Dün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, hafta sonu yapılan HDP’nin 4’üncü İstanbul Olağan Kongresine ilişkin soruşturma açıldığını duyurdu.
Gerekçe, kongrede PKK lideri Abdullah Öcalan lehine slogan atıldığı ve örgüt marşları söylendi iddiası.
Bunda anormal bir durum olduğu iddia edilemez. Bu, bugünle sınırlı bir sorun veya bu iktidara ait bir uygulama değil. Bir Türkiye klasiğidir.
Cumhuriyetin her döneminde başvurulan güvenlikçi politikaların bir parçasıdır. Var oluşunu güvenlikçi politikalarla güvence altına almaya çalışan bir anlayışın çok sık uygulamalarından birisidir.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 16 Kasım 2021 Salı günü partisinin Meclis grup toplantısındaki konuşmasında, “Helalleşme” başlığı altında, bu politikalardan kaynaklanan bir dizi sorun ve konuları gündeme getirdi.
Başka bir ifadeyle bunlar Türkiye’nin neden demokratikleşemediğinin de yanıtını oluşturuyor.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun aynı konuşmasındaki ifadeyle, helalleşmeyle hukuku karıştırmadan, geçmişle yüzleşme, yaralarımızı sarma ve toplumsal barışı sağlama yolunda ilerledikçe Türkiye demokratikleşecek, güvenlikçi politikaları terk etme gücünü kendinde bulacak.
Bu büyük bir siyasal değişim, dönüşüm demektir. Bunu ancak büyük siyasal riski alma cesaretini gösterecek siyasal aktörler gerçekleşebilir.
Siyasal aktörleri bu doğrultuda zorlayacak, sevk edecek ve teşvik edecek olan ise sivil toplum örgütlerinin sistematik çalışmaları ve güçlü toplumsal istekleridir.
Türkiye bu anlamda siyasi aktörler, sivil toplum ve güçlü toplumsal istek konularında oldukça zayıf ve sorunlu bir durumdadır.
Her üç alanda da Cumhur İttifakının güvenlikçi politikalarla yarattığı korku rejiminin baskısına esir düşüldüğünü iddia etmek, abartılı bir değerlendirme olmaz.
Öylesine ki, bütün Türkiye cezaevine dönüştürüldüğü halde, derin bir sessizlik veya çaresizlik ülkeye hâkim olabiliyor. Herkes kendi acısını yaşıyor.
İktidar, Kürt siyasetçi Aysel Tuğluk‘u cezaevinde ölüme terk etti. Annesi Hatun Tuğluk’un mezarına, ölüye saygısı olmayan ırkçıların saldırmalarının açtığı derin ruhsal yaranın tedavisine izin vermiyor.
Her gün, her saat, “mevcut terk adam rejimini sandıkta yeneceklerini” tekrarlayanlar, bu durumu ağızlarına dahi almıyorlar. Ama Kürtlerin muhalefeti desteklemeleri gerektiğini anlatmaktan geri durmuyorlar.
Aynı biçimde Kandıra Cezaevinde bir diğer Kürt kadını Garibe Gezer intihar etti. İHD’nin verilerine göre cezaevlerinde 1605 hasta tutuklu veya hükümlüden 604’ünün durumu ağır. Siyaset ve sivil toplum bunun ya farkında değil ya da bu gerçeklere gözlerini kapamış, dilsiz şeytan olmuş durumda.
Diyarbakır’da dört gün önce intihar eden 48 yaşındaki sağlık emekçisi Fatma Demirel’in KHK’larla ihraç edilen kaçıncı insanımız olduğunun farkında mıyız acaba?
Lafı uzatmaya gerek yok. Bu ülke insanının beşte dördünün Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden haberi yok.
Bu veriyi ben uydurmuş değilim. Veri, KONDA Araştırma ve Danışmanlık şirketine ait. Veriyi, KONDA müdürü Bekir Ağırdır, bildirinin kabul edilişinin 73. yıl dönümüne denk gelen günlerde, Civil Rights Defenders için KONDA’nın yaptığı “Türkiye’de İnsan Hakları Algısı” araştırmasının sonuçları olarak açıkladı.
Aynı araştırmada her 100 kişiden 42’si herhangi bir nedenden dolayı ayrımcılığa uğradığını söylüyor. Kimlerin hak ihlali yaptığı sorusunun cevabının ilk sırasında siyasetçiler yer alıyor.
En çok ayrımcılığa uğrayanlar ise kadınlar, yoksullar, Kürtler ve gençler biçiminde sıralanıyor.
21. yüzyılda bu Türkiye tablosunu Nihal Atsız gibi ırkçılarla övünen siyasi liderin değiştirmeyeceği/değiştiremeyeceği çok açık.
Toplumsal, siyasal, kültürel değişim ve dönüşüm ekseninde verilecek mücadele ancak korku rejiminin duvarlarını çatlatabilir. Bu cesaretin gösterilememesi veya riskin üstlenilememesi durumu, kronikleşen sorunlar yumağını büyütecektir.
İnsanlar için her daim umutla yaşamaktan başka bir yol yoktur. Unutmayalım ham hayallere kapılmak, umutları öğüten değirmendir.