Kapitalizmin çoklu krizine çare: Sosyalizm

02.06.2021 - 13:49

Ozan Tekin, kapitalizmin canlı yaşamına kasteden bir sistem olduğunun pandemiyle birlikte milyonlarca insan tarafından görülmeye başlamasını analiz ediyor.

Albert Einstein, 1949 tarihli “Neden sosyalizm?” başlıklı makalesinde, kapitalizmin toplumsal bilinci sakatladığını anlattıktan sonra, sosyalist bir düzende eğitimin “bugün olduğu gibi gücün ve başarının yüceltilmesi yerine, diğerlerine karşı sorumluluk duygusu yaratmaya yönelik olacağını” söyler. 

Covid-19’un bir yılı aşkın sürelik serüveninin sonunda geldiğimiz nokta, içinde yaşadığımız sınıflı toplumda, patronların ve onların koruyucularının diğerlerine karşı hiçbir sorumluluk tanımadığını gösteriyor. Aşısı bulunmuş olan çok tehlikeli bir salgın hastalık nedeniyle insanlar ölmeye devam ediyor; çünkü artı değer sömürüsü üzerinden kâr elde etme ve kâr edenlerin rekabeti üzerinden şekillenmiş bir sistemde, aşıların patentlerinin kaldırılmasına ilaç tekelleri ve daha genel anlamda burjuvazinin kurumları tarafından izin verilmiyor. Bu yüzden aşı yaygın bir şekilde üretilip dünyadaki tüm insanların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dağıtılamıyor. 

Covid-19 döneminde aşı kârlarıyla ortaya çıkan 9 yeni dolar milyarderinin toplam serveti, düşük gelirli ülkelerde yaşayan 780 milyon insandan çok daha fazlasını aşılamaya yetecek düzeyde. Kapitalizmin “doğal” bir sistem olmadığı, onun kâr mantığıyla insan hayatının çarpıcı bir şekilde karşı karşıya geldiği, koronavirüs krizindeki manzaradan anlaşılabiliyor.

Fakat pandemi olmasaydı da kapitalizm akıl sınırlarımızı zorlayan bir eşitsizlik yaratmaya devam ediyor olacaktı. 

Ocak 2021 istatistiklerine göre, 2 bin 153 adet dolar milyarderi, dünya nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan 4,6 milyar insanın toplam servetinden daha büyük bir zenginliği elinde tutuyordu. Birleşmiş Milletler’in istatistiklerine göre, günde 25 bin kişi açlıktan veya buna bağlı sebeplerden ölüyor. 

Teknolojinin bu denli geliştiği, üretimin tüm dünyanın ihtiyaçlarını rahat rahat karşılayacağı bir hâle geldiği günümüzde, hâlâ insanlığın bu kadar kötü koşullarda yaşıyor olmasının nedeni kapitalizmdir. Üstelik, pandemiden çıkılsa bile, on yıllardır var olan kârlılık sorununu devletlerin ve merkez bankalarının destekleriyle kredi genişlemeleri ve benzer finansal hamlelerle aşmaya çalışan küresel ekonomi, kendi krizini sona erdiremeyecek gibi görünüyor. Bu da işçiler için daha fazla işsizlik ve yoksulluk anlamına gelecek.

Pandemik ve ekonomik krizlerin yanında ekolojik kriz de duruyor. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün bir değerlendirmesine göre, 1850’ye kadar uzanan küresel kayıtlarda, en sıcak altı yılın tamamı 2015’ten bu yana gerçekleşti. 2009 yılında 350 ppm için gösteriler yapıyorduk; bugün ise pandemi dönemindeki ekonomik yavaşlamaya rağmen atmosferdeki karbondioksit oranı artmaya devam etti, Mart 2021’de 414 ppm’i geçti. Dünyanın dört bir yanında seller, kuraklık, fırtınalar ve birçok iklim felaketine tanıklık ediyoruz. Milyonlarca kişi bu aşırı doğa olaylarının doğrudan kurbanı oluyor. Geniş kitleler “doğal” olmayan bu felaketler nedeniyle göçe zorlanıyor. 

1970’ten beri doğal yaşamın yüzde 60’ı yok oldu. Ve yine bunlar “hepimizin” değil kapitalizmin suçudur. Uluslararası bir kuruluş olan Karbon İfşa Projesi (CDP) tarafından yayımlanan rapora göre, 1988’den beri tüm dünyada gerçekleşen sera gazı emisyonlarının yüzde 71’inden 100 tane şirket sorumlu. 2015 yılında Çin, ABD, Avrupa Birliği, Hindistan ve Rusya küresel sera gazı salımlarının yüzde 66’sından sorumluyken, G20 ülkelerinin tamamı yüzde 81’ini aşan bir oranda sorumluydu.

Siyasal kriz

Kapitalizmin bu üçlü krizinin yanında bir de siyasal kriz var. Sisteme yabancılaşan insanlar sağa ve sola doğru radikalleşiyorlar; neoliberal merkez siyasi güçler birçok yerde oy tabanlarını kaybediyor, eriyor. 

