıyan enerji ve gıda fiyatlarında da sıra dışı yükselişler yaşanmakta. Küresel üretim noktaları ve ticaret yollarında, tedarik zincirlerinde baş gösteren ciddi aksamaların meydana gelmesi, askeri harcamalarda muazzam artışlar, uluslararası ilişkilerde yaşanan gerilim ve kamplaşma, kitlesel göçler, halkların düşmanlaştırılması; uluslararası ölçekte bedeli tamamen işçi sınıfına ödetilen emperyalist bir savaş yaşanıyor. Nitekim, gıda ve enerjiye ulaşmada yaşanan kriz sonucunda işçi sınıfı dünya çapında mücadeleye atılmaya başladı. Sri Lanka’da krizin yol açtığı kitlesel mücadele iktidarı devirdi. Panama’da da gıda ve akaryakıt fiyatlarındaki fahiş artışlar tarihin en büyük kitlesel işçi mücadelesine yol açtı. İngiltere, Almanya, İtalya, Güney Afrika ve Sudan’da başlayan grev dalgasının etkileri ABD ve Fransa’ya ulaştı. 

Ukrayna savaşı 7’inci ayını doldurdu. Ne Rusya Ukrayna’yı işgale girişirken hedeflediğine ulaşabildi ne de Ukrayna Rusya’yı topraklarından çıkarabildi. Hemen herkes uzun sürecek bir savaş olduğunda hemfikir. Bu anlamda, emperyalistler arasındaki güç mücadelesi sonucunda ortaya çıkan savaş karşısında doğru tutum almak, kitlesel bir savaş karşıtı hareketi inşa etmek açısından hayati önem taşıyor. 

1989-1991’de Rusya ve Doğu Bloku ülkeleri yıkıldığından bugüne yaşanan pek çok savaş, ABD hegemonyasının gerilemiş olduğunu gösteriyor. Nitekim, ABD’nin 1989’da Panama’yı işgal etmesi, 1990-91 Körfez Krizi, 1992’de BM Güvenlik Gücü’nün Somali’ye yaptığı “insani” müdahale, 1999’da Yugoslavya’nın NATO tarafından bombalanması; tüm bunlar Soğuk Savaş koşullarının çözülmesiyle yeni savaşlar ve kargaşalar dönemine girildiğine ilişkin ilk işaretlerdi.

ABD’nin Irak ve Afganistan savaşı emperyalizmin krizini derinleştiren yeni bir aşamaydı. Aynı zamanda ABD’nin hegomonik çözülüşünü hızlandıran gelişmeler olarak da yaşandı. 2008’de yaşanan ekonomik krizle birlikte ABD’nin ekonomik gerileyişi de hızlandı. Rusya ve özellikle Çin ekonomilerinin güçlenmesiyle birlikte ABD tamamen bu yükselişe yanıt vermeye odaklı bir ülke haline geldi.

“Asıl düşman içeridedir”

Büyük çatışmaların, altüst oluşların yaşandığı olağanüstü zamanlardan geçiyoruz. Rosa Lüksemburg, Junnius adlı broşüründe, olağanüstü koşullarda yaşanan savaşların büyük değişikliklere yol açtığını yazmıştı. Lenin de kapitalizmin emperyalizm aşamasında, devletler arasındaki rekabet ve güç mücadelesinin kaçınılmaz olarak savaşa yol açacağını söylemişti. Clausewitz'in “Savaş, siyasetin başka yollarla devamıdır” dediği ünlü sözünü güncellersek: Kapitalist devletler arasındaki güç mücadelesi, etki alanları ve pazarlar üzerinde gerilimler belli bir eşiğe ulaştığında, siyasal ve ekonomik rekabette kimin egemen olacağını belirlemek için, savaş yeniden bir seçenek haline gelir. Temenniler ve diplomatik girişimler kapitalistleri caydıramaz. 

Troçki I. Dünya Savaşı esnasında “Savaş ve Enternasyonal” adlı broşürde emperyalizmin krizinin tüm ulusal ekonomilerin çöküşüne yol açtığı koşullarda gerçekleşen savaşın, dünya ekonomik gücüne sahip olan ülkenin egemen sınıfının işine yarayacağanı anlatıyordu. Bu savaşla büyük güçten dünya gücüne dönüşecek olan ülkenin kapitalist sınıfın sömürüsünü hedeflediğini açıklarken, emperyalizmin uluslararası kaosa yol açtığının, bu kaostan tek çıkışın uluslararası işçi devrimi olduğunun da altını çiziyordu. 

