Dokuz yaşındaki Leon, hayatının paramparça olduğunu fark edince ırkçılığa dair gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalır.
Kit de Waal’ın ilk romanından uyarlanan BBC draması “Benim Adım Leon” oldukça değerli bir yapım.
Farklı etnik kökenlere sahip bir aileden gelen Leon’un (Cole Martin) gözünden, siyah olmasına ve kendisinin toplumdaki yerine dair giderek artan farkındalığını izlediğimiz TV filmi, sosyal hizmet uzmanlarından polise kadar devletin her kademesine nüfuz etmiş kurumsal ırkçılığı dürüst bir anlatıyla ve büyük bir ustalıkla işliyor.
Leon’un yeni doğan beyaz kardeşini hayranlıkla izlediği o sevimli açılış sahnesiyle başlıyor her şey. Özenin, şefkatin insanın doğasından geldiğini, nefret ve ırkçılığınsa sonradan öğrenildiğini fısıldıyor bizlere nazikçe.
Fakat Leon’un altından kalkması gereken çok fazla iş var. Annesi Carol (Poppy Lee Friar) çocuklarına tek başına bakamayacak hale geldiği için, kardeşine ebeveynlik yapmak zorunda. İşte bu noktada filmin bazı tuhaf yanları çıkmaya başlıyor ortaya. Leon’un bebeği beslemeye ve temizlemeye çalıştığı o sahneler insanın içini burkuyor olsa da, anlatının ne yöne ilerleyeceğine dair bir dizi fazladan detayın kullanılmış olması onların gücünü biraz zayıflatmış. Carol karakterinin yeterince iyi geliştirilmemiş ve yaşadığı sorunların altında yatan sebeplerin bizlerin tahmin becerisine bırakılmış olması da bunlara eklenebilir.
Bilhassa da Bay Devlin (Christopher Eccleston) ve Leon’un baba figürü Tufty (Malachi Kirby) arasındaki etkileşim, bunun en çok hissedildiği yerlerden biri. Ancak belki de bu kadar kısa bir yapımda hepsini birden işlemek mümkün olamamıştır. Örneğin, Tufty, Devlin’i polis muhbiri olmakla suçluyor ama diğer taraftan Tufty’nin bir şeyleri yanlış anladığı da ima ediliyor. Bu noktada romana başvurursak, yazar Kit de Waal’ın 1980’lerin İrlanda’sındaki açlık grevlerini de işlediğini görebiliyoruz.
Leon’un Tufty ile geçirdiği, bakımıyla ilgilendiği saatler kendi gelişimini de hızlandırıyor. Leon ve Tufty arasındaki doludizgin diyaloglar kararlı bir şekilde akarken siyahlara yöneltilen ayrımcılığın açık bir ifadesi haline geliyorlar.
Leon ihmal edilmiş, istismara uğramış bir çocuk. Fakat bir yandan da rastgele ortaya çıkan harika insanlarla karşılaşmalarına tanık oluyor, bir gece ansızın evlerinde beliren bu çocuğun nereden çıktığını bile sormamalarını hayretle izliyoruz. Leon bir başkasının evini kendine ait hissettiği bir yer olarak benimserken aile kurumunun onu nasıl da hayal kırıklığına uğrattığını görüyoruz.
Benim Adım Leon kurumsal ırkçılık temasından hiç kopmayan bir yapım. Ve ırkçılığın çeşitli devlet kurumları aracılığıyla kendini farklı şekillerde gösterebildiğini resmetmesi açısından da oldukça başarılı bir anlatıya sahip. Kusurlu yöntemlere başvuran sosyal hizmet uzmanlarından tam anlamıyla ölüm saçan polisine kadar herkes bunun uygulayıcısı durumunda.
Socialist Worker’dan çevirildi
(Sosyalist İşçi)