Tuna Emren

Tuna Emren son yazıları

Tuna Emren tüm yazıları

11.04.2021 - 11:12

Aşı mücadelesi: Kahraman sanılan patronlar, patent savaşları ve kaos

Bizlere, salgını sonlandıracak “kahramanlar” olarak sunulan geliştiricilerin patent hırsları yüzünden üçüncü dalganın içinde bulduk kendimizi. Sonlandırmaları beklenen salgını içinden çıkılması gitgide daha da zorlaşan bir krize dönüştürdüler. 

Aşılar onay aldıklarında hemen herkes pandeminin sonunun geldiğini düşündü ve bazıları da geliştiricileri kahraman ilan etti. Oysa insanlığa faydalı olmak yerine patron olmayı tercih edenlerin ellerinde tuttukları bu patentlerin tek faydası kendilerine. Aşırı yüceltilen bu sahte kahramanlar sahneyi ele geçirdiklerinde gözlerden kaçan koca bir gerçek vardı: Aşıda patent olmaz!

Patent varsa kahraman yoktur, patron vardır. Patent varsa toplum sağlığı gözetimi yoktur, kâr hırsı vardır. Patent, küresel anlamda adil ve eşit bir dağıtım yapılamayacağı anlamına gelir. Çünkü tüm dünyanın ihtiyaç duyduğu milyarlarca dozun üretimi ve dağıtımıyla ilgili sıkıntı yaşanır. 

Zaten çok geçmeden, muazzam lojistik sorunlar yaşandığını, üretim hatlarının yeterli gelmediğini, bazı ülkeler stokları eritirken diğer bazılarının – ki biz de bu gruba dahiliz - sipariş bile veremediğini gördük. Varlıklı ülkelerde dahi aşı tedariki konusunda sorunlar yaşandı. 

Oxford aşısında büyük ölçekli üretime geçilememesinin sebebi, kalite kontrol mekanizmalarının üretim verimini düşürmesiydi örneğin. Oxford/AstraZeneca aşısı viral vektör denilen grupta yer alıyor ve bu teknikte sıcaklık, nem, kullanılan hücre kültürünün sağlığı gibi faktörler nedeniyle gecikme yaşanabiliyor. AstraZeneca üretim tesisleri bu sorunları aşma yönünde hız kazanmayı başaramadı. 

Pfizer ve Moderna’nın ellerindeki formüller ise mRNA aşıları. Üretimi bazı yönlerden daha kolay olsa da teknolojinin yeniliği açısından yaşanan teknik sorunlar mevcut. Örneğin, bu aşılar somatik hücrelere ulaşması gereken özel lipozomlar ve bazı nükleotidler içerir. Aslında bu ikisi aşının temel bileşenlerinden; bunlar yoksa aşı da yok. Aşıların seri üretilebilmesi için yeterli sayıda lipozom ve nükleotid bulunması gerekirdi ama bulunamadı. Temel bileşenlerin yetersiz olmasının sebebi de bunları tedarik eden bazı üreticilerin böyle ani bir gelişme karşısında hazırlıksız yakalanmış olmalarıydı (!). Daha doğrusu, üretimlerini büyütebilmek için kendilerini finansal bir riske atmaları gerekiyordu fakat önce bunun garantisini istediler. Üretim hattını büyütmeye değeceğinin, yani bu işten kâr edebileceklerinin garantisini sunabilecek olan şey ise aşı geliştiricilerin “yeterince büyümesiydi”. Ve bunu beklediler. 

Gecikmeden sorumlu bir diğer faktör de aşıların biyoreaktör tanklarında sterilizasyon amacıyla kullanılan plastik koruyuculardı. Az sayıda tedarikçi tarafından üretiliyor olması, tüm aşı geliştiricilerin sipariş kuyruğuna girmesine sebep oldu. 

