CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt açılımı”, kimi çevrelerde daha çok yaklaşan seçimler bağlamında değerlendirildi. Hâlâ da bu minvalde tartışmalar sürüyor. Bu yaklaşım, Türkiye’nin siyasal krizden çıkışını seçim sorununa indirgeyen sığ bir yaklaşım.
Hiç kuşkusuz seçim taktikleri, siyasal krizin aşılmasının temel stratejisinin önemli bir belirleyenidir. Ancak Türkiye’nin krizden çıkış stratejisini salt iç siyasal politik değişimlere indirgemek, krizin derinliğinin analiz edilmemesi demektir.
Dış politikada birçok cephede yaşanan gelişmeler ve izlenecek politikalar, demokratikleşmenin en önemli alt başlığıdır. Kürt sorunu söz konusu olduğunda artık başka türlüsü düşünülemez bile.
2013- 2015 çözüm sürecinde izlenen politikalara, Suriye’deki gelişmeler ciddi bir basınç yaptı. Sonrasında, içeride ve Suriye’de izlenen güvenlikçi Kürt karşıtı politikalar, krizin faturasını daha da ağırlaştırdı. Bu politikalar aynı zamanda Suriye sahasında güç savaşı içerisinde olan devletlerle Türkiye arasındaki makasın açılmasına neden oldu.
Türkiye’nin çatışmacı, güvenlikçi Kürt politikası, içeride olduğu gibi Suriye’de de sürdürülebilir olmaktan artık çıkmıştır. Türkiye’nin Kobani’de izlediği politika, gelinen noktada ABD’nin ve Rusya’nın kapanına sıkıştı.
Suriye savaşının 21. yüzyılda dehşete yol açan dengeleri hızla değişti, değişiyor. Türkiye’nin, Beşşar Esad’sız ve Kürtsüz Suriye planının yanlışlığı ortaya çıktı.
Suriye sorunu kritik bir eşikte. Eylül ayı başından itibaren Suriye’de ciddi bir takım iç ve dış gelişmeler yaşanıyor.
Eylül ayı ortasında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, sürpriz bir biçimde Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin’i ziyaret etti. Suriye ile ilgili görüşmelerin trafiğinde bir yoğunlaşma var.
Bunlardan en dikkat çekeni, İlham Ahmed başkanlığındaki Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi temsilcilerinin, Moskova ve ardından Washington’da çeşitli düzeylerde yetkililerle temaslarda bulunmaları. Aynı günlerde Suriye Ulusal Konseyi temsilcileri de ABD’de idi.
ABD’li yetkililerin İlham Ahmed başkanlığındaki heyete bir takım güvenceler verdiği birçok mecrada yazıldı çizildi.
Türkiye Cumhurbaşkanının ABD başkanı ile beklenen görüşmesini yapamadığı New York’ta BM Genel Kurulu toplantısı sırasında, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad; Rusya, İran, Mısır, Tunus, Ürdün ve Irak dışişleri bakanlarıyla görüştü.
Yine uzun bir aradan sonra Eylül’de, Suriye anayasa komitesini canlandırmak için BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen Şam’ı ziyaret etti. Sonrasında 18 Ekimde komitenin toplanacak olması, her ne kadar toplantıda çok fazla ilerleme sağlanmasına ihtimal verilmese de, kayda değer bir gelişme olsa gerek.
Bu bağlamda Eylül ayı başında gündeme gelen, Suriye anayasasındaki ademi merkeziyetçiliğin genişletilerek uygulanması, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi temsilcilerinin bir biçimde anayasa hazırlık toplantılarına katılması tartışması ve girişimleri gibi bir dizi gelişmeler, Türkiye’nin Suriye ve Kobani politikalarında köklü ve radikal değişikliğe gitmesi gerektiğinin zorunlu olduğunun emareleri.
CHP’nin ve diğer muhalefet partilerinin Şam ve Esad merkezli politikaları aşağı yukarı belli. Ancak ne CHP, ne diğer muhalefet partileri, Suriye konusunun en önemli başlığı olan “Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi” konusunda ya da Suriye’nin Kürt meselesinde iktidarınkinden farklı bir şey söylemiyorlar. Suriyeli mültecileri geri gönderme ve zaman zaman nefret söylemi içeren yaklaşımları ise ciddi soru işaretlerine yol açıyor.
Son günlerde Kürt siyasetçilerin ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı açıklamalar, CHP’nin “Kürt Açılımı”nın planlı bir çıkış olduğunu ve devamının geleceğini gösteriyor.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, partisinin Abant toplantısı sonrasında gazetecilerin HDP Deklarasyonuna ilişkin sorusuna “değerli bir açıklama” demiş olması ve HDP ile temas içinde olduklarını söylemesi, bu kapsamda verilmiş bir cevap olsa gerek.
Ancak Kobani/Suriye ayağı eksik. Kürt sorununun çözüm planı, Kobani konusunu/dış politikalar konusunu eninde sonunda kapsamak zorunda. Sürecin ilk adımı daha yeni atıldı. Yürünecek çok ama çok uzun bir yol var. Bu konuya geniş bir perspektiften yaklaşmanın zorunluluğunu hatırlatmakta fayda var. Aksi yaklaşımlarda sürecin bir aşamadan sonra ilerlemesinin duracağını, 2013-2015 çözüm sürecinde tecrübe edindik.
Kürt karşıtlığına indirgenmiş azgın, ırkçı, güvenlikçi politikalar terk edilmeden demokratikleşme yolunda sağlam ve kalıcı adımlar atılamaz.
CHP’nin bunun farkında olmadığı düşünülemez. Bunun gereğini yapmaksa başka bir konu. Bu nedenle CHP’nin Kürt Açılımı’nın içini siyasetle sınırlı değerlendirmek eksik kalır. CHP’yi harekete geçiren dinamiklerden birisi de hiç kuşkusuz budur. Bunun en açık belirtisi CHP heyetinin Irak Kürt Bölgesel Yönetimini ziyareti oldu. Ama Kürt meselesindeki tutumu hala net değil, muğlaklık ve güvensizlik giderilmiş değil.
Sivil toplum örgütleri ve barış mücadelesi yürütenler, Kürt açılımının bu doğrultuda geliştirilmesi ve netleştirilmesi çabalarına yoğunlaşmalıdır.
Hakan Tahmaz