Ali Babacan, DEVA Partisi’nin kuruluş çalışmaları tamamladıktan sonra parti il kongreleriyle sahaya hızlı indi. Çorum, Bitlis il kongrelerinden sonra Cumartesi günü Diyarbakır il kongresine katıldı. Kongre öncesi Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Mehmet Kaya’nın ev sahipliğinde 21 iş örgütü temsilcisiyle bir araya geldi. Akşam yemeğinde Diyarbakır sivil toplum örgütü temsilcileriyle buluştu. Özel ve kapalı bir dizi toplantı yaptı. Diyarbakır sonrasında Batman, Tatvan ve Van kongrelerine katıldı. Diyarbakır’daki konuşma ve açıklamalarını baz alarak değerlendirme yapacağım.
Muhalif ve sosyal medyada görebildiğim kadarıyla kısmen yansıdı. Diyarbakırlı katılımcılar, Ali Babacan’ın verdiği mesajları ve konuşmasını genel olarak olumlu ve bu günün siyasal ortamda cesaretli bulmuşlar. Bir çok sivil toplum temsilcileri ile yaptığım telefon görüşmelerden edindiğim izlenim de bu doğrultuda. Bazıları görüşlerini medya ile paylaştı. Yeterli bulmayan az sayıda katılımcı da var. Katılımcıların çoğu dört yıl aradan sonra yok edilmek istenen barış umudunun canlandığından söz ettiler.
Ali Babacan, Diyarbakır çıkarmasında mevcut gerilimli ve çatışmalı siyasal ortamın dağılması, barış fikrinin zihinlerde yeniden canlanmasına önemli katkı yapabilecek nitelikte ve değerli tespit ve değerlendirmeler yapmış.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Diyarbakır’da her iki mekânda yapmış olduğu konuşmada önemli konulara ilişkin partisinin görüşlerini açıkladı. Türkiye’nin gündemine ilişkin neredeyse her konuda bu günkü iktidarla kıyaslandığında oldukça “özgürlükçü” bir yaklaşım sergilemiş. Konuşmanın kendi iç tutarlığı ve sistematikliği dikkat çekiyor. Dikkat çeken bir başka nokta Babacan İktidara karşı her konudaki eleştirilerini her gecen gün daha bir sertleştiriyor.
Toplantının başında, Kürtler ve Diyarbakırlılar için siyasal simge olan,Ankara Garı önünde katledilen 105 barış ve demokrasi insanını, Ceylan Önkol’u ve Tahir Elçi’yi anması, insanların konuşmasına daha bir dikkat kesilmesini sağlamış.
Nitekim kayyım atamalarına, ana dil konusuna, HDP’ye yönelik siyasi operasyonlara, Kürtçe tabelaların kaldırılmasına kadar geniş yelpazede çok farklı konularda önemli açıklamalarda bulunmuş. Bunlar, muhafazakâr Kürt seçmenin yüzünü AK Parti’den DEVA Parti’sine çevirmesine yol açacak nitelikte. Cumhur İttifakı karşıtı blok güçleniyor.
Sorunların tespitinde ve değerlendirilmesinde gösterilen cesaret, sorunun nasıl çözüleceği konusunun somutlanmasında gösterildiğini ne yazık ki göremedik. Temel ilkelerle yetinilmiş. Örneğin ana dilde eğitim gibi en bilinir konuda partinin bir projesi olmaması bir handikap.
Siyasal krizin düğüm noktası
Takip edebildiğim kadarıyla DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın konuşmasındaki “Seçilmiş insanların idari kararlarla bir sabah evlerinden alınıp götürüldüğünü görüyoruz. Bu kişiler ister belediye başkanı olsun, isterse belediye meclislerinde meclis üyesi olsun, isterse Ankara’da TBMM’de seçilmiş milletvekilleri olsun. Seçilmiş insan demek arkasında bazen 5 bin, bazen 500 bin, bazen 5 milyon insanın iradesi demek. Biz çok açık söylüyoruz, seçilmiş bir insanın görevden alınması sadece bağımsız yargı tarafından yapılabilir, aksi halde siz seçimleri anlamsızlaştırırsanız, sandığı anlamlaştırırsanız bu ülkede artık gerçek anlamda bir demokrasi var diyemeyiz. Ve insanlar artık başka çözüm yolları aramaya başlar. Oysa çözüm sadece ve sadece siyasette ve demokraside olmalı” şeklindeki tespit ve değerlendirmeler, konuşmasının can alıcı noktasını oluşturuyor.
