IPCC raporu gezegen ve insanlık için “kırmızı alarm” verdi. Gençler “Sistemi kökten değiştirelim” diyerek iklim grevine hazırlanıyor. Gerçekten de iklim krizine son vermenin tek yolu toplumsal bir devrim…
Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Altıncı Değerlendirme Raporu bu yaz yayımlandı ve iklimle ilgili atılması gereken adımların ne kadar acil olduğunu bir kez daha gösterdi. Paris İklim Anlaşması’nın hedefi olan, küresel sıcaklık artışını 1,5C’nin altında tutmahedefi artık çok zorlaşmış durumda. Tüm olası senaryolarda buna en geç 2040’ta ulaşılacağı tahmin ediliyor. Tarihte kaydedilen en sıcak beş yıl, son beş yıl. Deniz seviyelerindeki yükselme üç katına çıktı. Ormanlar yok oluyor. Buzullardaki hızlı erimenin yüzde 90’ı insan etkisiyle gerçekleşti. Pandemi dönemindeki ekonomik yavaşlamaya rağmen atmosferdeki karbondioksit oranı yükselmeye devam etti ve Mart 2021’de 414 ppm’ye ulaştı.
Dünyanın dört bir yanında seller, kuraklık, fırtınalar ve birçok iklim felaketine tanıklık ediyoruz. Milyonlarca kişi bu aşırı doğa olaylarının doğrudan kurbanı oluyor. Geniş kitleler “doğal” olmayan bu felaketler nedeniyle göçe zorlanıyor. 1970’ten beri doğal yaşamın yüzde 60’ı yok oldu. İklim değişimine muazzam bir biyoçeşitlilik krizi eşlik ediyor.
On yıllar süren ayak direme, gerekenleri yapmama, boş vaatler, tutulmayan sözler, gerçekleştirilemeyen hedeflerden sonra bugün muazzam bir ekolojik felaketle karşı karşıyayız.
Sebep kapitalizm
Bütün bunlar kendi kendine mi oluyor? İnsanlığın birtakım kötü alışkanlıkları sonucu mu bu şekilde uçuruma sürükleniyoruz? Hayır. Yerkürenin ısınmasının sanayi devrimiyle birlikte başladığı kabul ediliyor. Fakat burada mesele sanayinin gelişmesi, teknolojik değişimler değil. Kapitalizmin kâr odaklı bir sistem olması, dolayısıyla kirli enerji politikalarının sistematik olarak uygulanması. “Yeşil” hedefler konulurken en büyük bankalar fosil yakıt şirketlerini beslemeye devam ediyor. Egemen sınıflar, finans çevreleri ve onları koruyan hükümetler, uluslararası anlaşmalarda ne sözler verirlerse versinler, bildiklerini okumaya devam ediyorlar. 2015 yılında imzalanan ve karbon salımını ısınmanın 1,5 dereceyi aşmayacak şekilde azaltılmasını hedefleyen Paris Anlaşması’ndan bu yana fosil yakıtlara 1,9 trilyon dolar yatırım yapıldı.
Uluslararası bir kuruluş olan Karbon İfşa Projesi (CDP) tarafından yayımlanan rapora göre, 1988’den beri tüm dünyada gerçekleşen sera gazı emisyonlarının yüzde 71’inden 100 tane şirket sorumlu. 2015 yılında Çin, ABD, Avrupa Birliği, Hindistan ve Rusya küresel sera gazı salımlarının yüzde 66’dan sorumluyken, G20 ülkelerinin tamamı yüzde 81’ini aşan bir oranda sorumluydu.
Trump, Bolsonaro gibi son yılların yükselen aşırı sağcıları iklim inkârcılığını savunurken, onların selefi (ve halefi olmaya talip olan) neoliberal hükümetler de asıl olarak şirketlerden ve kapitalist kâr hırsından yana taraf oluyorlar.
Direniş
Bütün bilimsel gerçekler çok uzun süredir orada durmasına rağmen kapitalistler ve onların hükümetleri bu sorunu çözmek için gerekli adımları atmadı. Fakat dünyada yıllardır buna karşı mücadele eden aktivistler, çevre ve ekoloji örgütleri, enternasyonal sosyalistler var.
