Tuna Emren

Tuna Emren son yazıları

Tuna Emren tüm yazıları

23.06.2021 - 10:33

Müsilajın sorumlusu siyasi iktidar

Endişe verici bir çevresel yıkıma şahit oluyoruz.

Marmara Denizi’ndeki müsilaj felaketi ilk olarak 2007’de rapor edilmiş (Aktan vd. 2008) ve takip eden yıllarda yürütülen bir dizi bilimsel araştırma ile sorunun gittikçe büyüdüğü ortaya konmuş olmasına rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, göstere göstere gelen bu ekolojik yok oluşu önleyecek hiçbir şey yapmadığı anlaşılıyor.

Örneğin Tübitak’ın 2010 yılında paylaştığı Marmara Havzası Koruma Raporu’nda, havzada 17 adet kentsel atıksu arıtma tesisi bulunduğu, 9 tanesinin yalnızca fiziksel ön arıtma tesisi olduğu söylenip bu dokuz Derin Deniz Deşarjı tesisinin yaratacağı sorunlara dikkat çekilmiş. Raporda ayrıca İstanbul kanalizasyon atığının yüzde 84’ünün ön arıtma ile denize deşarj edildiği, bunu yapan tesislerin altı tanesinin deşarjı İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz dip akıntısına verdiği de belirtiliyor. Dahası bahsi geçen 17 tesisin sadece 12 tanesi deşarj izni için başvurmuş ve iki tanesi izin alabilmiş. Örneğin başvuranların üçü Su Kirliliği Yönetmeliği standartlarını karşılayamamış görünüyor. 

Tübitak’ın raporundan anlaşıldığı üzere, endüstride de deşarj standartlarına uyma konusunda muazzam sorunlar yaşanıyormuş zaten; Marmara havzasındaki birçok tesis gerekli düzenlemeleri yapmadıkları halde denize atık boşaltmaya devam etmişler. Dahası, acilen atılması gereken adımlar olarak listelendiği için, deşarj standartlarını kontrol edecek denetleme ekiplerinin de sayıca yetersiz olduğu, yani bu fabrikaların yıllarca denetlenmediği anlaşılıyor. 

Mevcut ön arıtma tesislerinin biyolojik arıtma tesislerine dönüştürülmesi süreci 5 yıl içinde tamamlanmalıdır, diyor Tübitak raporu. Bu, 11 yıl önce dile getirilmiş olan bir gerçek. Dikkate alınsa 2015’te ileri arıtma yöntemine geçilebilir, Marmara Denizi böylesi korkunç bir ekolojik yıkıma terk edilmezdi. Ancak tüm uyarılara rağmen, 2006’da çıkarılan Kentsel Atıksu Arıtımı Yönetmeliği’nin 10 yıl boyunca yürürlüğe konmadığı çıktı ortaya bir de. Atıksu tesislerini dönüştürme projesini 2016’ya kadar erteleyen iktidar, 2016’dan itibaren de yedi yıllık bir geçiş süreci tanımış tesislere. Yani bu dönüşümü, bulgular apaçık ortadayken bile, yönetmeliğin çıkmasından tam 17 yıl sonra yapmalarında hiçbir sakınca görülmemiş. 

Oysa yönetmelik, arıtma tesislerinden çıkan azot ve fosfor değerlerini de düşürecek, müsilaj tehdidinin bu boyutlarda bir yıkım yaratmasını önleyecek, hatta belki de deniz salyasını tamamen ortadan kaldıracaktı. Tüm bilimsel çalışmalar Marmara Denizi ve çevresinin hassas alan statüsünde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor ki yönetmeliğin sağlayacağı faydalardan biri de bu olabilirdi. Sürekli ertelenip durduğu için ne önlem alınabildi ne de hassas alanlar belirlendi.

Geçtiğimiz günlerde açıklanan Marmara Eylem Planı ve bakanlığın müteakip eylemlerine bakınca gördüğümüz ise şudur: Sorunun vahameti gayet iyi bilinirken uzun yıllar boyunca benzersiz bir ataletle bekleyip denizin yüzeyi tamamen salyayla kaplanınca yükümlülüklerini yerine getirmeye karar verenler şimdi göstermelik hamlelerle bir iki sanayi tesisinin faaliyetini durdurup kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Ve gerçekten sadece bir iki tanesinin faaliyetini durdurmakla yetindiler.

Tübitak’ın raporundaki tespitleri doğruluyor bu yaşananlar; denetim çalışmalarına bile yeni başlamışlar aslında.