Seçimlerin ve sandığın anlamsızlaştırmasının demokrasiyi ortadan kaldırdığı tespitini dile getirmiş olması hayati önemdedir. Muhalefet cephesinde ilk defa HDP’ye yönelik siyasi kırım operasyonlarına açık, net tanımlamalar getirilmiş oluyor. Siyasal krizin düğümünü oluşturan nokta tamda burasıdır. Kürt seçmeni etkisiz kılmak için “ne kadarsa o kadar demokrasiyi de ortadan kaldırmak”. Muhalefet, farkına varamadığı için etrafından dolandığı sorun bu.
Babacan’ın Diyarbakır’daki konuşmasının kalıcı bir politika olup olamayacağını izleyip göreceğiz. Bunun için DEVA Partisi’nin zamana ihtiyacı olduğundan söz edilebilir, doğrudur da. Ama Türkiye’nin fazla zamanı, hatta hiç zamanı yok. Keşke Babacan, HDP’liler tutuklandığında, genel başkan yardımcısı Mustafa Yeneroğlu’nun yerine konuşmasındaki gibi net açıklamayı, tutum almayı o zaman Ankara’da yapmış olsaydı.
Kandıra Cezaevinde 3 yıldır tutuklu bulunan Gültan Kışanak’ın“Kürt siyasetçilerin Ankara’da, Türk siyasetçilerin Diyarbakır’da söylediklerine bakarak değerlendirmek yanlıştır. Türk siyasetçilerin Ankara’da söylediklerine, biz Kürt siyasetçilerin ise Diyarbakır’da söylediklerine bakarsanız doğru değerlendirebilirsiniz. Çünkü siyasetçi Türkiye’de seçmenin hoşuna gideni söyler. Seçmen korkusu büyüktür” sözlerinin ne derece haklı ve yerinde olduğunu yaşayarak tecrübe edindik.
Hatırlamakta yarar var, 12 Ağustos 2005 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Diyarbakır’da tarihi TOKİ Evlerinin açılışında bir konuşma yapmıştı. Özetle: Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur. Bu sebeple ‘Kürt sorunu ne olacak?’ diyenlere diyorum ki bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur” demişti.
Bugün ise Kürt sorunu tanımlaması yapanlar, çözümünü isteyenler, savaşın durdurulmasını, barış talebini dillendirenler “terör örgütü” üyeliğinden tutuklanıyor, yargılanıyor. Siyaset yapma hakları ellerinden alınıyor.
Hoş Recep Tayyip Erdoğan Diyarbakır’a gitmeden iki gün önce (10 Ağustos 2005) Başbakanlık makamında ağırladığı 11 akademisyen, yazar ve gazeteciye “Kürt sorununu anayasal temelde demokratikleşerek çözeceğiz. Büyük devlet, geçmişiyle yüzleşmesini bilen devlettir” cümlesini TBMM çatısı altında kurarak bir ilke de imza atmıştı.
Daha sonra neler söylenmedi. Milliyetçiliği ayaklarının altına almaktan dahi söz etti. Şimdi ise, siyasi rotasını Türk milletçileri belirler oldu. MHP lideri Devlet Bahçeli sanki Cumhurbaşkanı 1. Yardımcısı gibi etkin konuma yükseltildi. Kürt siyasetine pragmatik yaklaşmak ve Kürt sorununu ve çözümünü araçsallaştırılmanın önlenemez sonucu AK Parti’yi sürüklediği yer.
Ana muhalefet partisi CHP gibi DEVA Partisi de bugün benzer bir sınavla karşı karşıya. Türk siyasetinin tıkanıklığını aşmada veya Türkiye siyasal krizinin aşılmasında Kürt sorununun ve Kürt seçmenin araçsallaştırılması riski var. Türk siyasetinin bu olağan tutumu bu kez aşılabilecek mi? Türk siyasetçiler çözümü Diyarbakır’daki gibi, Ankara’da, Konya’da veya İzmir’de de konuşabilecekler mi?
Ali Babacan’ın konuşmasının en zayıf yanı PKK’nın silahlı varlığına nasıl, hangi yol ve yöntemle son verilecek konusu oluşturuyor. AK Parti’nin Türk siyasetine bulaştırdığı, PKK/terör korkusu sezinleniyor. Çözüm Süreci üzerine yaptığı yanlış değerlendirmeler bu fikri güçlendiriyor. Çözüm sürecinin yanlış strateji olduğunu anladıklarını, bir al ver stratejisinin örgütü/PKK’yi güçlendirdiği ifade etmesi bir anlamda bir dizi çatışma çözümü deneyiminin dışında bir yol düşündüklerinin itirafı gibi. Bu konudan epey bir mesaiye ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor.
Hâlbuki partisinde PKK’nın silahlı varlığının kendiliğinden ortadan kaldırmayacağını bilen çok sayıda tecrübeli yönetici insan var. Silahın, şiddetin devre dışı bırakılması ile hakların tanımlanması süreci birbirinde kopartılamaz. Çatışma çözümü çalışmasında kıymetli olanda bu olsa gerek.
Hakan Tahmaz