Son yıllarda sorunlarımızın en başında kutuplaşma geliyor. Kutuplaşma derinleştikçe, çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı ve çok dilli Türkiye mozaiğinde eşit, demokratik ve birarada yaşamın imkânları daha da zayıflıyor ve toplumsal barışın sağlanması zorlaşıyor.
Kutuplaştırma siyaseti ile bir anlamda ülkemizin zenginliğini oluşturan çok farklı toplulukların güvensizliği depreştiriliyor ve korku iklimi yaratılıyor. Bunun yarattığı sorunlar yumağı, toplumda gerilemeye, farklı toplulukların içine kapanmasına yol açıyor. Birarada yaşamın zeminlerinin oluşturulması ve toplumsal barışın geliştirilmesi zorlaşıyor.
Bu sorunları tespit etmek ve çözümler üretmek üzere İzmir’de Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV) kuruldu.
İlk çalışmada kutuplaşmanın ve korku ikliminin sorunları ve bunları aşmanın toplumsal potansiyel ve dinamikleri tespit edilmeye çalışıldı. Sonuçlar vakıf merkezinde düzenlenen lansmanda sivil toplum ve medya mensuplarıyla paylaşıldı.
Araştırmanın sonuçları, 2021 yılının Temmuz ve Ağustos aylarında yapılan, nicel ve nitel görüşmelerin veri analizlerinden oluşuyor.
Bu süreçte KONDA Araştırma ve Danışmanlık, 67 il ve 286 ilçede ve 2 bin 132 kişiyle nicel görüşme, SAM Araştırma ve Danışmanlık ise 62 derinlemesine görüşme ve 12 odak grup toplantısı yaptı. SAM bunları, İstanbul, Ankara, Mersin, İzmir, Kayseri, Erzurum ve Diyarbakır illerinde gerçekleştirdi. Raporda bu illerde yapılan toplantıların bölgesel mi, o illerle sınırlı katılımla mı yapıldığı belirtilmiyor.
Vakfın koordinatörü Prof. Dr. Ferhat Kentel tanıtım konuşmasında, bu araştırmayla birçok konuda derinlemesine veri elde edildiğini ifade etti. Doğrusu benim ilgimi daha çok sorunlara çözüm bulunmasını kolaylaştıracak ve toplumsal zeminleri olacak veriler çekti. Sorunları belirlemenin ötesinde, çözümlerine de odaklanması çalışmayı özgün kılıyor.
Çözüm potansiyelleri
İnsanların farklılıklarını ifade etmeleri, açığa çıkarmaları yanı sıra birbiriyle iç içe geçmiş, değişime açık çoğul kesişme hallerinin değerlendirilmesi ve bir zemin olarak kabul edilmesi, sorunların çözümüne önemli katkısı olacak potansiyele işaret ediyor.
Araştırma sırasında sorulan “insanlık daha iyiye mi gidiyor kötüye mi” sorusuna, yüzde 18 “her şeye rağmen insanlık daha iyiye gidiyor” yanıtını veriyor, yüzde 66’sı “iyiye gitmediği” yanıtını veriyor.
Benzer başka soruda “İnsanların büyük kısmının iyi ve güvenilir olduğunu düşünüyorum” diyenlerin yüzde 23, “hayır yanlış bu” diyenlerin ise yüzde 54 olması, bir arada yaşamanın ve toplumsal barışın mümkün olmadığını düşündüren sonuçlar.
İnsanların yüzde 40’nın etnik, mezhepsel, dini veya cinsiyeti nedeniyle ayrımcılığa uğradığını düşünen bir toplum için, bu şaşırtıcı bir sonuç olmasa gerek. Yüzde 40’ın büyük bir kesiminin, ayrımcılığın devlet kurumları ve kamu otoritesi tarafından yapıldığını ifade etmeleri, sorunu daha da berraklaştırıyor.