Görülebileceği üzere, bu sistem, küresel bir pandemi krizi karşısında sorunu çözebilecek nitelikte değildi çünkü bu amaçla yapılandırılmamıştı. 

Gerçek kahramanlar eyleme geçmeye başladı

Geçenlerde, Belçika’nın başkenti Brüksel’de bulunan AB Komisyonu önünde, aşı patentlerinin kaldırılması talebiyle gerçekleştirilen bir protestoya şahit olduk. 

Aşı hareketi başladı. Ve günden güne büyüyor.

Patent hakkından vazgeçmek, üretimi dünya geneline yaymak ve sadece zenginlerin değil herkesin aşılara ulaşabilmesini mümkün kılmak anlamına gelir. Salgını sonlandırabilmek için aşılamada hız kazanmak zorundayız. İkinci zorunluluğumuz ise şu; toplumun asgari yüzde 60-70’i (hatta belki daha fazlası) aşılanmalı ki toplumsal bağışıklık sağlanabilsin. Sağlanamıyorsa zaten aşılanmanın da pek bir anlamı kalmıyor çünkü salgın devam ediyor, yeni varyantların sonu gelmiyor. 

Bu arada Stanford Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı da olağanüstü bir atakla, Pfizer ve Moderna’nın patentle korunan mRNA formüllerini, çöplerden topladıkları aşı ampulleri üzerinde çalışarak ortaya çıkarmayı başardı. Araştırmacılar bu iki aşının mRNA dizilimlerini açık kaynak yoluyla tüm dünyayla paylaştı. Ne var ki bu bilgiler, aşıların dünyanın başka yerlerindeki laboratuvarlarda da üretilebilmesi için yeterli değil. Formülü var ama bu formülden o aşıların nasıl yaratılacağını gösterecek bir tarif yok. 

Patentler, küresel iyileşmeye giden yolda aşılması zor bir engel yarattı. Aşı geliştiricileri büyük kârlar peşindeydi, elde etmeyi başardılar. Pfizer, aşı sayesinde yıllık cirosunu 15 milyar dolar artırdı örneğin. AstraZeneca ise farklı bir yol izleyip geliştirdiği aşıları imalat fiyatından satıyor olsa da talebi karşılayamıyor. Özetle, bu iki şirket ellerinde, yaşamakta olduğumuz krizi sonlandıracak formülü bulunduruyorlar. Biri bu formülü, diğerinin belirlediği fiyatın on katına satmaya çalışıyor. 

Herkes güvende olana dek kimse gerçek anlamda güvende değil

Beyaz Saray'ın ‘dünya güvende olana dek biz de güvende değiliz’ diyerek 22 Mart'ta parlamento üyeleriyle bir toplantı düzenlediği, bu toplantıda Covid-19 aşıları üzerindeki patent haklarının geçici olarak kaldırılması gerektiğinin gündeme alındığı söyleniyor.

Şu ana dek, nüfusa göre en başarılı aşılamayı yürüten ülkeler sıralaması şöyle; İsrail, İngiltere, Şili, Bahreyn ve ABD. Ama listenin bir numarasında bulunan İsrail’de bile nüfusun yüzde 60’ına yayılabildi aşılama. İngiltere ise yüzde 50’yi tutturabilmiş değil henüz. Yine de olumlu sonuçlar alınmaya başlandı. İsrail’de iki doz aşı olan ilk grupta, Covid-19'a yakalanma oranı yüzde 53, hastaneye kaldırılma oranı yüzde 31, ağır geçiren hasta sayısı se yüzde 31 oranında azaldı.

Bunu başaramayan ülkeler içinse risk giderek büyüyor. Basitçe söylemek gerekirse, yeni varyantlarla birlikte oyun da değişti. Artık zamana karşı yarışıyoruz. Ya aşıların sağladığı bağışıklığın üstesinden gelebilecek bir varyant çıkarsa mesela? O zaman ne yapacağız? 

