AKP iktidar olduğu, askeri vesayetin müdahaleleri nedeniyle oy oranlarını artırdığı hemen her seçimin ardından AKP’yi yenmenin, geriletmenin yolunun bu partinin tabanındaki kitleleri kazanmaktan geçtiğini anlattık, durduk.
Tabiri caizse, Sosyalist İşçi gazetesinin dilinde tüy bitti bu gerçeği anlatmaktan.
Bu gerçek, AKP tabanının şeytanlaştırılmasını bütünüyle dışlayan bir yaklaşım demekti. AKP tabanının adaletsizlikten, darbelerden, özgürlükler üzerindeki baskıdan ve eşitsizlikten rahatsız olan kadın ve erkek emekçi ve yoksulları da içerdiğini kavramak önemliydi. Bu kitlelerle temas etmek, hem devletin açık ve derin güçlerinin hem de esas olarak dönemin ana akım siyasal aktörlerinin ezici çoğunluğunun kabul edebileceği bir hedef değildi, olamazdı.
O günlerde herkes biraz Mine G. Kırıkkanat’tı. Milyonlarca insan bidon kafalı, cahil, yobaz ilan edilmişti. O günlerde bırakalım AKP’nin tabanından emekçileri kazanmayı, AKP’yi demokratik yöntemlerle safdışı etme hedefi bile bu partiyi normalleştirmek, olağanlaştırmak olarak algılanıyordu. Bugün birileri, İmamoğlu’na İslamcı bir patron diye oy vermiyor. Bu eğilimin kökenleri işte 2000’li yılların başındaki bu tartışmalarda yatıyor.
AKP’nin tabanının eşitlik ve adalet için çıkarttığı sesi AKP liderliğini de teşhir ederek, bu partinin eşitlik ve adaleti tesis etmesi mümkün olmayan bir burjuva partisi olduğunu kendi tabanına anlatmak en önemli devrimci görevlerdendi. Bu örneğin zirvesine “Yetmez ama evet” kampanyasında çıkan bir politik hattı ve en makul solcu geçinenler dahi, askeri darbelere karşı çıkmayı ama AKP liderliğinin askeri darbelerle yüzleşmesinin mümkün olmadığını aynı anda anlatan politikaları AKP’ye coşkulu destek olarak kodladılar. Bu kodlama bu türden solcuların doğasında var. Misak-ı Milli’nin ideolojik ve politik sınırlarının içinde düşünüyorlar ve bu sığlık öylesine saçma tartışmalara neden oluyor ki sık sık AKP’nin yoksullardan oy alan bir parti olduğunu, yani işçi sınıfının önemli kesimlerinin bu partiye oy verdiğini kanıtlamaya çalışmak zorunda kalıyoruz.
AKP tabanını kendi özgürlükçü, antikapitalist, emekten yana ve askeri vesayetin ve vesayetçiliğin her türden görünümüne karşı çıkan bir kitlesel odağın eylemlerine, programına kazanma fırsatı varken, bu fırsat el birliğiyle bir kenara itildi. AKP’nin tabanında haksızlıklara karşı çıkan bir kitleden söz ettiğimiz her seferinde, inanılmaz bir suç işleniyormuş gibi davranıldı.
AKP tabanında emekçiler var dediğimizde, liberaller, “yetmez ama evetçiler”, “gericiliğe taviz” verenler diyerek, bir gerçeği karalamaya, görünmez kılmaya çalışanlara, bu taban ilk mesajını, 2010 referandumunda vermişti. Reformlardan yana tutum almış ve darbeciliğe karşı çıkmıştı. Sonra 2015 yılının 7 Haziran’ında yapılan seçimlerde, önemli bir AKP kitlesi AKP’yi boykot etmişti. Ardından 16 Nisan referandumunda 31 Mart’ın işaretlerini vermişti aynı kitle. 31 Mart’ta sadece İstanbul’da sandığa gitmeyen yaklaşık 400 bin AKP’li olduğu hesaplandı. İmamoğlu yaklaşık 13 bin oy farkıyla kazanmıştı ama AKP’ye oy vermeyen yaklaşık 400 bin kişi yine de görülmemişti. 23 Haziran’da, AKP’nin AKP tabanı tarafından, bu partiye oy vermeyen kitleler tarafından yenildiğini görmek istemeyen hala görmemeye çalışabilirler. Ama 31 Mart’ta atılan 13 bin oy farkı, 23 Haziran’da 806 bin oyluk farka fırladı.
İmamoğlu’nun hakkı gasp edilince, olağan koşullarda AKP’ye oy vermesi gereken kitleler, İmamoğlu’na oy verdiler.
Üstelik, bu sefer, 7 Haziran 2015’ten çok daha farklı bir koşulla karşı karşıyayız. 7 Haziran seçimlerinde kendi partilerini boykot eden kitleler, şimdi partilerinden koptular. İmamoğlu’na oy verdiler. İstanbul’da AKP’nin önde olduğu ilçelerde İmamoğlu’nun 23 Haziran seçimlerinde aldığı oylar bunu gösteriyor. Beyoğlu ve Üsküdar örneklerine bakabiliriz: Üsküdar’da 31 Mart’ta Binali Yıldırım 1000 oy farkıyla öndeyken, 23 Haziran’da bir önceki seçime göre 32 bin oy fazla almış İmamoğlu. Binali Yıldırım yaklaşık 10 bin oy kaybetmiş. Beyoğlu’nda ise 31 Mart’ta 67 bine 80 bin oyla Binali Yıldırım öndeyken, 23 Haziran’da İmamoğlu 13 bin oy farkını kapatıp 1000 oy da fazla almış Yıldırım’dan.
Bu durum, sadece yıllardır anlattıklarımızın doğruluğunu kanıtlamakla kalmıyor, gerçekçi bir antikapitalist muhalefetin önüne, adaletsizliklere, ekonomik krizin faturasını ödemeye tepki duyduğu için seçimlerde İmamoğlu’na ya da AKP-MHP karşısındaki adaylara oy veren kitlelerle birleşik bir mücadelenin nasıl örülebileceği sorusunu koyuyor.
Birkaç ay öncesine kadar hiçbir değişim umudu olmadığını düşünenler, gerçekten tüm ağırlığıyla içinde soluk aldığımız korku atmosferinin yerle bir olduğunu gördüler. Kitleler halinde siyasal tercih değişimidir tanık olduğumuz.
Bu değişiklik, bir belediye seçimiyle her şeyin çok güzel olacağı propagandasıyla Ekremizm ve CHP’cilik olarak mı sönümlendirilecek yoksa işçi sınıfının birleşik mücadelesini örüp bunun içinde, hem AKP-MHP’ye karşı hem de CHP’ciliğe karşı, hem otoriter uygulamalara karşı hem de Kemalizmin her türünden ama özellikle sol soslu türlerinden bağımsız bir politik alternatif mi geliştireceğiz.
Krizin faturasını patronlara ödeteceksek, göçmen düşmanlığını ve ırkçılığı durduracaksak, yeniden bir barış sürecinin köprülerini inşa edeceksek, kitlesel, bağımsız, antikapitalist ve işçi sınıfına yaslanan bir alternatifi inşa etmeliyiz.
Şenol Karakaş
(Sosyalist İşçi)