Haftaya 2020-2021 eğitim-öğretim yılı başlamış olacak. Birçok ülkede pandeminin ikinci dalgası yaşanıyor. Bilim insanları, gelecek yılın ortalarına kadar, salgının inişler ve çıkışlarla böyle gideceğini söylüyor.
Bu yılın başında Covid-19 pandemisinin ilk aylarında, birçok ülke yönetimi, ne türden bir saldırıyla karşı karşıya olduğunun ayırdına varamadı, telaşla ve panikle hareket etti. Pandemi birçok yönetimi ve ülkeyi sarstı.
Son dönemlerde ise pandemi sürecinin olağanlaştırılmasına dair bir yaklaşım gözlemleniyor. Ölümler sıradanlaştı. Sağlık hizmetlerinin yetersizliği, sağlık emekçilerinin büyük risk altında felakete sürüklenmesi, hastane kapısında, bakım evlerinde ölüme terk edilen insan sayısı daha da arttı. Kapitalizmin iflası yaşanıyor.
İnsanlar pandemiyle yaşamaya alıştırılıyorlar. İnsanların tek yaşam güvencesi, kendi aldıkları önlemler. Kapitalist sistem, insanlara, maske, mesafe ve hijyen kurallarıyla, sınırlı tedbirlerle yaşama tutunmaktan başka bir yol bırakmadı. Çalışanın, üretenin, yoksulun, gelir düzeyi düşük olanın yaşam şansının azaldığı, büyük risk altında olduğu bir dönemdeyiz. Ekonomik çarkın dönmesi, piyasanın ayakta kalması için insan yaşamı tehlikeye atılıyor. Ama patronlar ve sermayeleri, vergi muafiyetleri ile ve teşviklerle koruma altındalar.
Bu koşullarda 2020-2021 eğitim-öğretim yılına endişeyle giriyoruz. Hepimizin çevresinde, ilköğretim çağına gelmiş çocuğunu okula göndermekten korkan insanlar var. Uzaktan eğitimin tam olarak nasıl yapılacağını bilen bir tek kişi yok.
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk kısa süre önce düzenlediği, yeni eğitim ve öğretim yılı hazırlıklarına ilişkin basın toplantısında, somut ve net bir plan açıklamadı. Eğitimin bu dönem ağırlıklı olarak uzaktan sürdürülmeye çalışılacağı anlaşılıyor. Ama riskleri bertaraf edecek, sorunların çözümüne ilişkin herhangi net bir şey yok.
Pandemi nedeniyle mart ayında eğitime ara verilmesi sonrası yaşan sorunları yokmuş gibi sayarak veya önemsemeyerek, yeni eğitim ve öğretim yılını başlatmak ülkeyi felakete sevk etmektir. Eğitim iş kolunda örgütlü sendikaların, eğitim uzmanlarının, velilerin eleştiri ve kaygılarını gidermek için herhangi bir çaba gösterilmemesi, toplumda “sağlık mı eğitim mi” ikileminin tartışılmasına yol açtı.
Mart ayının ortasında yüz yüze eğitime ara verildi ve uzaktan eğitime başlandı. Milli Eğitim Bakanı 1,5 milyon öğrencinin uzaktan eğitime ulaşamadığını açıkladı. Eğitim emekçilerinin sendikası Eğitim Sen ise 6 milyon öğrencinin uzaktan eğitime ulaşamadığını veya eğitim sürecinden tamamen koptuğunu açıkladı. Türkiye için bu sayıların her ikisi de oldukça büyük ve üzerinde düşünülmesi gereken sayılar.
Okulların uzun süre kapalı kaldığı olağandışı dönemlerde ve sonrasında, eğitime kalıcı olarak ara vermenin arttığı, çocuk işçiliğinin, çocuk yaşta evliliklerin arttığı, çocuk istismarının ciddi boyutlara ulaştığı, çeşitli dünya deneyimlerinden bilinen gerçekler.
Dahası, kamu okullarının kendi arasındaki eşitsizlikler, özel okullarla kamu okulları arasındaki eşitsizlikler, kırsal bölgelerdeki çocuklarla kentsel bölgelerdeki çocuklar arasındaki eşitsizlikler, özel eğitim alması gereken çocukların, anadili Türkçe olmayan çocukların yaşadıkları engeller, göçmen çocukların önündeki kısıtlılıklar eklendiğinde, ortada büyük bir sorun yumağı olduğu görülüyor.
Bu sorunların çözümü, Milli Eğitim Bakanının görevi ve sorumluluğu. Gerekli tedbirler alınarak, yeterli bütçe ayrılarak yüz yüze eğitimin başlatılması şarttır. Çünkü eğitim salt bilgiye ulaşmak değildir. Aynı zamanda sosyal, psikolojik, bedensel gelişim ve beceri edinmedir. Devlet, eğitim hakkını sağlayamadığı, garanti altına alamadığı özel durumlarda, öğrencilere uzaktan eğitim için gerekli olanakları sağlamak zorundadır. Çocukların eğitim hakkı da sağlık hakkı gibi hayati önemdedir. Ebeveynleri “eğitim mi sağlık mı” ikileminde bırakan, eğitim bakanı olamaz.
Yüz yüze eğitim için en kısa sürede okullara gerekli sağlık malzemeleri tedarik edilmeli, mesafeye ve sınıfların mevcudiyetlerine ilişkin gerekli düzenlemeler yapılmalı, ortak kullanım alanı olan lavabolar, kütüphaneler, bilgisayar odaları, laboratuvarlar, spor salonları hazır hale getirilmelidir. Millî Eğitim Bakanının bunları yapmamasının, olanaksızlıklarla bir ilgisi yoktur. Bu, paralı eğitim sisteminden yana bir siyasal tercihtir. Başka hiçbir anlamı olamaz. Son dönemde, özel okulların dolaşıma soktuğu pandemi tedbirlerine ilişkin reklam filmleri dikkat çekicidir. Özel okulların alabildiği tedbirleri kamunun alamaması söz konusu olamaz.
Bakan Ziya Selçuk’un basın toplantısında söylediği, “öğretmen maaşlarının eğitimin yükü olduğu” itirafı, paralı eğitimden yana yaklaşımının bir sonucudur. Eğitime yeterli bütçe ayrılmamasının sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Anayasa ve uluslararası sözleşmeler, kamusal eğitim hakkını, tartışmasız, herkesin en temel hakkı olarak görür. Bu hakkın ortadan kaldırılması savaş koşullarında dahi mümkün değildir.
Eğitim alanında atılan adımlar, telafisi mümkün olmayacak sonuçlar yaratabilir. Sadece eğitim emekçilerinin, öğrencilerin değil, söz konusu olan tüm toplumun sağlık hakkı.
Bakanın açıkladığı biçimde ve mevcut koşullarda okullarda zilin çalması, toplumda ölümleri artıracak, sağlık alanında daha da şiddetli alarm verdirecektir. Eğitim sistemini tümden çökertecektir.
Ortaya çıkacak olası sonuçlar, çocuklarını okula göndermemeyi tercih eden ebeveynlerin sayısının beklenenden çok daha yüksek olması. Eğitimden tümden uzaklaşan öğrenci sayısının tahminlerin çok çok ötesine geçmesi ve son olarak özel okul tercihlerinin hızla artması olacaktır.
Hakan Tahmaz