Müsilaj heyetinin sunduğu sonuç bildirgesinde şöyle söyleniyor örneğin:

Marmara Denizi gibi yarı kapalı denizlerde sürekli olarak yapılan atık su boşaltımları kirletici yükünü arttırmakta ve bu durum aşırı üretime (ötrofikasyon) sebep olabilmektedir. Özellikle azot ve fosforca zengin besin elementi girdisi, durgun hava şartları ve sıcaklık artışıyla birlikte tek hücreli canlıların sayısını ve müsilaja yol açan hücre içi salgısını aşırı arttırmaktadır. Çeşitli kirleticilerle zengin müsilaj, deniz dibine inerek bentik fauna ve floranın yapısını bozmakta ve orada yaşayan canlıların yaşamını sınırlandırmaktadır. Oluşan müsilajlı kitle içerisinde ağır metallerin de birikebilme oranı oldukça yüksektir. Ayrıca Marmara Denizi alt sularının oksijence oldukça fakir olduğu (hipoksik koşullar) düşünüldüğünde, organik maddece çok zengin bu malzemenin bakteriyel tüketim ile oksijenin daha da azalmasına neden olacağı bilinmektedir.

Oysa bizatihi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu 2014-2016 Marmara Denizi Raporu da tıpkı Tübitak raporu gibi, müsilajın nasıl büyük bir çevre felaketi yaratabileceğini seneler evvel öngörmüş. Hatta neredeyse aynı cümlelerle... Daha birçok rapor mevcut. 2017’de İSKİ için hazırlanan atıksu mühendisliği raporu da bunlardan biri. Hepsi ‘olmazsa olmaz’ diyerek biyolojik arıtmaya geçişin acil bir mesele olduğu üzerinde duruyor, eylem planları öneriyor. Ve kimse kılını kıpırdatmıyor... 

Özetle, bunun yaşanacağını biliyorlardı ve başımıza gelecekleri (yine) hiç umursamadılar. İş işten geçtikten sonra bir heyet kurup, çoktandır bildikleri gerçekleri yeni keşfetmişler gibi davranıyorlar. 

Sorumluları biliyoruz, tanıyoruz

Denetleme faaliyetleri yürütmeyen, hatta bu işi bile Çevre Ajansı gibi uyduruk bir kılıfla bolca rant peşinde koşacağı belli olan özel sektöre vermeye çalışan, atık tesislerini dönüştürmeyen, Marmara’nın tabutuna son çiviyi çakacak Kanal İstanbul projesini yürürlüğe koyma konusunda inat eden, hatta bir de kanal projesini müsilaj felaketini çözecekmiş gibi pazarlamaya kalkan bu iktidardır her şeyin sorumlusu.

Günde asgari 6-7 milyon metreküp atıkla öldürmeye devam ettikleri denizin yüzeyinden müsilaj toplama gibi saçma sapan bir faaliyeti de utanmadan gurur tablosuymuş gibi paylaşıyorlar. 

Yüzeyden temizlenen şey, hastalığın kendisi değil semptomu. Tür çeşitliliğini azaltan, iklim krizi yüzünden çoktan ısınmaya başlamış deniz suyunu daha da ısıtan tesisler Marmara’yı sömürmeye devam ettikçe, geriye kalan türlerin bazılarında patlama yaşandı. Deniz yüzeyi sıcaklığı normal değerlerin 2,5 derece üzerinde seyrediyorken bile denizden çektikleri suyu soğutma amaçlı kullanan termik santraller yüzünden Marmara’ya, her bir saat (35C sıcaklığında) binlerce metreküp su pompalanıyor. Deniz suyunun soğumasına bile fırsat tanımıyorlar. 

Yüzeye vuran şey, çökmüş bir ekosistemin isyanıdır. Her ekosistemin sağlığı son derece hassas dengelere bağlı olur. Tek bir türün aşırı çoğalmasına yol açan her bir faktör titizlikle yürütülecek izleme çalışmalarıyla ve geç kalınmadan belirlenmelidir ki ekosistemin acilen toparlanabilmesini sağlayacak önlemler alınabilsin. 

Zaten nefes aldırılmayan Marmara şimdi bir de yüzeyini örtü gibi kaplayan deniz salyası yüzünden oksijen transferi gerçekleştiremiyor. Oksijenin bu hızla tükenmesi, deniz canlılarının sonu demektir. Flora ve fauna için muazzam bir tehdit var ortada. Tam da bundan daha fenası olamaz derken, bulaşıcı hastalıklara sebep olan bakteri ve virüsler için de elverişli ortamı yaratıyor böylesi bir tükeniş. Yani tıpkı iklim krizinde yaşanana benzer bir süreci devreye soktular. Tehlike çanları çalıyor ve biz başımıza gelenler karşısında ne yapacağımızı şaşırmış halde bakakalıyorken krizin boyutları giderek büyüyor, sebep olacağı felaketlerin sayısı ve şiddeti artıyor, yıkım hızlanıyor. 

Tuna Emren

(Sosyalist İşçi)


Bültene kayıt ol