1 Eylül dünya barış günü vesilesiyle, tekrar Türkiye’nin barışını konuşmak, tartışmak ve düşünmekte sayısız yarar var. AKP, 18 yıldır toplumun birçok sorununu kendi iktidarı için araçsallaştırdığı barışı arayışlarını ve çözüm sürecini de araçsallaştırdı.
Çözüm Süreci’nin akamete uğraması ve sonrasında yaşanan büyük yıkımlar, kıyımlar, geliştirilmek istenen Kürt karşıtlığı, barış söz konusu olduğunda kimsenin günahsız olmadığı düşündürüyor. Çatışma, savaş, çözümsüzlük isteyenler/barış karşıtları, çoğu kere başarıya, barış/çözüm isteyenlerin eksikleri, yanlışları veya yetmezlikleri sonucu ulaştılar.
İnsanlık tarihinde çoğu kez böyle olmuştur. 21. Yüzyılda, dünyanın neredeyse üçte ikisinde farklı düzeylerde ve çeşitli alanlarda çatışma ve savaşlar sürüyor. Bir anlamda kapitalist dünya düzeni, savaş düzeni. Başka bir dünya isteyenler, hayatın özü olan barışın galebe çalması için, daha stratejik mücadele etmekle mükellefler. Bu, 21. yüzyılda insan olma gereği ve sorumluğu.
Barış, başkaları için değil, kendimiz için yaşamdan, silahların, şiddetin, her türlü ayrımcılığın, cinsiyetçiliğin, tehdit ve baskının yaşamdan çıkarılması mücadelesidir. Güç mücadelesi veya güç gösterisi değildir. Hakkın tanınma ve haklı olma mücadelesi olarak geliştirildiğinde, toplumsal dönüşüme hizmet edebilir. Güçlü olanın haklı göründüğü, algılandığı dünyanın değiştirilmesi sorunuyla karşı karşıyayız. Barış mücadelesi herkesin, öz, evrensel insan haklarını özgürce değerlendirebildiği ve kullanabildiği bir ülke yaratma mücadelesidir. Halkların, haklarına kavuşmak için yaşadıkları acıları hissetmek ve anlamaktır.
Barış mücadelesi siyasi muktedirlerin kötülüklerini teşhirine, basit propaganda faaliyetine indirilemez. Toplumu uyarıcı ve dönüştürücü bir tarz, dil ve içerikte yürütülmek durumunda.
Sivil toplum
Sivil toplum kurumları dünyada bir çok ülkesinde çatışma çözümü çalışmasında, değişik alanlarda ve farklı konularda işlevli, etkili çok boyutlu görev ve sorumluklar üstlenmişlerdir. Bizde ise çeşitli araştırmalar durumun park olmadığını gösteriyor. Daha detaylı bilgi için araştırmacı Cuma Çiçek’in Barış Vakfı için hazırladığı Çözüm Süreci’nde STK’lar raporuna bakılabilir: http://barisvakfi.org/2017_turkce_rapor.pdf
2013-2015 çözüm süreci deneyimi de dahil azımsanmayacak bir birikime sahibiz. Barışa cesaret edemeyenlerin özgür yarını olamayacağını yeteri kadar tecrübe edindik.
Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin yapısal sorunlarını ve büyük ölçüde çözümü beli. Dayanışmadan, paylaşımdan ve örgütsel bağımsızlıktan uzak, toplumsal güvenirliği zayıf, uzmanlıkları sınırlı, siyasetin arka bahçesi olmaya meyilli ve esnekliğe sahip olmayan sivil toplum örgütlerinin barış arayışlarında ciddiye alınır bir etkisinin olamadığını, çözüm sürecinde yaşanarak öğrenildi. Bundan sonrası için önemli olan bunların tekrarlanmaması ve doğru dersler çıkarılması.
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının bir denetim mekanizması olduğu veya görevlerinin esas olarak iktidarı/devleti denetlemek olduğuna ilişkin ciddi yanlış bir algı ve kavrayış var. Devlet veya hükümet politikalarını destekleme amaçlı sivil kurumlar, şimdilik tümden tartışma dışı, onlar bir tür resmî kurumlar.
