Kadın hareketi aşırı sağ otoriter hükümetlerin kadın haklarına saldırılarına rağmen büyüyor. Daha örgütlü ve kolektif bir şekilde sokakta yerini alarak mücadele ediyor. Kadınlar eşit işe eşit ücret, kürtaj hakkı, nafaka, ayrımcılık gibi konularda mücadele ederken pek çok konuda da tartışıyorlar. Aile içi emek de hareket içerisinde oldukça sık tartışılan bir konu.
Kadının aile içi emeği konusunda elbette farklı görüşler mevcut. Kadının ezilmesini ataerkilliğe bağlayan, erkek egemenliğinin ve beraberinde getirdiği eşitsizliğin, cinsiyetçiliğin kapitalizmin değil, ataerkilliğin bir ürünü olduğunu, bunun sebebinin de kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıklar olduğunu savunanlar var. Bu analizi yapanlar, aile içi emeğin ücretlendirilmesini talep ediyorlar.
Yazımın en sonunda kuracağım cümleyi baştan kurarak, nedenlerini açıklamaya çalışacağım. Kadının ezilmesinin sebebi; tıpkı göçmenlerin, LGBTİ+’ların, vasıfsız işçilerin ezilmesi gibi, erkekler değil, sermayenin, egemen sınıfın, başka bir deyişle kapitalizmin ta kendisidir.
Bunun nedenlerini daha iyi açıklayabilmek için önce meta ve artı(k) değerin ne olduğuna bakıp, daha sonra tarihsel sürece bakmak gerekecek. Meta, kelime anlamı ile satılmak amacıyla üretilen alınır satılır mala denir. Meta, bir ihtiyacı gidermek amacıyla kullanıldığı için kullanım değerine sahip olduğu gibi; malın kendi fiyatı üzerinden ölçülen değil, iki malın birbiriyle kıyaslanarak eşitlenen emek miktarı üzerinden ölçülen mübadele/değişim değerine de sahiptir. Yani değişim değeri, malın alınıp satılabilir bir meta haline gelmesini sağlar, dolayısıyla kârın kaynağını oluşturur. Emek gücünün bir metaya dönüşmesinde bu nokta belirleyicidir. Aile içi emeğin bir değişim değeri yoktur. Sermayenin temeli olan kâr ise işçi sınıfının emeğinin bir bölümüne el konularak elde edilir ve buna artı(k) değer denir. Aile içi emek, artı(k) değer üretmez.
Sınıflı toplumların tarihine baktığımızda kadınların ezildiğini görmek mümkün. Tarımsal hayata geçilip, artı değer elde edilmeye başlandıktan ve bu artan değer üzerinde söz sahibi olan bir kesimin oluşmaya başlamasından sonra, toplumda sınıfsal farklılıklar oluşmaya başladı. Bu farklılığın oluştuğu evrede söz sahibi konumlara erkekler geldi, çünkü hamilelik ve çocuk doğurma gibi sebeplerden dolayı kadınlar giderek, ağırlaşan işlerden uzak tutuldu. Kapitalizmin hemen öncesi dönem olan feodal dönemde kadının rolüne bakıldığında da erkeğe bağlı bir rolü olduğunu görüyoruz. Fakat o döneme dair unutulmaması gereken nokta, erkeklerin büyük bir kısmının da şimdi olduğu gibi ezilen olduğudur. Bütün erkekler egemen ve ezen rolünde değildir.
Kapitalizm egemen sistem olduğunda, elbette tarihte diğer egemen sistemlerin yaptığı gibi, kendisinden önce var olan sistemi, feodalizmi, değiştirmeliydi. Eski sistemi değiştiremeyen yeni sistem, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Kapitalizm bu açıdan oldukça devrimcidir. Tüm kurumlar ya kapitalizme uygun şekilde değişti ya da yok oldu. Marks’ın da söylediği gibi “egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleridir” ve kapitalizmin egemen sınıfının fikirleri, tüm kurumları ele geçirmeli ve kendisine uygun bir şekilde değiştirmeliydi.
Kapitalizm elbette değiştirdiği kurumlara aileyi de ekledi ve aileyi oldukça da önemli bir yerde konumlandırdı. Yeni sistemde aile; baba, anne ve çocuktan oluşuyordu. Ailenin kapitalizmdeki yerinin önemli olmasının birkaç sebebi var. Bunlardan ilki ailenin yeniden üretime olan katkısı. Bir diğer sebebi ise ailenin, yaşam mücadelesi içerisinde, yaşanan zorluklar karşısında dayanışma gösterilecek bir yer olarak görülmesi. Her ikisinin de ayrıntısına gireceğim.
