Aylardır korkulan oldu. 36 askerin ölüm haberi ülkeyi yasa boğdu. Suriyeli mültecilerin sınır dışı edilmesi büyük bir insanlık dramı yarattı. Öfke, acı yüreklere sığmaz oldu. Her türlü gerçeği dillendirmenin vatan hainliği ile yaftalandığı ve keyfiyetin hüküm sürdüğü bir dönem yaşanıyor.
İktidar Bloğu, Türkiye’nin Suriye politikasına ilişkin eleştiri, uyarı yapanları, karşı çıkanları susturmaya çalışıyor. Gerçekler gizlenmeye çalışıldı. Gerçek her zaman acımasızdır, beklenmedik bir anda, öngörülmeyen yol ve yöntemle kendini açık eder.
Son günlerde Suriye konusunda olup, biten tamda budur. Gerçeğin bütün çıplak haliyle görülmesine, algılanmasına, farkına varılmasına, kavranmasına ve kabul edilmesine fırsat sunuyor. Türkiye’nin Suriye politikası duvara tosladı. Bu politikalarda ısrarın rasyonel bir yanı yoktur, sürdürmenin bir imkânı kaldı.
Türkiye’nin politikasının esasını Kürt karşıtlığı, mezhepçilik eksenli yanlış güvenlik algısı ve bölgesel güç olma/yayılma sevdası oluşturdu. Bölgedeki gelişmeleri tek başına yönlendirmek, küresel dengeleri ve gerçekleri değiştirme vehmine kapılmak, hariciye teamüllerini ve küresel dinamikleri hafife almak, birçok evrensel ve insanı değeri araçsallaştırmak gibi davranışlar ortaya çıktı.
Ankara’nın Osmanlı özlemiyle içerde ve dışarda Kürt realitesini kavramayan Ortadoğu’da etkin güç olma ataklarının başarısızlığıdır, bugün yaşananlar. Hiç kuşkusuz Türkiye’nin Kürt politikası, Kürtlerin kaybetmesine yol açıyor ama bu politikalar halklar arasında düşmanlık yaratıyor ve Türkiye’nin de kaybetmesini getiriyor.
Bu yaklaşımla şekillendirilen politikalar, başka bir ülkenin (Suriye’nin) egemenlik alanına askeri ve siyasi müdahalenin yol açtığı sorunlar hafife alındı. Müslüman Kardeşler örgütü uzantısı, cihatçı silahlı muhalif grupları, Suriye muhalif ordusu ilan ederek meşrulaşmaya çalışmak, Suriye konusunda yalnızlaşmayı hızlandıran hamle oldu. İçerde ve dışarda sürdürülen savaş, maddi temeli ve gerçekliği olmayan “beka sorunu” ile izah etmeye çalışarak, uluslararası hukuku ve barış hakkını ilga etti.
Astana, Soçi görüşmelerinin gereklerini yerine getirmenin bu yaklaşımlar nedeniyle imkânsız olduğu açık. Nitekim muhaliflerin ağır silahlardan arındırılacağı sözü yerine getiril(e)medi. Hatta tam aksine iddialar basında yer aldı. Rusya, Türk askerini bombalamadan kısa bir önce, cihatçı muhalif silahlı güçlerin, Suriye ordusuna yönelik taciz atışları yaptığı iddiaları Ankara’da yaygın.
Mülteciler
Son günlerde birinci derece yetkililerin yaptığı açıklamalar dahi, Türkiye’nin sıkıştığını aleni bir biçimde gözler önüne seriyor. Hezimet yol açan Suriye politikası sonunda mülteci karşıtlığı, ırkçılık ve Batı karşıtlığı kışkırtılarak ve siyasi gerçekler tersyüz edilerek toplum zehirleniyor.
