19. yüzyıl ortalarında bulunan, 20. yüzyıl başlarında insanların hayatına giren bir ürün plastik. Geliştirildiği günden bu yana mucizevi bir ürün olarak tanıtılmış olan plastik, modern çağın yaratılmasında ve aynı zamanda sistemin yok ediciliğini gösterme konusunda temel yapı taşı oldu.
Yüzde 99’u fosil yakıt yan ürünü olan bu polimerler sağlıkta, otomobillerde, gıda paketlerinde, yalıtımda, giyimde, oyuncaklarda, neredeyse akla gelen her yerde kullanılıyor, yaşamı tehdit eden bir malzeme olduğu halde korunuyor.
Plastik içimize işledi
2019’da 369 milyon ton üretimle plastik üretimi bir önceki yıllara göre artmaya devam etti. Şöyle de özetlenebilir; 2019’da insan kütlesininin yüzde 80’i kadar plastik üretildi.
Günümüze dek yaklaşık 8,3 milyar ton plastik üretildi. Plastiklerin üretimi bile başlı başına sıkıntılı bir durum iken, doğada yüzlerce yıl yok olmadan kaldıkları için, hem toksik oluşu nedeniyle çevreyi ve canlıları zehirliyor hem de büyük bir atık sorunu yaratıyor.
Dünya Ekonomik Forumu için 2016’da hazırlanan bir rapora göre, okyanuslarda 150 milyon ton plastik bulunuyordu ve buna her yıl 8 milyon ton plastik daha eklendiği söyleniyordu. Aynı raporda 2050’ye gelindiğinde okyanustaki plastiklerin ağırlığının sudaki canlı ağırlığını geçeceği belirtiliyordu. Bu raporun yayınlanması üzerinden 4 sene geçti ama hiçbir şey değişmedi. Hem plastik üretimi hem de atıklar artmaya devam ediyor. Pasifik okyanusundaki devasa plastik atık yığınının kapladığı alan 3 buçuk milyon kilometrekareyi (Türkiye’nin yüz ölçümünün 5 katı) aştı ve artık “Yedinci kıta” olarak anılıyor.
Yeni kıtalar oluşturmaya başlayan bu atıkların yanı sıra, mikroskobik boyuttaki parçalardan oluşan mikroplastikler de dünyanın her yanına yayıldı. İnsanların yaşamadığı Arktik Denizi’nin dibinden tutun da dünyanın en yüksek noktası olan Everest Tepesi’ne (8.849m), denizdeki en derin nokta olan Mariana Çukuru’nun (-10.994m) dibinde bile mikroplastikler tespit edildi. Avustralya’daki İngiliz Milletler Topluluğu Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Örgütü’nün 2020’deki çalışmasına göre, okyanuslarda 14 milyon ton mikroplastik bulunuyor.
Dünyada plastik atığın olmadığı hiçbir yer kalmadı. İnsan bedeni de doğadan bağımsız değil. Araştırmalar gösteriyor ki mikroplastikler birçok canlıda olduğu gibi insan vücudunda da mevcut. Plastik biberonlardan karton kahve bardaklarına, mikroplastikler çeşitli ürünlerden sıcak gıdaların içine sızıyor, hücre zarından geçebildiği için vücudumuzda bir ömür boyu kalabiliyor. Mikroplastikler vücuda girdiğinde kanser ve kalp rahatsızlıkları riski artar. Ve anne karnındaki bebeğe dahi geçebiliyor.
Plastik krizinin doğuşu
Aslında plastik sağlam ve dayanıklı bir malzeme ve plastikten üretilmiş bir ürün de uzun süre kullanılabilir. Hatta 1950’li yıllara kadar bu şekilde kullanılmıştı. Plastikten üretilmiş dayanıklı ürünler yerine kullan-at dönemine geçiş ise kapitalist sistemin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendi. Plastik pazarının büyümesi gerekiyordu ve büyüdü de. Plastik krizi de tam bu noktada ivme kazanmaya başladı. Kapitalizm plastik sektöründeki büyüyememe sorunun çözümünü kullan-at yaklaşımında buldu. Fakat kullan-at ürünleri insanlara kabul ettirmek zor olacaktı. Hele ki savaştan, kıtlıktan yeni çıkılmışken ve savaş döneminde insanlara israf yapmamaları, onar-kullan gibi kampanyalarla telkin edilmişken... Şimdi tam tersi söyleniyordu. Bu geçişi sağlamak kolay olmayacaktı. Kullan-at propagandası, popüler kültür dergisi Life ile başlatıldı: Tek kullanımlık eşyalarla resmedilmiş mutlu bir çift üzerinden, temizliğe ayrılacak 40 saatten tasarruf edilebileceği gösteriliyordu.