Kapitalizmin ilk dönemlerinde parça başı üzerinden ücretlendirme olduğundan, bu durum kadını erkeğin boyundurluğundan çıkararak, kadına, feodal dönemine nazaran, bir özgürlük de getirmiş oldu. Küçülen aile içerisinde, sadece erkeğin çalışması evin geçimini sağlayamaya yetmediği için kadın da emeğini satarak aile bütçesine katkıda bulunmak durumunda kaldı. Dolayısıyla kadın ve erkek beraber emeğini satmaya başladı.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte fabrikalar çoğaldı ve parça başı üretimden seri üretime geçiş yaşandı. Çalışma koşullarının ağır olduğu bu dönemde işçiler oldukça uzun saatler çalışmak durumunda kalıyordu. Üstelik sadece kadın ve erkekler değil, çocuklar da bu ağır çalışma koşulları içerisinde çalıştırıldılar. Çok küçük yaşta fabrikalarda, zor koşullarda çalışmak zorunda kalan çocuklar ve hamilelik dönemi ve doğum sonrası da dahil olmak üzere herhangi bir izni olmayan kadın işçilerin zor şartlar altında yeni doğan çocuklarına bakmak zorunda kalışı, çocuk ölümleri sayısı üzerinde oldukça olumsuz etkiler yarattı. Kadın işçiler yeni doğan çocuklarını başkalarına emanet etmek ya da çocuklarına sürekli uyuması için afyon vermek zorunda kalıyordu. Üstelik tüm bu ağır koşullar sebebiyle, işçi sınıfı ailesinin ev içerisindeki emeğe ayıracak vakti kalmıyordu.
Hem ekonomiye olumsuz katkısı hem de devlete oluşturacağı yük sebebiyle, aile, egemen sınıf tarafından kutsallaştırıldı, kadının kutsal görevinin annelik olduğu vurgusu yapıldı. Erken dönem kapitalizmde kadınlar ve çocuklar erkeklerden daha fazla kazanabiliyorken, alınan önlemler ile çocukların çalışması, olması gerektiği gibi, yasaklandı; kadınlar ise kutsallaştırılan aile ve annelik rolleri ile eve bağlanmaya çalışıldı. Fakat buradan da anlaşılacağı gibi kadının eve hapsedilmesinin sebebi erkekler değil, tehlikeye girme ihtimali olan kapitalizmi kurtarma girişimidir. Kadın, aile içerisinde benimsetilmeye çalışılan kutsal annelik rolü ile hem çalışan işçinin (baba) bakımı için gerekli işleri görecek, hem de geleceğin işçisinin (çocuk) eğitimi, bakımı, beslenmesi gibi şeylerle ilgilenerek tüm bu ihtiyaçları devlete bir kuruş bile yük olmadan, kendi evine giren paranın içerisinden harcayarak giderecekti. Üstelik bu sayede geleceğin işçileri olacak bebek ölümlerinin de önüne geçilmiş olacaktı. Devlet için oldukça kârlı bir sistemdi bu.
Her ne kadar, günümüzde, özellikle aşırı sağ otoriter hükümetlerin söylemlerinde, aile ve anneliğin kutsallığı safsatası hala devam ediyorsa da, ne o dönemde ne de şimdi kadını çalışma hayatına girmekten alıkoyamadılar. İş gücünde yer alan kadınlardan, ev içine geri dönmek istemeyenlerin sayısı her geçen gün daha fazla artıyor. Doğum kontrol yöntemlerinin de gelişmesiyle birlikte, kadınlar çocuk yapmamayı seçebiliyor ve hayatlarına yön verme gücünü elde ediyorlar. Bir erkeğe bağımlı olmadan yaşabilen kadınlar, mutsuz oldukları evlilikleri sonlandırma veya hiç evlenmemeyi tercih etme gibi seçeneklere sahip oluyor. Kapitalizmde çekirdek ailenin, yukarıda belirttiğim sebeplerinden dolayı, önemini göz önünde bulundurunca, kadının özgürleşmesinin, kutsal aile yapısında egemen sınıf açısından istenmeyen sorunlara yol açabileceğini görmek kolaylaşıyor.
