Şafak Ayhan

Şafak Ayhan son yazıları

26.03.2022 - 13:03

Anksiyete - toplumsal anksiyete

İstanbul Üniversitesi'nde ortak ders olarak okutulan Sosyolojiye Giriş 1 adlı dersin, Prof.Dr. Yücel Bulut tarafından kaleme alınan ders notlarını okurken toplumsal değişim kuramları konusunun alt başlıklarından Everett Einar Hagen adlı sosyal bilimcinin düşünceleri oldukça ilgimi çekti. Ders notlarının 256.sayfasında konu ile ilgili geçen kısmı olduğu gibi alıntılıyorum.

‘’.... Bireysel modeller içinde değerlendirilen bir diğer düşünür Everett E. Hagen’dir. Hagen kuramına çocuk ile toplum arasındaki ilişkileri belirleyerek başlar ve kuramının temeline yaratıcı kişilik kavramını yerleştirir. Ona göre çocuklukta edinilen izlenimler, yetişkinlik devresinde toplumsal sorunlara karşı bulunan cevapları etkiler. Hagen toplumsal yapıdan başlayan, anne baba davranışı yolu ile çocukluğun içinde bulunduğu çevreyi etkileyen, sonra da çocukluk devresinden kişilik yolu ile geri dönerek toplumsal yapıyı değiştiren bir model kullanmaktadır. Böylece model, yapı-anne baba davranışı-çocukluk kişilik-toplumsal yapı silsilesini oluşturmaktadır. Hagen, ekonomik büyümeyi toplumsal değişmenin bir şekli olarak kabul etmekte ve geleneksel toplumdan ekonomik olarak gelişen bir topluma geçişin mekanizmasını inceleyerek toplumsal değişme kuramına bir katkıda bulunmak istemektedir. Ona göre ekonomik büyümenin koşulları arasında bilgi birikimi, liderlik gibi unsurlar bulunmaktadır ve kişiliklerde meydana gelen değişmelerin ekonomik büyümeye ve bunun da toplumsal değişmeye sebebiyet verdiğini iddia etmektedir. Hagen yaratıcı kişinin ya da kişiliğin ortaya çıkışını tarihsel bir süreç içerisinde incelemektedir. Bu yaratıcı kişiliğin ortaya çıkışındaki tarihsel gelişim sırası otoriterlik, statüye duyulan saygının yok olması, geriye çekilme ve son olarak da yaratıcılık şeklindedir. Bu yaratıcı kişiliğin ortaya çıkışı ile teknolojik gelişme ve ekonomik büyümenin sağlandığını, bunun ise toplumsal değişme anlamına geldiğini iddia eder. Otoriter kişilik Hagen’e göre geleneksel toplumlara özgü bir tiptir. Ona göre insanlar, bir toplumda meydana gelen yeni durumlara karşı iki tepki geliştirirler: Bunlardan biri yeni durumda insanın yeteneklerini kullanacağı için duyduğu zevk/haz hali, diğeri de bu işi yapıp yapamayacağına ilişkin endişelerdir (anxiety). Geleneksel toplumdaki insanlar bu durumda genellikle endişe duyarlar. İnsanlar bu iki duygudan ya otoriteye ya da geleneksele sığınmak suretiyle endişeden kurtulmaya çalışırlar. Fakat geleneksel toplumlardaki otoriter yapı, diğer taraftan endişeyi besler. Endişe ile otorite arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Geleneksel toplumlardaki seçkinler sınıfı genellikle otoriteyi temsil eder. Fakat seçkinler de fizik çevre karşısında acizdirler. Bunun sonucunda kendilerini halktan ayırır, otoriterliğe sığınır, yaratıcılıktan yoksundurlar ve o nedenle saldırganlaşırlar.’’

Son paragrafta ‘’seçkinler’’ ile ilgili geçen kısım bana, her fırsatta kendinden farklı bir düşüncesi, yaşam tarzı olan insanlara karşı saldırgan olmayı tercih eden, egemen fikirlerden yana tavır almaktan bir adım geri durmayan yeri geldiğinde cumhuriyet mitingleri düzenleyip darbe çağrısı yaparak ordu göreve diyen, ‘’andımız’’ için 70 yaşındaki insanlara siyah okul önlüğü giydirip çocuk gibi eline bayrak verdiren ideolojiyi getirdi aklıma. Ama yazının konusu şimdilik bu değil. Benim bu metinde ilgimi çeken şey ‘anksiyete’ endişe kavramı oldu. Hagen’e göre geleneksel toplumlarda insanlar yeni durumlar karşısında endişe duymaya başlıyorlar. Ve geleneksel yapıda bu endişeyi sürekli destekliyor. Gündelik hayatın içinden örneklerle bakıldığında Hagen gerçekten de çok iyi iş çıkartmış.

Asıl muhafaza etmek isteyen kim?

Bugün içinde yaşadığımız mevcut yapıdan ancak yüz yıl önceki reçeteyle kurtulabileceğimizi sanan, dindarların ‘’muhafazakâr’’ bunlar, hala ortaçağ kafasındalar diyerek gerici olduklarını söyleyen, oysaki kendilerinin yüz yıl önceki ırkçı milliyetçi devletçi sistemin tekrar hayata geçirilmesiyle her şeyin güzelleşeceğine inanan, geçmişe saplanıp kalmış bir ‘’muhafazakâr-Kemalist’’ yapıda olduklarını görmezler. Bu yapıyı var eden fikirlere sahip olan insanlarla yaptığım tartışmalar bana Hagen’in bu anksiyete kavramı etrafında geliştirdiği düşüncelerini hatırlatıyor.