Burada aşırı sağa doğru radikalleşmenin çok tehlikeli sonuçlarını görüyoruz; Donald Trump’ın iktidara geldiği günden beri içinde yaşadığımız dünyada, her bölgede aşırı sağcı siyasi akımlar güçleniyor, tüm siyasi arena otoriterleşerek sağa kayıyor. Irkçılığın ve milliyetçiliğin her yerde güçlenmesi tüm dünyada göçmenler ve ezilen halklar için büyük bir tehdit oluşturuyor.

Diğer yandan, son 10 yılda gördüğümüz başka bazı örnekler, kitlelerin sisteme yabancılaşmasının sola da zemin açtığını gösteriyor. Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos, ABD’de Demokratik Sosyalistler gibi güçlerin yükselişi, İngiltere’de Jeremy Corbyn’in birkaç yıl İşçi Partisi liderliğinde bulunması, yine ABD’de Bernie Sanders kampanyasının popülaritesi, bunlara gösterilebilecek örnekler. Ne var ki, bunların hepsi reformist, yani işçi sınıfının çıkarlarını bir ölçüde savunan ancak bunu mevcut kapitalist sistemin parlamenter sınırları dahilinde yapmayı hedefleyen figürler veya örgütlerdi.

Kapitalizme karşı bir alternatif daha var: 2019’a “küresel isyan yılı” diyorduk. Şili’den Lübnan’a, dünyanın dört bir yanında en az 25 ülkede kitlesel hükümet veya sistem karşıtı protestolar gerçekleşmiş, geniş yığınlar neoliberalizmin yarattığı ekonomik yoksunluğa ve otoriterleşmeye itiraz etmişti. Bu dalga pandemiyle kesintiyse uğrasa da, ABD’de George Floyd’un öldürülmesiyle başlayan isyan ve bunun dayanışma ruhuyla dünyada bulduğu yankı, aynı dinamiğin kolayca tekrar canlanabileceğini gösteriyor. Egemen sınıfın dergileri, salgın sonrası dönemde “sosyal isyanların patlak verebileceği” uyarısını yapıyor.

İşçiler toplumu değiştirebilir

2021 yılında sosyalizm mücadelesi, bu uyarının gerçeğe dönüşmesi ve egemenlerin korktuklarının başlarına gelmesi için elimizden geleni yapmak demek. İşçilerin ve ezilenlerin işyerlerinde, sokaklarda, okullarda başlatacakları aşağıdan inisiyatifler, böylesi küresel bir dalgayı tetikleyebilir.

Kapitalizmin ekonomik-ekolojik-pandemik krizlerini, böylesi isyanların sonucunda kurulacak işçi iktidarları çözebilir. 

Milyonlarca yoksulun yönettiği toplumlarda, 9 kişinin zenginler listesine girebilmesi için “aşı patenti” diye bir şeye katlanılmayacaktır. İlaç tekellerinin egemenliği derhal kırılıp tüm dünya nüfusu birkaç ay içerisinde hızlıca aşılanabilir.

Forbes’e göre, pandemi döneminde milyarderlerin toplam serveti yüzde 60 artarak 13.5 trilyon dolara ulaşmış. Kapitalizmde, tüm insanlığın ihtiyaçları için bu insanlardan özel bir zenginlik vergisi dahi alınmıyor! 

İşçilerin kolektif kararlarıyla işletilecek bir toplumda böylesi bir eşitsizlik meydana gelemez. Tüm dünyadaki insanların emeğini ve hayatlarını sömüren bu bir avuç azınlığın mülkleri kolektifleştirilir. Bu zenginlik hepimize bol bol yeter.

Ve son olarak, elbette sıradan insanların söz sahibi olduğu bir dünyada, üretim kâr değil insan ve tüm canlı yaşamının ihtiyaçlarına göre yeniden düzenleneceği için sera gazı salımlarının önü keskin bir şekilde alınabilir ve gezegenin, canlı yaşamının devamlılığı sağlanabilir.

Bütün bunlar hayal değil. 1917’de Rusya’da, 1918-1923 arası Almanya’da, aynı dönemde ve takip eden yıllarda İtalya, Macaristan, Çin, İspanya ve daha birçok ülkede işçiler iktidarı almayı denediler. 1968 dalgası yine işçilerin kolektif eylemleriyle bütün dünyanın baştan başa sallandığı bir dönemdi. 1980’lerin sonunda Stalinist rejimler işçi devrimleriyle yıkıldı. 2000’lerin başında devasa bir antikapitalist hareket dünya sahnesine çıktı. 2011’de ise Ortadoğu devrimleri gerçekleşti. İşçilerin kitlesel ayaklanmaları ve devrimleri tarihteki bir istisna değil. Asıl ihtiyaç ise bunları başarıya ulaştıracak, gerçekten kolektif bir ekonomik ve sosyal modeli kurmayı hedefleyecek devrimci partileri büyütmek.

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol