Min Jin Lee’nin romanından uyarlanan sekiz bölümlük masalsı Kore draması “Pachinko”, Koreli göçmen bir ailenin 20. yüzyılın büyük kısmına yayılan mücadelelerini ve travmalarının gölgesinde yaşayan hayallerini, insanlığın ortak acıları içine yerleştiren cesur ve zarif bir anlatı.
Bu bir diaspora hikayesi
Zamanda, birkaç kuşağın hayatından kesitler görebileceğimiz şekilde bir ileri bir geri atlarken, bir karakter tarafından yapılan seçimlerin on yıllar sonra diğerleri üzerinde nasıl bir dalgalanma yaratabildiğini gördüğümüz bu macerada son derece önemli tarihsel gelişmelere de tanıklık ediyoruz. Bir yere demir atamadan ayakta kalmaya çalışıyorken göğüs gerdikleri amansız fırtınaları, ancak bunu başarabilirlerse kurmaya yeltendikleri serpilip kök salma hayallerinin çoğunlukla kırılıp dağıldığı dünyalarını ve nesiller boyunca süren kimlik krizlerini, yani tarih kitaplarının anlatmaya yanaşmadığı gerçekleri ortaya seren Pachinko, Japonya’nın Kore’yi ilhak etmesinin ardından (1910) Busan’daki yoksul bir balıkçı köyünde doğan Sunja’nın gerçek yaşam deneyimlerine dayanıyor.
Japonya’nın en büyük etnik azınlıklarından birini oluşturan, geçim kaynakları, hatta pirinçleri bile ellerinden alınan bu insanların – sömürgecilerin deyimiyle ‘Zainichi’lerin- ilk nesli Busan gibi küçük balıkçı kasabalarında kendilerine bir yaşam kurmaya çalışıyorken, ikinci nesil Japonya’ya taşınma, Osaka gibi büyük kentlerin sunduğu fırsatlardan yararlanabilme hayali kurmaya başlıyor. Oysa Japonya şehirlerinin sunduğu fırsatların da büyük bir bedeli var: Kore yarımadasından gelen göçmenler her yerde ‘persona non grata’ statüsünde. Hor görülüyor, en iyi ihtimalle gri bölgelerde yaşamaya mahkum ediliyor, sistematik ayrımcılık ve nefret söylemlerine maruz kalıyorlar.
430 bin kişinin hikayesi
Çocukluk yıllarını geride bırakıp geleceği belirsiz genç bir kadına dönüşen Sunja, önce geçim kaynaklarına el konulan, sonra da işçi olarak Japonya’ya getirilen 430 bin kişiden biri olsa da onun böyle bir göçe zorlanma sebebi farklı. Geleneklerin oluşturduğu baskı yüzünden gitmek zorunda kalıyor Sunja. Fakat sonuçta o da kendini diğerleriyle aynı gemide buluyor. Bu insanların büyük kısmı İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Japonya’nın gelişimine hizmet etmek için, örneğin Osaka gibi şehirlerdeki tren hatlarının yapımında çalıştırılmak üzere kentlere sürülmüştü. Bir sonraki nesil o kentlerde doğup büyüdü.
Tarihin revizyonist yorumlarında bunlardan hiç bahsedilmez. Min Jin Lee’nin romanından uyarlanan TV dizisi ise; acılara, zorluklara sabırla göğüs germeye çalışan 430 bin Korelinin hikayesine tutulan ışığı kimi zaman da evrensel insanın çıkmazına çeviriyor ve hepimizi şu sorular üzerinde düşünmeye itiyor: Dilimize, kültürümüze bağlanmakta hiç sorun yaşamazken sağlıklı duygusal bağlar kurma konusunda nasıl bu kadar beceriksiz olabiliyoruz? Gerçek kimliğimizi nerede arayacağız? Reddedilme korkusunun hiç sonlanmayan gerilimi karşısında asimile olma isteği duymamız tuhaf mıdır? Yaşam bu koşullar altında nasıl canlanacak?
İstenmeyen yabancılar
İşte burada, Sunja’nın – eğitimini ABD’de tamamlayan- torunu Solomon giriyor devreye. Bu karmaşık Kore-Japonya dinamiğinin dışında tutulmak istenmiş bir Amerikalı aslında Solomon. Dünyayı Kore ve Japonya’dan ibaret görmeyen çağdaş insana özgü tutumları ve hırsları yansıtan bir karakter olsa da Japonya’ya ayak bastığı anda o da Koreli kimliğiyle özdeşleşen bir Zainichi oluyor hemen: Mükemmel bir aksana sahip, büyük iş anlaşmaları peşinde koşan bir beyaz yakalı olsanız da bu iki dünya arasında sıkışıp kalmaktan kurtulamazsınız.
Korece altyazılarını sarı, Japonca konuşulduğundaysa mavi gördüğümüz dizinin yapımcıları, bilhassa Solomon üzerinden sorgulanan bu kimlik karmaşasını harikulade detaylarla aktarıyor. İngilizce ve Japoncayı aksansız konuşan bu karakter, uyum arzusunu mükemmel Japoncasını kullanarak yansıtıyor ama örneğin aile büyüklerine kafa tutacaksa, onları küçümsediğini gösteren geçişler yapıyor diller arasında. Kültürel nüansları, oyuncuların güçlü performansları ve yapımın teknik üstünlükleriyle birleşince, bir diasporanın üç nesil boyunca aktarılan travmaları hakkında, bir değil birkaç kitap dolusu konuşuyor Pachinko. Kimi sahne geçişleri de bu cesur ve derinlikli anlatıma yeni hikayelerle katkıda bulunuyor.
Yazar ve yapımcı Soo Hugh tarafından yaratılan dizi, zaman değiştikçe biz de değişiyoruz diyor; ama bir şeyler ne kadar değişirse o kadar aynı kalır: Varlığımızın cezalandırıldığı sancılı asimilasyon süreçlerinden geçmeyi kabullensek bile ‘istenmeyen yabancılar’ mühründen kurtulamadık.
“Tarih bizi hayal kırıklığına uğrattı.”
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)