İmtiyaz teorisi, temelde herhangi bir hak mücadelesinde özne olarak yer almıyorsan, o mücadelenin içinde var olamayacağını söyler. Doğuştan, kimliğin gereği kazandığın imtiyazlarından sebep, bu ayrıcalıklardan ve avantajlardan sıyrılarak karşısında duran bir yerde olamayacağını iddia eder.
Biraz daha açmak gerekirse, bir erkeğin kadın mücadelesi içinde, bir beyazın ırkçılıkla mücadelede siyah mücadelesi içinde, bir heteronun LGBTİ+ mücadelesi içinde yer alamayacağını söyler. Bunu söylemesinin altındaki temel sebep de bir erkeğin hiçbir zaman bir kadının yaşadığı cinsiyetçi deneyimlere sahip olamayacak olması, bir heteronun kimlik mücadelesinde bir LGBTİ+’nın yürümek zorunda kaldığı yollardan gitmeyecek olması ya da bir beyazın hiçbir zaman bir siyahın maruz kaldığı ırkçılığa maruz kalmayacak olması ve dolayısıyla doğuştan gelen bu beyaz / erkek / hetero olma ayrıcalıklarından dolayı da hiçbir zaman öznenin ne yaşadıklarını bilemeyecek olmasıdır.
İmtiyaz teorisi bu noktada, ayrıcalıklı konumda olanların yapabilecekleri tek şeyin, imtiyazlarının farkına varması ve onları kontrol etmeye çalışması olacağını söyler. İmtiyazın kendisini, yok edilebilir veya kurtulunabilir bir şey olarak görmedikleri için de bu avantajlı konumdan asla kurtulamayacaklarını söyler.
Bu aslında bir bakıma tüm erkeklerin cinsiyetçi, tüm beyazların ırkçı, tüm heteroların LGBTİ+ fobik olduklarını iddia etmektir. Ancak söz konusu imtiyazlar oldu mu, imtiyazlar sadece bu üç başlıkla sınırlı kalmaz. Örneğin beyaz hetero bir erkek bu durumda hem cinsiyetçi, hem LGBTİ+ fobik, hem de ırkçı iken, beyaz hetero natrans bir kadın, hem ırkçı hem de LGBTİ+ fobiktir. Bu örnekteki imtiyazlılık durumunu çeşitlendirmek ve daha karmaşık hale getirmek elbette mümkün.
İmtiyazlı olan tarafın da aslında diğer taraftan bir çıkarı olduğunu savunur teori. Bir beyazın siyah üzerinden, bir erkeğin kadın üzerinden, bir heteronun LGBTİ+ üzerinden çıkarı olduğunu vurgular. Eşitsizlik yaratan durumların temelinde yatan sorunun kendisine değil, aslında kimliklerin kendi aralarında olan (sistemin getirdiği) eşitsizlikleri ve çatışmaları üzerine odaklanır, bu eşitsizliğin sebebini bir tarafın diğeri üzerinde baskı ve tahakküm kurmak olması olarak yorumlar, eşitsizliğin sebebini bizzat taraflardan birine yükler. Ve tüm bu bakış açısı aslında kitlelerin hiçbir zaman birlikte mücadele edemeyeceği, ortak bir zemin yaratamayacakları bir alansızlık yaratılmasına sebep olur. Çünkü teoriye göre, örneğin, kadınların sömürülmesinin sebebi sistemin kendisi değil, erkeklerdir. Kadının sömürülmesi üzerinden erkeklerin çıkar sağladığını ve bu eşitsizliği yaratanların bizzat erkekler olduğunu öne sürer. Dolayısıyla erkeklerin kadın mücadelesine destek veremeyeceklerini öne sürer.
Burada teorinin haklı olduğu bazı noktalar olmakla birlikte var olan tüm eşitsizliklerin sistem kaynaklı olduğunu görmek gerekir. Elbette cinsiyetçi erkekler vardır, ırkçı beyazlar ve LGBTİ+ fobik heterolar vardır ve bu insanlarla mücadele etmek gerekir. Fakat burada karşı çıkılması gereken nokta bu eşitsizliği yaratanın bireylerin kendisi olduğu kısmıdır. Çünkü tüm beyazları ırkçı kabul etmek demek, beyazların hiçbirinin ırkçılık karşıtı bir hareket içinde olamayacağını savunmak anlamına gelir. Ve bu durum kitlesel bir birleşmeyi engelleyen, kapsayıcı olmayan önyargılı bir bakış açısıdır. Elbette, örneğin söz konusu kadın mücadelesi ise kadınların taleplerini dinlenmeli ve bu talepler doğrultusunda ilerlenmelidir, çünkü kadın mücadelesinin öznesi kadınlardır ve mansplaininge varan erkek bakış açısına yer yoktur. Fakat bu, kadınların mücadelesinde erkeklerin var olamayacağı anlamına gelmez. Kadınların talepleri tabi ki erkekler tarafından desteklenmelidir.