Araştırma verilerinde “farklı grupların neler hissettiğini anlamaya çalışırım” diyenlerin yüzde 85 olması sadece bir iyi niyet göstergesi olarak değerlendirilemez. Bu aynı zamanda kutuplaşmaya karşı direnç oluşturmak ve barış fikrini güçlendirmek için toplumsal bir zemin sunuyor. Keza ”ötekilerden birisiyle iş ortaklığı yaparım” yanıtını veren yüzde 67 de, toplumdaki değişimin potansiyeline işaret ediyor.
Yaygın olarak dillendirilen “bu toplumdan bir şey olmaz” düşüncesinin tam olarak gerçeği yansıtmadığına ilişkin bir veri sayılabilir.
“Farklı kesimler birbirini tanıyıp anlamalı, ortak noktalar bulmalı” belirlemesine Sünnilerin yüzde 22’si, Alevilerin yüzde 45’i doğru diyor, Türklerin yüzde 23’ü, Kürtlerin yüzde 28’i ise kesin doğru yanıtını veriyor. Bu sonuçlar, toplumsal barış ve kutuplaşmanın sona erdirilmesi için Türkiye’nin çoğunluğunu oluşturan kesimlerde yoğunlaşmanın zorunluluğunu gösteriyor.
Toplumsal kutuplaşmanın en önemli nedeninin “başkalarına karşı duyduğumuz güvensizliğin nedeni, birilerinin tahrik etmesidir’ yanıtını veren yüzde 88 gösteriyor. Burada geçmişin yükünün ağırlığından söz ediliyor. ‘Birileri tarafından kutuplaştırılıyoruz’ deniyor. Kimler, neden ve nasıl bunu yapıyor sorusuna verilecek yanıtlar kutuplaştırma karşıtlarını bu sorunun panzehrine ulaştıracaktır.
Araştırmaya katılanların yüzde 94 oranında olumlu cevap verdiği, “Devlet, tüm bireylere/gruplara eşit mesafede durmalı” yanıtı tam da buna işaret ediyor.
“Siyasetteki farklılıklar normaldir, bu farklılıklar toplumsal gelişme için verimli ve zengin tartışmalara katkı sağlar, iyi yönde gelişmemize hizmet eder” yanıtı verenlerin, 21. yüzyılda yüzde 78 oranında kalması can sıkıcı bir sonuç olarak görülebilir. Ama ülkenin siyasal gerçekliği ve kurucu felsefesi dikkate alındığında, değişim ve dönüşüm için büyük bir potansiyel ve toplumsal barışı geliştirmenin elverişli zemini olarak da çok rahat değerlendirilebilir.
Birarada yaşamın ve toplumsal barışın imkânları açısından, araştırmaya katılanların yüzde 16’sının Almanya’da Türk çocuklarının anadil hakkını kabul edip, Türkiye’de Kürt çocuklarının anadil hakkını reddetmesi dikkate değer bir sonuç.
Devletin bekası söylemi ekseninde Türk milliyetçiliğinin; devlet kurumları ve yöneticileri eliyle yeniden ihya edildiği ve formatlandığı bir dönemden geçiyoruz. Böylesi dönemde “Almanya’da Türk çocukları için Türkçe ana dil hakkı” ve “Türkiye’de Kürt çocukları için Kürtçe anadil hakkını” savunanların toplamının yüzde 47 olması, “ulus devlette kimse başka dilde eğim alamaz” yanıtı verenlerin yüzde 12’lik sınırda dolaşması; barışın, adaletin ve eşitliğin toplumsal bazda önünün kapalı olmadığına işaret ediyor.
Prof. Dr. Ferhat Kentel lansman toplantısında süreci, “tedirgin ve temkinli iyimserlik içindeyiz” diye tanımladı. Kadın ve gençlerin bir araya geldiği ortamlarda toplumsal kutuplaşmanın daha kolay ve hızlı aşıldığını vurguladı. Bunun dikkate alınması gerekir.
Sorunların çözümünü muktedirlere beklemek yerine, birarada yaşam ve barışın toplumsal dinamiklerini harekete geçirmek amaçlı bir çalışma yapılmış, yapanların ellerine sağlık.
Hakan Tahmaz