2018 yılında iklim hareketi yeni bir ivme kazandı. Greta Thunberg’in başlattığı eylemlilik, Fridays For Future’ın 7.6 milyon kişiyi mobilize eden bir güce dönüşmesini sağladı. Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) hareketi ortaya çıktı ve özellikle İngiltere’de doğrudan şirketleri hedef alan eylemleriyle gündemin göbeğine oturdu. Gençler ve tüm aktivistler artık “grev” çağrısı yapıyor. Okullar boykot ediliyor, işçilerin ve emek örgütlerinin harekete daha fazla katılımı hedefleniyor.
Emisyonlarda “Net Sıfır” hedefinin kaçınılmaz bir gereklilik olduğu vurgulanıyor. Bunun için “kademeli” bir geçişten ziyade büyük bir radikal dönüşüme ihtiyacımız var. Yani “İklimi değil sistemi değiştir” sloganının, sistemin sahipleri veya küresel elitlerde gerçekleşmesi beklenen bir zihniyet değişikliğinden ziyade onların düzenini altüst edecek bir devrimi çağrıştırdığı günlerden geçiyoruz.
Bunun için önümüzde iki önemli uğrak var. 1-12 Kasım tarihleri arasında Birleşmiş Milletler’in 2021 yılı İklim Değişikliği Konferansı (COP26), İskoçya’nın Glasgow kentinde toplanacak. Hem bu şehirde hem de dünyanın dört bir yanında kitlesel protestolar inşa etmek zorundayız. Ona giden süreçte de 24 Eylül’de Türkiye’de İstanbul, İzmir ve Tekirdağ’dan küresel harekete ses veriyor olacağız.
Çözüm
Kapitalizm metalar dünyasıdır. Meta üretimi dünyası, üreticiler arasında rekabet dünyasıdır. Rekabet unsuru, meta üretimine ve değişim değerine dayanan toplumu, birey ya da grupların kendi tüketimleri için hangi kullanım değerlerini üreteceklerine karar verdikleri bir toplumdan ayırır. Hiçbir kapitalist herhangi bir zaman diliminde hareketsiz kalmaya cesaret edemez, çünkü bu rakiplerinin gerisinde kalmak anlamına gelir. Bu onun için iflastır. Kapitalizmin itici gücünü açıklayan budur. Sadece insanları sömüren bir sistem değil, zorlayıcı bir birikim sistemidir.
Dolayısıyla, Marx’a göre kapitalistler bir “düşman kardeşler çetesi”dir. Yani hem işçileri sömürmek için elbirliğiyle davranırlar ama hem de kendi içlerinde amansız bir rekabet vardır. Marx der ki, sermaye bir vampire benzer: kan emdikçe büyür, büyüdükçe daha fazla kan emmeye ihtiyaç duyar. İşte kâr için sürdürülen bu amansız sömürü ve rekabet, başka hiçbir gerçekliğin umursanmamasına yol açıyor. Egemen sınıflar, sermaye sahipleri bu şekilde gezegenimizi ve hayatımızı tehdit ediyorlar.
İklimi önemseyen ve gelecek nesiller için yaşamı kurtarmak isteyen aktivistler, “İklimi değil sistemi değiştir” talebinin yanına “sistemi kökten değiştirme” çağrısını eklediler. Bu yüzden iklim mücadelesi antikapitalist bir mücadele olmak zorundadır diyoruz. Şirketlerin ve hükümetlerin göstermelik programlarıyla değil, onlara karşı kararlı bir direniş göstererek kurtulabiliriz.
Sıradan insanlar iklim krizinin yarattığı tehdidin farkında. Bize bu insanların, yani işçi sınıfının ve ezilenlerin tüm kesimlerinin söz hakkı olduğu mekanizmalar üzerinde yükselen başka bir ekonomik ve toplumsal model lazım. Ancak böylesi bir sistem, üretimde kâr güdüsünün yerine insanların ihtiyaçlarını merkeze koymayı, bölüşümde de sermaye birikimi yerine adil ve herkesi gözeten bir anlayışı yerine getirebilir. Böylesi demokratik bir toplumda, yani sosyalist bir toplumda, iklim krizini durdurmayı sağlayacak adımları atmaya başlayabiliriz.
Ozan Tekin
Sosyalist İşçi