Birçok ülke, kendinde bulunan varyantları izleme kapasitesine bile sahip değil. Ortaya çıkan mutasyonların aşıların etkinliğini azaltabileceği de görülüyor. Pfizer ve AstraZeneca bu sınavı başarıyla geçmiş gibi görünüyorlardı ama AstraZeneca aşısının Güney Afrika varyantı karşısında önceki başarısını yakalayamadığı anlaşıldı. 

Epidemiyologlar, virologlar ve bulaşıcı hastalık uzmanlarının yaptığı bir çalışma, eğer ki birinci nesil aşılar yeni varyantlar karşısında başarısız olur da sürü bağışıklığı kazanılamazsa, ikinci nesil aşılar için bir yıl daha beklememiz gerekeceğini gösterdi. 

Oxfam, Uluslararası Af Örgütü ve UNAIDS’in müşterek çabalarıyla yürütülen bu çalışma (People’s Vaccine Alliance: İnsanlık için Aşı İffitakı), aşılanmada kaybedilen vaktin her şeyi daha da zorlaştırdığını gösteriyor. Herkesi aşılayamamamın sonu, virüse kendini yeni varyantlarla güçlenme imkânı sunmak oldu. 

Sözde aşı milliyetçiliğini sonlandırmak üzere küresel bir aşı girişimi olarak yola koyulan Covax da bu yıl içinde yoksul ülkelerdeki nüfusun sadece %27’sini aşılayabileceğini duyurdu. Oxfam eşitsizlik politikası başkanı Max Lawson bu oranın yeterli olmadığını dile getirip, Covid-19 aşı geliştiricilerini, teknolojilerini ve fikri mülkiyetlerini paylaşmaya çağırdı; “Bu, bilimin bize tutturmamız gerektiğini söylediği hedef mi?” 

Aşıda fikri mülkiyet, daha fazla ölüm demek

Tüm insanlık aşılanmayı beklerken, bilim bir kez daha sermayenin elinde oyuncak oldu. Bu affedilebilir değildir. 

Bu virüste hastalığı atlatma yoluyla bağışıklık kazanmak diye bir şey yok. Aşılanmalıyız. Örneğin Türkiye’de etkinliği %90-95 civarında olan bir aşıyla 60 milyon kişiyi aşılamayı başarsak, sürü bağışıklığı sağlanabilir. Tutturulması imkânsız bir hedef değil. Kapsamlı bir aşılama çalışması gerekiyor, hepsi bu. Ve bunun dünya geneline yayılması lazım ki yeni varyantların ortaya çıkış hızına yetişebilelim. 

Milyonların boş yere, tedavisi mümkün bir hastalık yüzünden öldüğü bir salgından bahsediyoruz. Bunca ölümden kazanç sağlayan aşı geliştiricilerin sahip oldukları patent ayrıcalığı tüm insanlığı tehlikeye atıyor. 

Kapitalizmin fikri mülkiyet yasaları sayesinde bilimsel bir devrim yaratacağı iddia ediliyordu ama yarattığı şey ortada işte. 

Bilimsel bilginin kullanılmasını engellemenin insanlığa bir faydası olmaz. Bilgi üzerindeki özel mülkiyet, araştırmaları ilerletme olasılığını da azaltır. Elimizdeki en iyi entelektüel ve bilimsel kaynakları kullanmak ve gelişmek yerine, patent hakları ve rekabet yasalarıyla sınanıyoruz. Kaldı ki aşılar da tıpkı diğer bilimsel atılımlar gibi aslında tüm insanlığın kolektif bilgisidir. Yani insanlığa aittir. Kuşaklar boyu süregelen bir ilerlemedir bu. 

Aşıda patent olmaz. Toplumsal emeğin ürünlerine el koyup toplumları sefalete, krizlere, ölüme sürükleyemezsiniz. Buna kimsenin hakkı yok.  

Tuna Emren


Bültene kayıt ol