Savaşa karşı sosyalist tutum

12.04.2022 - 21:32

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali haftalardır devam ediyor. Dünyanın birçok yerinde savaş karşıtları kollarını sıvadı ve sokağa çıkmaya başladı. Rusya’nın bugünkü başarısızlığı, bir ölçüde, dünya kamuoyunu hiçbir şekilde bu savaşın haklılığına ikna edememesine bağlı. ABD’nin 2003’teki Irak işgalindeki kadar kitlesel eylemler yapılamasa da savaş karşıtı hareket bu kadarını sağlamayı başardı.

Devrimci sosyalistler açısından savaşa karşı olmanın çok köklü bir teorik arkaplanı var. Bu geleneği alıp her ülkedeki somut siyasi koşullara uyguluyoruz ve buna göre önceliklerimizi belirliyoruz.

Bundan bir yüzyıl önce, sosyalistler, herkesin gelmekte olduğunu gördüğü emperyalist paylaşım savaşına karşı alınacak tutumu tartışıyordu. Savaş başlamadan önce, çoğu ülkedeki sosyalistler, bunun işçi sınıfının aleyhine olacağını ve her yerde barış propagandası yapmaları gerektiğini kabulleniyorlardı. Fakat aynı dönem, bir yandan da dünyadaki en kitlesel sosyalist parti olan Alman SPD’sinin liderliğindeki reformist eğilimlerin, yani dünyayı değiştirmenin yolunun Marx’ın iddia ettiği gibi bir devrim değil parlamenter çoğunluğu ele geçirmek olduğunu savunan görüşlerin baskın olmaya başladığı yıllardı.

İşçi sınıfının yığınsal eylemliliğinin yerine devlet mekanizmalarını seçimlerle ele geçirmeyi koyan bu anlayış, I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde kendi devletinden yana tutum aldı, savaş bütçesini onayladı. Bu, enternasyonalizme ve dünya işçi sınıfına yapılmış büyük bir ihanetti. Başka ülkelerdeki sosyalist partiler de benzer yolları izleyerek kendi hükümetlerine destek verdiler.

Her ülkede, işçi sınıfına öncülük etmesi beklenen partiler, kendi egemen sınıflarının emperyalist paylaşım savaşındaki çıkarları doğrultusunda gelişen militarist politikalarına eklemlendiler. Milliyetçi histeriye, her ülkeden işçilerin diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerini düşman olarak görmesini sağlayan savaş atmosferine teslim oldular.

Zimmervald solu

Fakat manzara bütünüyle bundan ibaret değildi. İsviçre’nin Zimmervald köyünde bir grup sosyalist, hareket içerisindeki bu duruma itiraz etmek için buluştu. O dönem, savaşa karşı çıkan sosyalistleri iki at arabasına doldurmanın mümkün olması, konferansa katılanların arasında bir espri konusu olmuştu. Üstelik bu konferansa katılanların bile çok çok azı (37 delegenin 6’sı) Lenin ve Bolşeviklerin tezlerini desteklemişti. Bu tezler, emperyalist paylaşım savaşlarında her ülkedeki sosyalistlerin öncelikli ve asıl olarak kendi egemen sınıflarını hedef alan bir siyasi program ortaya koyması gerektiğini, herhangi bir ortalamacı barış söylemine teslim olmaması gerektiğini öneriyordu.

Mücadele için verilen en küçük emeğin bile boşa gitmeyeceğini doğrularcasına, Zimmervald’daki mütevazı çaba muazzam sonuçlar doğurdu. Rusya’da Bolşevikler, I. Dünya Savaşı’na karşı “devrimci yenilgicilik” tezini geliştirdi. Buna göre, her ülkedeki devrimciler, emperyalist paylaşım savaşında kendi devletlerinin yenilgisi için çalışacaklardı. Bununla birlikte Almanya’da Rosa Luxembourg ile Karl Liebknecht “Asıl düşman içeridedir” diyerek barış bayrağını yükselttiler. Ve nitekim milyonlarca işçinin ölümüne yol açan I. Dünya Savaşı, 1917-1923 arasında Rusya ve Almanya’da gerçekleşen işçi devrimleri ile sona erdi. Sosyalist İşçi gazetesi olarak biz bu savaş karşıtı geleneğin mirasçısı olmakla iftihar ediyoruz.