Örneğin, anadilinde eğitim hakkı gibi en temel insan haklarından birinin Türkiye’de yıl 2022 olmasına rağmen hâlâ bir öcüymüş gibi görülmesi üzerine tartışıyorsanız bu kişi ki bir eğitimci, doktor, mühendis ya da bir esnaf olabilir, eğer yukarıda bahsettiğim geçmişi muhafaza etmek üzerine kodlanmış biriyse size büyük ihtimalle tartışma içerisinde şu cevapların bir kaçını ardı ardına sıralayacaktır:

-“Anadilinde eğitim hakkı verilemez. Burası Türkiye Cumhuriyeti burada Türkçe konuşulur, yasak falan yok ki baksana herkes dilini özgürce konuşuyor. Hem konuşsa ne olacak ki dünyada artık İngilizce evrensel dil, ayrıca bunu Kürtler ilk dile getirdi bunu kabul etmek demek, yarın öbür gün bu ülkenin parçalanması demektir. Her halk kendi dilini konuşmak isterse kimse kimseyle anlaşamaz ki...” Benzeri saçma sapan argümanlar kulaklarınızı tırmalayacaktır. 

Herkes bize düşman aynı zamanda da kıskanıyor

Türkiye toplumu büyük bir endişe halinde yaşıyor son yüz yıldır. Herkes bize düşman, dış güçler sürekli Türkiye’yi ele geçirmek için planlar hazırlıyor, Ermeniler, Yahudiler, Yunanlar hep bir hazırlık halinde. Kürtler, Lazlar, Gürcüler, Çerkesler dilini konuşursa ülke yok olur gider. Araplar ülkeyi ele geçirecek, nüfusumuz azaldı eridik bittik. Afganistan oluyoruz, Eyvah! Şeriat geliyor (20 yıldır AKP iktidarda en güçlü olduğu dönemlerde bile iddia edildiği gibi şeriat yönetimini hayata geçirecek bir girişimi olmadı. Herhalde en güçsüz olduğu bu dönemde Kemalistleri –ulusalcıları haklı çıkartmak için şeriatı hemen devreye sokacak.)

Eğer sosyal medyada, televizyonda bir LGBTİ+ bireyi görürse kendisini ya çocuğumd a böyle olursa düşüncesinden alıkoyamaz. Ve hemen cinsiyetçi ırkçı bir şekilde bu insanların toplumdan soyutlanması gerektiğine karar verir. Diğer anksiyete belirtilerini de şöyle sıralayabiliriz.

-Sevr Sendromu (Sevr Sendromu olarak da anılan, işgalci güçlerin Türk topraklarını bölmeyi amaçladığı korkusu, Cumhuriyet’in 1923 yılındaki ilanından bugüne süregelmiştir.)

-Ermenilere yönelik topyekun imha politikalarının uydurma olduğunu iddia eden komplo teorileri.

-Üst akıl, büyük resim.

-İklim krizi bir aldatmaca.

-Covid-19, pandeminin aslında büyük ilaç şirketlerinin ve dünyayı yöneten ailelerin oyunu, aşıyla birlikte çip takıldı insanlara.

-Lozan Antlaşması’nın gizli maddeleri vb. Bu liste uzar gider. Korkular ve duyulan endişe hayatımızın her alanını ele geçirmiş durumda. Ülke adeta bunun üzerine kurulu bir yapıyla ayakta kalıyor. 

Saksıdan medet uman toplumsal anksiyete 

Başka türlü nasıl açıklayabiliriz, ülkenin en büyük kitlesel partilerinden olan tüm aktivistlerinin neredeyse cezaevinde olduğu, her fırsatta yok edilmeyle, kapatılmayla tehdit edilen Kürt halkının ve onun verdiği birçok mücadele hattının savunucusu olan partiyle yan yana gelmekten çekinen sözde demokrasi havarisi olan, ülkeyi ''kurtaracaklarına" inanmamız istenen sağ ittifakın Paranoyaları da ortada. 

Başka türlü nasıl açıklayacağız erkek ve kız öğrencilerin yan yana oturmalarını büyük bir tehlike olarak gören ve ayrı oturmaları için öğretmenlere bu konuyla ilgilenin yazısını gönderen okul yönetimini nasıl açıklayacağız, trafik ışıklarının renginin değişmesini gerektiğini savunan milliyetçi zihinleri, farklı renklerdeki saksıların sarı kırmızı ve yeşil olanların yan yana gelmemesi çaba sarf edeni, olur da biri bilmeden yerlerini değiştirir de ülke aniden ortadan ikiye bölünmesin diye saatlerce saksılardan gözünü ayırmayan eğitimciyi. 

Filozof Karl Popper; totalitarizmin kabilecilik, şovenizm veya ırkçılığa dayanan paranoyak senaryolar tarafından yönlendirilen hayali planlardan ilham alan komplo teorilerinin üzerine kurulduğunu savunmuştur.

Hagen ise çocuklukta edinilen izlenimlerin yetişkinlik devresinde oldukça etkili olmasından söz ediyor. Irkçı, milliyetçi, cinsiyetçi, egemen fikir kutsayıcı, hamaset yüklü bir ‘’milli’’ eğitimden geçen çocuktan, gençten bu fikirlerin aksinde özgürlükçü bir zihin yapısına sahip olmasını beklemek saçma olur. Yaratılan mağarayı yıkabilmek için o mağarayı var eden koşulları görmemezlikten gelmek korkulara korku eklemekten başka bir şeye yaramayacaktır.

İçme sularına anti depresan katılması gerektiğini talep etmek yerine bu kaygıların hepsinin aslında birer kurmaca yapının basamakları olduğunu, inatla her yerde dile getirmeli ve daha fazla olmak için örgütlenmeliyiz.

Şafak Ayhan


Bültene kayıt ol