Büyüme çabaları kullan-at modasının yaratılmasının yanı sıra planlı eskitme çalışmalarıyla da desteklendi. Naylon çoraplar ilk bulunduğu dönemde büyük bir talep oluşturmuştu örneğin, fakat aslında bir otomobili çekebilecek kadar dayanıklı ve sağlam ürünlerdi bunlar. Bu durum, çorapları alan insanların bir daha alma gereksinimlerini ortadan kaldırdı. Ve çoraplar bilinçli olarak kolayca yırtılacak şekilde üretilmeye başlandı. Bu, 20. yüzyıl başında otomobil ve ampul sektöründe de uygulanmaya başlanacak olan planlı eskitmenin ilk örneklerinden biriydi.
O gün kullan-at diyenlerler (egemenler), şimdi bize “tek kullanımlık plastikleri kaldırıyoruz” diyerek plastiklerin sözüm ona geri dönüşümüyle göz boyamaya çalışıyorlar.
Gelin bir de “sıfır atık” yaklaşımına ve geri dönüşüm söylemlerinin ardındaki hakikate bakalım. Plastikten uzaklaşma çabalarının öncüsü olan ve geri dönüşüm konusunda iddialı olan Avrupa Birliği’ni incelemenin bile yeterli olacağını düşünüyorum.
Geri dönüşüm rüyası, katliam müzesine dönüştü
AB plastik üreticilerinin raporuna göre, 2019’da 50,7 milyon ton plastik piyasaya sürülmüş, tabi rapor üreticilerin ağzından yazıldığı için “talep edildi” denmiş. Fakat 70 yıldır plastik satmak için ellerinden geleni artlarına koymadıklarını ve bunun aslında bir talep olmadığını biliyoruz.
2018’de AB’de 61,8 milyon ton plastik üretilmiş, 29,1 milyon ton plastik atık toplanmış. Toplanan atıkların yalnızca yüzde 32,5’i geri dönüştürülmüş. Bu arada dünya genelinde plastik atıkların sadece yüzde 14’ü dönüştürülmek üzere toplanıyor ve ancak yüzde beşi geri dönüştürülebiliyor. Yüzde 42,6’sı yakılarak enerji üretiminde kullanılmış, yüzde 24,9’u da toprağa gömülmüş. Bu üç seçeneğe de birazdan değineceğiz ama önce raporda olmayan çok tehlikeli bir algı yönetiminden bahsetmek lazım.
Avrupa Birliği 2018’de 2 milyon tona yakın plastik atığı ihraç etmiş. Bu atıklar geri dönüştürülmek için satılıyor/satın alınıyor. AB elinden çıkardığı bu atıkları kendi verileri içinde geri dönüştürülmüş olarak gösteriyor. Yıllardır Çin’e milyonlarca ton plastik atık satan Avrupa; 2017’de Çin’in bundan sonra plastik atık almayacağız demesi üzerine, Türkiye ve Malezya’yı yeni atık merkezi haline geldi. Türkiye’ye gönderilen, geri dönüştü denen atıkların büyük bir kısmı bugün Akdeniz'de, bir kısmı Adana kırsalında bir ekolojik katliam müzesine dönüşmüş haliyle görülebilir. Malezya’nın durumunun da farklı olmadığını tahmin edersiniz.
Gelelim Avrupa’nın plastik atıklara ne yaptığına...
Sıfırdan üretmektense geri dönüştürmek, karbon salımını sadece yüzde 10 oranında düşürür. İddia edildiği gibi yüzde 66’ya varan enerji tasarrufu sağlıyor oluşu teorik olarak mümkün görünse de atıkların toplanması, ayrıştırılması, ayrıştırılan atıkların temizlenmesi gibi işlemleri de hesaba kattığınızda gerçeklerden kopuk bir iddiadır. Ayrıca yıkama işlemi için oldukça fazla su ihtiyacı doğar ve bu yaklaşım iklim krizinin yarattığı su sorununu daha da büyütür. Ekolojik yıkımı kısmen azaltsa da geri dönüşmüş plastikler sürdürülebilir değildir.
Plastik yakarak enerji üretmek ise başlı başına bir felaket. Fosil yakıt yakmaktan hiçbir farkı olmayan bu işlem yeşile boyanarak bir de yenilenebilir enerji kategorisine dahil ediliyor. Oysa plastikler de yakıldığında -kömür ve doğalgaz kadar olmasa da- olağanüstü seviyede emisyon gerçekleşir. Karbon salımını sıfırlamamız gerekirken plastik yakmayı kabul edemeyiz. Buna rağmen AB ülkelerinin ve Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke plastik yakımını yeşil enerji olarak gösterip fonlamaya devam ediyor.
Plastiği gömmek ise, doğada türlerine bağlı olarak 400, 1000, 5000 yıl gibi sürelerde çözünen bu malzemenin hem toprağı kirlenmesiyle sonuçlanıyor, hem de bir süre atık gömme arazisi sorunu oluşturuyor.
Görüldüğü üzere, plastik ürünler AB’de dahi sürdürülebilir değildir.
Plastik konusuna ikinci yazıda tartışmaya devam edeceğim.
Onur Korkmaz