Kadının sömürülmesinin temelinde yatan şeye daha önce marksist.org sitesindeki “Meta üretimi, yeniden üretim ve aile içi emek tartışmaları” başlıklı yazımda (https://marksist.org/icerik/Kadin/15946/Meta-uretimi,-yeniden-uretim-ve-aile-ici-emek-tartismalari) ve Youtube’daki marksist.org kanalımızda yayınlanan “Cinsiyetçilik ve Kapitalizm” başlıklı konuşmamda (https://www.youtube.com/watch?v=-DDe9RhLclg) değindiğim için burada tekrar ayrıntılı olarak değinmeyeceğim.
Kısaca özetlemek gerekirse bugün kadın ve erkek arasında var olan tüm eşitsizliklerin (eşit işe eşit ücret, kadın cinayetleri, kadın kimliğinin anne kimliği ile yok edilmeye çalışılması, kürtaj hakkı vs gibi kadınların uğradıkları tüm eşitsizliklerin ve sömürünün) sebebi temelde kapitalist sistemin bundan fayda sağlamasıdır. Tıpkı göçmenlerin daha ucuz iş gücü ile sömürülmesinin sebebi göçmen olmayan işçiler değil, patronların ta kendisi olması gibi. Erkeklere, beyazlara, heterolara sonradan yaratılan bu imtiyazlar tamamen işçileri bölmek adına atılan adımlardır. Bu stratejiler sadece kadın ve erkeğin, göçmen ve göçmeyen olmayan işçinin, beyazların ve siyahların, heteroların ve LGBTİ+’ların birleşmesi ihtimaline karşılık yaratılan ayrımcı politikalardır. Temelde LGBTİ+’ların en temel hakları olan yaşam haklarının ve var olma savaşlarının önündeki engelin, heterolar ve LGBTİ+’lar arasında bitmeyen bir düşmanlığın devam etmesi kendi çıkarına olan kapitalist sistem olduğunu fark etmek son derece önemlidir. Gerçek düşmanı belirlemek, birleşmenin önünü açacak ve işçi sınıfını birleştirecek yegane şeydir. Gerçek düşman azınlıklar, göçmenler, kadınlar, LGBTİ+’lar ve tüm diğer dezavantajlı gruplar değildir. Dezavantajlı grupların tam karşısında konumlanan ırkçılarla, cinsiyetçilerle ve LGBTİ+ fobiklerle sonuna kadar mücadele etmemiz gerekir ama tüm bu düşmanca ortamı yaratan şeyin, bu ayrımcı politikalardan fayda sağlayan kapitalist sistem olduğunu bilmek mücadele zemini güçlendirecektir.
İmtiyaz teorisi, hak mücadelesinde elbetteki var olan tüm baskıya, şiddete, eşitsizliklere karşı öznenin kendisine kulak verme açısından önemlidir. Fakat imtiyaz teorisinden ayrıldığımız nokta, tüm ezilenlerin birleşecebileceği kitlesel bir mücadele zeminini savunuyor oluşumuz. Çünkü bizleri birbirimizden ayıran şeylerin tarihin en başından beri var olmadıklarını biliyoruz. Örneğin, cinsiyetçiliğin ve kadının özgürlüğünün kontrol altına alınmaya çalışılmasının, artık değerin oluşması ve akabinde gelişen sınıflı toplum sonrasında oluştuğunu biliyoruz.
Bu yüzden savunduğumuz hattın birleşik bir mücadelenin önünü kapatan bir perspektif değil, tam tersine kapsayıcı, tüm azınlıkları, göçmenleri, lubunyaları, kadınları, erkekleri, beyazları, siyahları birleştirecek bir işçi sınıfı mücadelesi olduğunu unutmamak gerekir.
Dila Ak