İdlib’de yaşananlar siyasi, ekonomik ve askeri güç ile emperyal istekler arasındaki asimetrik dengesizliğin tipik örneği olarak tarihe geçecek. Ama bu görülmeyip hala yeni askeri operasyonlara ve siyasal güç kullanımına devam ediliyor. Bahar Kalkanı Harekâtından ısrar ediliyor.
Aslında Türkiye strateji üretme kabiliyetini yitireli çok oldu. Duygusal ve refleks veren politikalarla bir gün Rusya’ya bir gün ABD’ye doğru salınıyor. ÖSO ve HTŞ ile ilişkileri Türkiye’yi sıkıştırmaya daha çok devam edeceğe benziyor.
Savaş ve Suriyeli Mültecilerin hayatlarını siyasi şantaj aracı olarak kullanmanın utancı yaşatılıyor Türkiye’ye. Sıkışmışlığını, Avrupa ülkelerinden ekonomik destek koparmak gibi pespaye amaçlar için, insanlık trajedilerine yol açan sınır kapılarını açma tehditleriyle, siyasal şantajla aşmaya çalışıyor. 21. Yüzyılın dünyasında, insanlık onurunun ayaklar altına alındığı manzaralarla karşı karşıya kalmamıza yol açan, insanlık onurunu yok sayan uygulamalar yapılıyor.
Ankara, 4 milyona yakın Suriyeli mültecinin duygularıyla, çaresizlikleriyle, yaşamlarıyla oynayarak, Batı ülkelerini dize getirmek, yanına çekmek gibi çirkin ve kirli bir oyunun aktörü olarak hafızalara kazındı.
Suriyeli Mülteciler Derneğinin 14 Şubat 2020 tarihinde açıkladığı son rakamlara göre Türkiye’de bulunan Suriyeli mülteci sayısı 3 milyon 585 bin 209 kişi. Bunların 1 milyon 660 bin 581 kişisi 0-18 yaş arasında. 10 yaş altı çocuk sayısı 1 milyon 372, kadın sayısı 2 milyon 521 bin 416 gibi korkunç düzeylere yükselmiş durumda.
Türkiye, Rusya ile yaşanan gerilimi düşürmek ve soruna çözüm bulmak için masada buluşmaya hazırlanırken, Suriyeli mültecileri sınır dışı ediyor. Yunanistan hükümetinin uluslararası hukuka aykırı tutumunu keyifle izliyor. Suriye savaşında siyasal şantaj olarak değerlendirilen/meze yapılan mülteciler, çaresizce yaşama tutunmaya çalışmalarından keyif alanlar kapladı ortalığı. Kurulan can pazarının vebali altındayız. Tüccar zihniyetliler, ana sütü kokan çocukları sınır boylarında gaza boyuyorlar, gözyaşları, tazyikli su birbirine karışıyor.
Türkiye, insanlık değerlerinden oldukça uzaklara düştü. Osmanlı hayali için insanlıktan çıkmaya değer mi diye sormak gerek. Yaşamını yitiren 36 insanımızın ile bu mülteci trajedisinin sorumluların adresinin aynı olduğunun farkına varılmaması, savaşı durduramamamızın utancı yaşatıyor.
Son günlerde yaygınlaştıran nefret söylemi, ırkçılık, mülteci karşıtlığı çok büyük tehlikeli bir tırmanışa geçti. Toplum Türkiye’ye açılan derin kuyunun farkına varılmış değil. Bu kuyunun içine yuvarlanmak ise an meselesi. Sınır kapılarında mültecilere yaşatılanlar, Maraş’ta, Samsun’da Suriyelilere dönük ırkçı saldırılar, Ege sunaların mülteci botunu batırma girişimleri bu gidişin işaret fişeğidir. Sularda savrulan Suriyeli çocuklar, bebekler değil bizim insanlığımız. Her saat insanlıktan çıkmışların davranışlarını görsel medya izliyor yazılı medyada okuyoruz utançla. Bizim utancımızda Osmanlıya özenen birleri ise keyiften dört köşeler.
Hakan Tahmaz