Nasıl bir savaş karşıtlığı?

Solda ise Ukrayna savaşında görüldüğü üzere böylesi durumlarda nasıl tutum alınması gerektiği konusunda kafalar karışık. Rusya’nın işgalini lanetlemek “NATO destekçiliği” olarak kodlanmak isteniyor. Despot bir liderin komutasındaki ordunun bir ülkeyi işgal edip başkentine yürüme çabası, “faşizme karşı mücadele” gibi sunulmak isteniyor. Bu anlayışın ardında savaşların ve emperyalizmin doğasına dair yanlış analizler yatıyor.

Emperyalizm, sosyalist hareket içerisinde yıllar içerisinde geliştirilen teoriye göre, kapitalizmin en son aşaması ve farklı sermaye gruplarıyla onları koruyup kollayan devletlerin arasında rekabete dayanan hiyerarşiyi ifade ediyor. Savaşlar bu rekabet modelinin sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Stalinizmin baskın olduğu sol ise dünyayı “ilericiler” ve “gericiler/emperyalistler” diye kodlanan iki bloktan ibaret görüyor. Bu anlayış, Soğuk Savaş döneminden kalma. Bu yıllarda SSCB ve müteffikleri “ilerici blok” olarak görülüyor, onlarla çıkarları çelişen devletler ise “emperyalizm” olarak kodlanıyordu. SSCB ve Doğu Bloku’nu devlet kapitalisti olarak gören bizim geleneğimiz ise o yıllarda da “Ne Washington ne Moskova! Yaşasın enternasyonal sosyalizm” sloganını baz alıyordu.

Bugün SSCB yıkılmış, “reel sosyalizm” denilen Stalinizm çökmüş olmasına rağmen, solda epeyce bir kesim hâlâ Rusya/Çin ve müttefiklerini emperyalizme karşı direnen bir tür güç olarak adlandırıyor. Bu da Rusya’nın, herhangi bir kapitalist devlet olarak geliştirdiği tüm savaş politikalarına utangaçça eklemlenmeye, hatta onları savunmaya götürüyor solu.

Barış mücadelesini yükseltelim!

Bu sol açısından kabul edilemez ve utanç verici bir tutumdur. Elbette soldaki bir diğer eğilim olan utangaç NATO destekçiliğine veya onu maruz görmeye de karşı çıkmak gerekir. NATO dünyanın en büyük terör örgütüdür ve dağıtılmalıdır. Türkiye bu eli kanlı birlikten derhal ayrılmalıdır. Ancak NATO’nun öncülüğünü yaptığı savaşlar olduğu gibi, Rusya ve müttefiklerinin öncülüğünü yaptığı savaşlar da var ve bunlara karşı çıkmadan gerçek, prensipli bir barış savunuculuğundan söz edilemez.

Rusya dünyanın birçok yerinde savaşlar çıkaran, NATO’ya karşı kendi müttefikleri olan, kendi yayılmacı amaçları doğrultusunda davranan önemlice bir kapitalist devletttir. Dünyanın en güçlü ordularından birine sahiptir. Dünyanın en önemli iki ekonomik gücünden biri olan Çin’e yaslanmaktadır. Suriye’de, Libya’da, Ukrayna’da katliamlar yapmaktadır. Putincilikten işçi sınıfının müttefiki, ona yarayacak bir sonuç çıkması mümkün değildir.

Dolayısıyla savaşa karşı doğru tutum tartışılırken en başta Rusya’nın Ukrayna işgaline son vermesi talebi gelmelidir. Burada Rusya’da cesurca sokaklara çıkan tüm barış aktivistlerinin yanındayız. Bunun yanında elbette Ukrayna hükümetine veya NATO’ya asla destek verilmemelidir. Savaşa karşı aşağıdan gelişen halk direnişleriyle dayanışma içerisindeyiz. Ancak NATO’nun müdahalelerine, ABD’ye, Rus işçi sınıfının yanı sıra Batılı ülkelerdeki işçileri de hedef alacak ve zayıflatacak yaptırımlara karşıyız. Barış için Ukrayna, Rusya ve tüm diğer ülkelerdeki işçilerin kardeşçe birliğini kurmak için örgütlenmeye devam edeceğiz.

Ozan Tekin

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol