Küresel enflasyon dönemi kapıda

19.05.2022 - 14:19

Finans kurumları ve sermayedarlar tarafından dayatılan enflasyon dalgalarıyla mücadele etmek için büyük bir işçi hareketi gerekiyor.

Enflasyon, birdenbire, kapitalist devletlerin birçoğunda ekonomi politikası tartışmalarının hakim gündemi hale geldi. Son birkaç ayda İngiltere'de yüzde 7’nin, ABD'de yüzde 8’in üzerine keskin bir yükseliş gerçekleştirdiği görülüyor.

Bu gelişme tam bir şok etkisi yarattı, çünkü 2007-9 küresel mali krizinden bu yana, ekonomideki sorun enflasyondan ve yükselen fiyatlardan ziyade deflasyon – fiyatlardaki düşüş– olagelmişti. Ekonomik büyümedeki hız kaybı da sıfırın üzerine çıkamayan enflasyon oranıyla ilişkilendiriliyordu.

Deflasyona karşı koymak isteyen merkez bankaları faiz oranlarını neredeyse sıfırladı. Bunun yanı sıra bir de parasal genişleme politikasını benimsemeye karar verdiler – bankaları yatırımcılara borç vermeye teşvik etmek için piyasaya para sürmek ve bunu finansal varlıkları satın almak için kullanmak. Katı tutumlarından ödün vermeyen neoliberaller ise bunun kabul edilemez olduğunu söylüyordu.

Paranın geleneksel miktar teorisine göre, piyasaya sürülen para miktarı artarsa ​​fiyatlar yükselecektir. Dolayısıyla, parasal genişleme uzmanları enflasyonun artacağını düşünüyordu. Ama öyle olmadı. O parayı zenginler kullandı; merkez bankalarının sağladığı düşük faizli parayla daha fazla hisse ve gayrimenkul satın aldılar, sonuçta kendi varlıklarını artırıp sadece kendilerini zenginleştirdiler.

Peki ne değişti? Ekonominin üretim kapasitesine bakarsak, esas olarak pandeminin neden olduğu birkaç büyük değişiklik yaşandı. Örneğin, mal ve hizmetlerdeki talep dengesi değişti, hali vakti yerinde olanlar restoran ve barlara gitmek yerine market alışverişi yapıp evde yemeye başladı. Böyle bir talep artışı karşısında, ürünlerin tedarikinde çeşitli sorunlar yaşanmaya başladı. Bunun en bilinen örneği de çip sektöründe yaşanan krizidir. Yeni otomobillerin üretiminde yaşanan çip sorunu, ikinci el otomobil fiyatlarını yükselişe geçirdi. Ücretsiz izne çıkarılmış işçiler bunu, ücreti ve diğer koşulları daha iyi işler aramak için değerlendirdiler. 

Arz ve talep yeniden dengelendiğinde bu dalgalanmaların üstesinden gelinebileceğini görebilmek için Adam Smith'in piyasaya olan inancını benimsemiş olmanız gerekmez; bu ortadadır.

Ancak uzun vadeli iki eğilimin daha devreye girmesiyle birlikte bakmakta olduğumuz bu tablo giderek daha da bulanık hale geldi. Birincisi, ekonomideki kömür gibi fosil yakıtlara olan bağımlılığın azaltılmaya çalışılması sonucunda gaz talebinin yükselişe geçmesiydi. Bilhassa da Çin ve Güney Kore gibi Doğu Asya ekonomileri daha fazla gaz ithal etmeye başladılar. Rusya ve Suudi Arabistan'ın hakim olduğu OPEC+ karteli ile ABD’deki kaya petrolü ve gaz endüstrisi buradan yakaladığı kozu üretim miktarını artırmayı reddetmek üzerine kullanıp büyük kazançlar sağladı.

Sonuçta, geçtiğimiz kış, yani Rusya Ukrayna'yı işgal etmeden önce enerji fiyatları yükselmeye başlamıştı. İkinci uzun vadeli eğilimse emperyalistler arası rekabeti tırmandıran bu savaştır. ABD ve müttefikleri ile Rusya arasındaki çekişme enerji fiyatlarını daha da yukarıya çekti, üreticiler üretimi artırmak yerine enflasyonu yükseltmeyi seçti. Bu seçimleri, Avrupa'da amansız bir geçim krizi yaşanmasına yol açtı.

Bu arada gıda fiyatları da fırladı. Bu kısmen, Rusya ve Ukrayna'nın da aralarında bulunduğu, dünya pazarının dörtte birini temsil eden buğday üreticilerinin ihracatı kesintiye uğramasından kaynaklanıyordu ama piyasa vurgunculuğu da önemli bir rol oynadı [Fiyatların yükseleceğini bilenler yatırımlarını buraya yönlendirdi, gıda ürünleri bir yatırım aracına çevrildi – ç.n.] Lighthouse Reports’un bildirdiğine göre; Ukrayna savaşının başlamasını fırsat bilip buğdaya yatırım yapanlarla birlikte emtia fonlarına büyük miktarlarda para girişi gerçekleşti.

Fiyatlar çılgınca dalgalanırken tahıl üretiminin son 15 yılda pek artmamış olması, finans dünyası spekülatörlerinin bu yönde ilerlediğini gösteriyor. Sonuç olarak, geleneksel enflasyon teorisi fiyatlardaki bu yükselişi açıklamakta başarısız olunca, merkez bankalarının faiz oranlarını keskin bir şekilde artırmaya yönelik tepkisini haklı çıkarmak için kullanıldı. Bu gerçek, "ücret-fiyat spiralinin" sebep olduğu, takıntılı bir şekilde yinelenen korkuların bir yansımasıdır – Başka bir deyişle, işçiler yükselen fiyatlar karşısında gerilemiş olan yaşam standartlarını iyileştirmek için ücret artışı talep eder.

Benzer bir gelişme, enflasyonun bugün tahmin edilenden çok daha yüksek seviyelerde (yüzde 25 civarında) zirve yaptığı 1970'lerde de yaşanmıştı. Fakat şimdi böylesi bir panik yaratmasının sebebi, Marx'ın göstermiş olduğu gibi, ücretler ve kârların ters orantılı olmasıdır: Ücretler yükselirse, kârda düşüş başlar. Dolayısıyla – ve bunun sonucu yeni bir durgunluk dönemi olsa bile- kârların korunması adına bir geçim sıkıntısı başlatılır. İşte bu nedenle, enflasyon tam anlamıyla bir sınıf mücadelesidir aslında.

Alex Callinicos

Çeviri: Tuna Emren



Bültene kayıt ol