Newroz söz konusu olduğunda ilk akla gelenlerden biri de sekiz yıl önce 2013 Newroz’unda Diyarbakır’da okunan barış mektubu oluyor.
Mektubun okunmasını yerel ve yabacı televizyonların büyük çoğunluğu canlı verdi, gazeteler manşetinden verdi. Türkiye’de şiddet sarmalına son verecek, Kürt sorununun demokratik çözümünün yeni bir miladı, başlangıcı ve büyük bir fırsatıydı.
Çözüm süreci başarısızlıkla sonuçlandıktan bu yana sekiz yıldır, bu başarısızlığın siyasal, sosyal ve toplumsal sonuçlarıyla boğuşuyoruz. Çözüm süreci heba edildiğinde, Türkiye’nin bugünkü derin krize saplanacağı öngörülemedi.
Son bir haftadır olanlara; HDP’ye kapatma davası açılmasına, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Meclis üyeliğinin düşürülmesine ve TBMM’de pervazsız gözaltına alınmasına, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye, Merkez Bankası Başkanının görevden alınmasına ve Gezi Parkının devrine bir göz atalım. Göreceğimiz; çözüm sürecini bitiren öngörüsüzlüğün, yanlış tercih ve politikaların, eksikliklerin, kibir ve kaprisli davranışların, böbürlenmenin ve beceriksizliklerin Türkiye’yi sürüklediği yerdir.
Bunlar, özellikle de HDP’ye yönelik son birkaç aydır sürdürülen operasyonlar, otoriter yönetimde yeni dönemin işaretleridir. Büyük operasyonla milliyetçi hegemonik otoriter yönetime geçiliyor. Var olduğu kadar çoğulculuk tümden tehdit altında.
Artık AKP ve MHP ortaklığının tam bağlı oldukları bir anayasadan söz edilemez. Türk usulü başkanlık sisteminde, değiştirilmesi için mücadele ettiğimiz anayasa, istendiğinde “rafa” kaldırılıyor. Kendileri için anayasa yapmanın fırsatını kolluyorlar ve artık ihtiyaç hissettiklerinde mevcut anayasa bağlı davranmıyorlar. Bunun son en bariz örneği, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi’nde çekilme kararı alınması.
Siyasal gerilimin ana konusu olan bağımsız yargı konusu geride kaldı, siyasal yargı erki alenileşti. HDP’nin kapatılması istemli iddianame ve süren tartışmalar bunun en açık göstergesi.
İktidar için anayasa, yasalar askıya alınabilir şeyler
MHP liderinin ısrarıyla, alelacele, özensiz, stajyer hukukçuların dahi hazırlamayacağı siyasal iddianameyle, ülkenin üçüncü büyük partisine kapatma davası açılması; hukukun, yasaların iktidarca askıya alındığının bariz örneği.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin’in imzaladığı iddianamedeki “Davalı parti hiçbir milli meselede Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yanında yer almamış aksine Türk Devletinin ve milletinin karşısında yer alan kim varsa haklı olup olmadıklarına bakmaksızın ön kabulle onların safında yer almayı tercih etmiştir” cümlesinden iki şey anlaşılıyor. Bu iddianame, hukuki değil siyasi metindir. Diğeri ise hukukçu değil siyasetçinin hazırladığı metindir. Altı yüz seksen sayfalık iddianamede böylesi çok sayıda doğrudan siyasi değerlendirme ve iddialar var. Yasalarda olmayan “milli meselede Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yanında yer almamak” suçu icat edildi.
AK Parti Meclis Başkanvekili Cavit Özkan, çok önceden, TBMM’de “HDP siyaseten ve hukuken kapatılacak” açıklamasıyla kanun devletlerinde sadece yargının verebileceği kapatma hükmünü ilan etmişti. Yine Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı Fahrettin Altun, iddianame sonrasında sosyal medyadan “HDP’nin, PKK ile organik bağının tartışılmaz bir gerçek” olduğunu paylaştı. Tıpkı Osman Kavala’nın tutukluluğunun devam ettirilmesi gibi, yargıya gerek kalmadı.
Cumhur İttifakı; mevcut anayasaya, yasalara, hukuka, uluslararası yükümlüklere bağlı hareket etmemeyi bir kural haline getirdi.
Bu açıdan bugün yaşananları anlamlandırmaya çalışırken “90’lara dönüldü” sözleri bugün tam gerçeği ifade etmiyor. Türkiye’de, siyasi, kültürel, sosyal ve toplumsal bambaşka koşullar yaşanıyor. Birçok şeyin oturduğu zemin, arka planı ve gerçekliği değişti.
90’lar hatırlatması yeterli değil
Bugün PKK silahlı eylemleri, 90’lardaki gibi ciddi bir tehdit unsuru değil. PKK silahlı gücü minimize edilmiş durumda. Buna rağmen silahlı mücadele, demokratik siyaset ayrımı ve hak, kimlik ilişkisini ortadan kaldıran bir iktidarla karşı karşıyayız
HDP’ye yönelik siyasal operasyonların, siyasi ve toplumsal alanların tümünü kapsayan bir operasyon olduğu, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin kongre konuşmasından anlaşılıyor. Bahçeli, “seçim ve siyasi partiler yasalarında değişiklik yapılmasının, siyasi etik yasasının çıkarılmasının, TBMM İç Tüzüğünün yeni sisteme uygun hale getirilmesinin, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri yasasının gözden geçirilmesinin ve kamuoyu araştırma sonuçlarının yayınlanmasına ilişkin yasal düzenleme yapılmasının acil olduğunu” bu amaçla vurguladı. Siyaset alanı, kendileri için risk gördükleri her kesime, anlayışa, politik tutuma tümden kapatılıyor. Kürt hakları karşıtlığı temelinde “millilik, yerlilik ” ekseninde, Türk milliyetçiliği tehlikeli bir biçimde yeniden dizayn ediliyor, kurumsallaştırılıyor, kamu kurumlarında etkili pozisyona getirilerek daha da toplumsallaştırılıyor.
Ancak bu yılın Newroz etkinlikleri, her şeye rağmen Kürt dinamiğinin bastırılamaz, demokratik muhalefet için ise göz ardı edilemez toplumsal güce ulaştığını bir kez daha gösterdi.
Sorun, salt Recep Tayyip Erdoğan meselesi olma sınırını aştı. Otoriter yönetim anlayışı kurumsallaştı, kök saldı ve güçlendi. Bugün iktidar, seçim aritmetiğinin ötesinde, yenilgi, başarı ikileminde güvenli liman stratejisi uyguluyor.
HDP ve Kürt sorunu, milliyetçi hegemonik otoriter rejim inşa etmenin, Türk milliyetçiliğinin ağır baskısı ve atmosferinde en elverişli aracı dönüştürüldü. Bu araçsallaştırma çok tehlikeli içerik ve biçimde sürüyor.
Bugün “HDP’ye dokunulmamasını” talep etmek, sesimizi yükseltmek, sadece HDP’ye sahip çıkmak değildir. Esas olarak Türkiye’nin demokratik geleceğini inşa etmek için kolları sıvamaktır. Umudu güçlendirmektir, bir arada özgürce yaşama iradesini sergilemektir. Hukuksuzlukla, anayasa, yasa tanımamakla, otoriter yönetim anlayışıyla, Türk milliyetçiliğiyle mücadeledir. Demokratik muhalefeti örgütlemektir. Bütünsel bir bakışla demokratik muhalefet örmektir.
Hakan Tahmaz