Anneliğin kutsallaştırılmasının sistem açısından bir diğer getirisi de, kadınların esas işlerinin annelik olduğu, geri kalan herhangi bir şeyin aslında kadının işi olmadığı fikrinin yaygınlaşması oluyor. Bu durum, kadınların daha düşük ücretlere, daha kötü koşullara mecburen katlanmak zorunda kalmalarına sebep oluyor.
Kapitalizm değişen koşullarda değişen politikalar uygulamıştır. Örneğin I. Dünya Savaşı’nda savaşa katılan erkeklerden doğan iş gücü açığını kapatmak için, sermaye, “kutsal” anneliği bir kenara bırakıp kadınları iş yerlerine çağırmıştır. Aynı sermaye, savaş sonrası yurda dönen erkekleri eski işlerine iade edebilmek için tekrar anneliği yücelterek kadınları evlerine yollamaya çalışmıştır, fakat tüm kadınları evlerine yollayamadığını çünkü kadınların seçim hakkı doğunca evde durmak yerine çalışmayı tercih ettiklerini görüyoruz. Dolayısıyla burada kadını değişen çıkarları doğrultusunda iş gücüne sokan ya da eve yollayanın erkekler değil, sermaye olduğunu söylemek mümkün.
Ailenin gerekliliği, kapitalist sistemin devamı için oldukça önemli. Çünkü sistem, aile yapısı üzerine kurulu. Aile, hem işçinin kendisine daha iyi yaşam standartları sunduğu için günümüz işçilerinin verimliliğinin artmasını sağlıyor; hem çocuk, hasta, yaşlı bakımını aile içindeki dayanışmaya bırakarak devletlerin ücretsiz kreşler, hasta ya da yaşlı bakım evleri açma sorumluluğunu ortadan kaldırıyor; hem de gelecek kuşağın potansiyel işçilerinin bakım ve eğitim masraflarını aileye yıkıyor. Üstelik aile aracılığıyla, devam etmesini istediği her türlü egemen sınıf fikrinin öğretilmesini, devam ettirilmesini de sağlamış oluyor.
Kadınların özgürleşmesinin önündeki engelin erkekler değil, sistemin ta kendisi olduğu konusunda hemfikir olmak, ataerkil teoride karşı karşıya getirilen kadın ve erkeğin, aynı noktada buluşarak birleşik bir mücadele vermesinin önünü açacaktır.
Aile içi emeğin ücretlendirilmesi demek, kadının rolünün gerçekten de anne olmak ve ev işlerini çekip çeviren olduğunu kabul etmek demektir. Bu durum sırf biyolojik sebeplerden doğum yapan kadının aynı zamanda çocuk büyütme sürecinden ve bunun yanı sıra ev işleri ve hasta ya da yaşlı bakımı gibi işlerden de tek başına sorumlu olduğunu meşrulaştırmak demektir. Kadının özgürleşmesinin önünü açacak şey, kadının omuzlarına bindirilmek istenen tüm yükleri meşrulaştıracak aile içi emeğin ücretlendirilmesi değil, aksine çocuk, hasta, yaşlı bakımının ve ev işlerinin toplumsallaştırılmasıdır. Kadının özgürleşmesi ancak kadının işçi sınıfının bir parçası olduğunun kabullenilmesi ve işçi sınıfının birleşik mücadelesi için örgütlenilmesinden geçmektedir. Tabii ki sistemi topyekün değiştirmek bugünden yarına olacak bir şey değildir ve bugünün egemen sınıf fikirleri ile devrim sonrasında mücadele etmeyi gerektirecek bir zamana ihtiyaç duyulacaktır ve bu süreç ancak örgütlü bir mücadele ile mümkün olacaktır.
Dila Ak
Kaynaklar:
https://www.dsip.org.tr/index.php/yayinlar/91-altust/1161-kapitalizmin-yeniden-uretimi
https://www.dsip.org.tr/index.php/kutuphane/93-brosurler/1082-lindsey-german-ataerkillik-teorileri
https://dsip.org.tr/index.php/yayinlar/85-marksistorg/1237-a-arti-deger
https://dsip.org.tr/index.php/yayinlar/85-marksistorg/1225-m-meta
https://tr.wikipedia.org/wiki/De%C4%9Fi%C5%9Fim_de%C4%9Feri_ve_kullan%C4%B1m_de%C4%9Feri