Lenin de kapitalizmin bir parçası olan savaşın kapitalizmin yıkılmadan sona ermeyeceğinden hareketle savaşa karşı etkili bir mücadele perspektifi savundu. Lenin’in tutumu çok basitti: Savaşı kapitalistler ile işçi sınıfı arasında iç savaşa çevirmek. Bu anlamda Karl Liebnecht’in “asıl düşman ana yurttadır” perspektifi mükemmel bir formülasyondu. Lenin’in sözünü ettiği iyi temenniler ve diplomatik girişimlerden oluşan pasif bir barış programı değil, kitlesel grevlerden cephede kurulan kardeşçe ilişkilere, milyonluk eylemlerle harekete geçip savaşan cepheyi yenilgiye uğratmaktı. 

Savaşın işçi sınıfının önüne “ya sosyalizm ya barbarlık” ikilemini koyduğunu söyleyen Rosa Lüksemburg da iyi temenniler ve uluslararası kuruluşlar nezdinde gerçekleşecek kısmi reformlarla emperyalizmi zayıflatmaya yönelik reformizmi eleştiri yağmuruna tutmuştu. Rosa’ya göre, dünya savaşının sosyalistlerin önüne koyduğu asıl problem, işçi sınıfının savaşa hazır olup olmadığıydı. Savaşı ancak işçi sınıfının kitle grevlerinden oluşan mücadelesiyle durdurabilirdi. 

Barış işçilerle gelecek

I. Dünya Savaşı’na son veren şey, Rusya’da başlayan, Almanya, Avusturya ve Macaristan’a kadar tüm Avrupa’yı kuşatan işçi devrimleriydi. Lenin’in söylediği gibi; emperyalistler arasındaki savaş siperlerde sürerken, fabrikalarda başlayan isyan ve grevler kapitalistleri yenilgiye uğratmış, devletler savaşa son vermek zorunda kalmıştı. Bunun bir başka örneği de Vietnam’da yaşandı. Devasa bir güç olan ABD’nin küçücük bir köylü ülkesine açtığı savaş, bizzat savaşan cephede başlayan isyan ve kitlesel gösterilerle ABD’nin yenilgisine yol açtı. 

Vietnam’da savaş karşıtı kitlesel mücadeleler sadece savaşa son vermekle kalmamış, kitlesel grevler ve öğrenci isyanlarından oluşan sosyal hareketlerin küresel ölçekte patlamasına yol açtı. 2003’de ABD’nin Irak’ı işgali karşısında da dünya çapında 36 milyon insan sokağa çıktı. Bu hareket başarılı olamasa da ABD’nin hegemonyasını ciddi ölçüde yıprattı. 

Ukrayna’daki savaş Stalinizm’in ve reformizmin tarihsel krizini bir kez daha açığa çıkardı. 

Emperyalist devletler arasındaki güç mücadelesi sonucunda ortaya çıkan kamplaşmalar karşısında sınıf perspektifini bir kenara atanlar, Troçki, Lenin ve Rosa Lüksemburg’un savaş karşısındaki tutumlarını tamamen unutup, işçi sınıfını birbiriyle rekabet eden emperyalist kamplardan birini desteklemeye çağırmaktalar. 

Stalinistler büyük Rus şovenisti Putin’in emperyalist işgalini meşrulaştırma yarışına girerken, Paul Mason’ından Gilbert Achar’ına, Zizek’ine, birçok isim de NATO ve ABD’nin yanında taraf oldu. Rusya’ya yaptırımlar uygulanmasını, Ukrayna’nın silahlandırılmasını savundular. Oysa egemen sınıflar arasındaki rekabette hangi kamp kazanırsa kazansın kapitalist sömürü ilişkileri devam edecek. Sosyal demokratların I. Dünya Savaşı’nda “anayurt savunusu” adı altında kendi burjuvalarını destekleyen sosyal şovenistlerin benzeri tutumlar alması ile gerçek sosyalistler arasında kalın bir çizgi var.

Ne ABD ve NATO güçleri ne de Rusya ve Çin bu savaşı durdurabilir. Başta Rusya olmak üzere işçi sınıfının dünya çapında kitlesel grevler ve buna eşlik eden milyonluk gösterilerden oluşan mücadelesi bu savaşı durdurabilir.

Çağla Oflas

(Sosyalist İşçi)

 

Bültene kayıt ol