Diğer yandan sivil toplum kurumları, çatışma çözümünde etkili olabilmek için kendi sınırlarını bilmek ve doğru tanımlamak zorunda. Barış süreçlerinin gidişatını, merkezi aktörler/çalışmalar kadar, yerel çalışmaların /yerel sivil toplum kurumlarının belirlediği, çeşitli çalışmalarda tecrübe edilmiş bir konu.
Barışın inşası için tarafları barışa zorlayacak ve toplumsal itici gücün yaratılması, yerel barış çalışmalarının doğru talep ve stratejiyle, toplumun farklı geniş kesimlerinin sürece katarak, yaygın çalışmayla ve zamanı verimli kullanarak mümkün olabilir.
Bizde çözüm sürecinde ise, barış çalışması yürütenlerin neredeyse tamamı, daha çok birinci halka görüşme olarak tanımlanan, merkezi görüşmelerin etrafına kümelenen bir çalışma yürüttüler. Akil İnsanlar Heyetlerinin yaptığı, kısa süreli ve barış sürecinin toplumsal meşruiyetini güçlendirmekten başka bir hedefi ve amacı olmayan çalışmalar dışında, iki yıl boyunca yaygın, tabanda bir çalışma olmadı.
Sivil toplum kurumları için önemli bir başka konu veya sorun şu: Barış çalışmasında sizin (kişisel veya kurumsal) kendinizi nasıl tanımladığınız önemli, ama bundan çok daha önemlisi karşı tarafın (devletin ya da örgütün) sizi nasıl değerlendirdiği, tanımladığı veya algıladığı önemlidir. Kendinizi tanımlamanız, diyalogun kapısını aralamadığı gibi, barış çalışmalarının en önemli unsuru olan güveni dahi asgari düzeyde sağlamaya yetmeyebilir. Çatışma çözümü çalışan sivil toplum kurumları bu hususu dikkate almak durumunda. Sorunun çözümü, kelimenin gerçek anlamıyla çoğulcu ve alanında uzmanlaşmış kadro, birikim ve donanıma sahip sivil toplum kurumu olmakta saklı.
Barış çalışmasında dil meselesi de hassas konuların başında geliyor. Kürt meselesi zaten yeterince sert ve aşırı siyasallaşmış bir sorun. Bu nedenle de sivil toplum çalışmalarında yürütürken ve kendine alan yaratmada zorlanıyor. Siyasi hüküm, yargı ifade eden dil önyargıları yıkmakta ve sorunun kavranmasında güçlükler çıkarıyor. Barış arayışının sürekliğini sağlamanın önkoşulu, diyalog aşamasında güvensizliği azaltmak, doğru duymak, doğru anlamak ve doğru içselleştirmektir.
Sivil toplum örgütleri, diyalog ve müzakere aşamalarında, siyasi taraflardan farklı olarak, sürecin ilerlemesine ve mikro düzeyde dar sorunların çözümüne odaklandıklarında, kendi gerçek işlevlerini yerine getirmiş olurlar. Sivil toplum örgütleri, siyasi tarafları fazla etkisi altında çalışma yapmamak zorundalar. Mazlumun haklarına etkin savunmak, sorunların şiddetsiz çözümü esas amaç olmalı. Aynılaşmanın barış çalışmasına katkısı sınırlı olur.
Yurtta sulh cihanda sulh sözünü hayatımızda sahici bir yere yerleştirmek ve anlamlı hale getirmek için barış mücadelesini geliştirmek ve yaygınlaştırmak mecburiyetimiz var. Onurlu ve insanca yaşamanın başka yolu yok. Bugün tarafları diyaloga veya masaya oturmaya zorlamadan önce, toplumda barış ve çözüm fikrini yeniden diriltmeye, sivil toplum kurumları arasında dayanışmayı, bilgi ve deneyim paylaşımını geliştirmeye ve çeşitli konularda uzmanlaşma çalışmalarına ağırlık vermeli. Bu çalışmaların etkili ve yaygın bir şekilde yürütülmesi çözümün yeni aktörlerinin, yeni yol ve yöntemlerinin belirmesine önemli katkı olur.
Çözümün en önemli parçası şiddet kullananları siyasal zemine çekmeyi başaracak, demokratik siyasal zemini güçlendirecek, katılımcılığı geliştirecek yol haritasıyla hukuk ve adaleti tesis etmektir. Yol haritası var, belli iddiasında bulunan ya gerçeği söylemiyor ya da 4 yıldır yaşanan değişimin ayırdında değildir.