Joker’de sistem eleştirisi

22.11.2019 - 10:17

Bir çizgi romanı karakteri olan Joker’in son sinema uyarlaması tartışmaları da beraberinde getirdi. Meltem Oral filmi yorumladı.

Joker filmi hakkında söylenebilecek her şey birçok farklı açıdan söylendi. Diğer yandan film ve hakkındaki tartışmalar hiç eskimeyen bazı başlıkları yeniden açığa çıkardı. Görsel kültür de bir hegemonya alanı. Filmler, reklamlar, diziler, billboardlar, fotoğraflar, haberler ve daha bir sürü şey, çoğu zaman biz farkında olmadan imgelemimizi belirlemekte ve deneyimlemediğimiz durumları tahayyül etmemizde çok etkili araçlar. Günümüz insanı bir soykırımın veya toplama kampının nasıl bir şey olduğunu tahayyül etmeye çalıştığında, genellikle imgeleminde II. Dünya Savaşı hakkındaki fotoğraflar, belgeseller, filmler aracılığıyla tekrarlanan görseller belirleyicidir. Benzer şekilde tarihte gerçekleştiği veya henüz gerçekleşmediği için tanık olmadığımız bir dizi meseleye dair tekrar tekrar üretilen ve kitlelere ulaşan görseller, söz konusu olaylara karşı yaklaşımımızı da etkileme gücüne sahip. Bir isyanın popüler kültürde nasıl görselleştirildiği ve bu görselliğin hegemonya mücadelesinde kimin çıkarına neyi yeniden ürettiği bu yüzden önemli.  

Filmde Arthur Fleck’in çizgi roman tarihindeki en iddialı kötü karakter olan Joker’e dönüşme serüvenini izliyoruz. Antikahramanın doğuşuna dair filmin sunduğu hikâye bizzat yaşadığımız toplumun azılı kötülüğü yarattığı. Filmin bir sistem eleştirisi olduğu yorumları buradan yükseliyor genellikle. Son dönemde göçmen düşmanı açıklamalarıyla bildiğimiz ve manşetlik açıklamalar yapmaktan hoşlanan Slavoj Zizek de Joker’in otoriteye başkaldırdığını söylüyor. Oysa Arthur Fleck, toplum tarafından horlanmasının yarattığı öfkeyi doğrudan sisteme değil onun “görüntülerine” yansıtmakla yetiniyor. Metrodaki borsacılar, kendisine kumpas kuran iş arkadaşı, annesi ve popüler bir komedyen gibi. 

Gotham şehrinde finansal krizin yarattığı grevlerin, kitle gösterilerinin ve gergin politik iklimin varlığını film boyunca arka plandan giderek daha merkezileşen bir anlatıyla öğreniyoruz. Kitle hareketi radikalleşirken, siyah çocuklar tarafından dayak yediği, otobüsteki siyah bir kadın tarafından azarlandığı, bir yandan ezilenlerin bu sistemdeki horlanmasını karikatürize ederek aktaran sahnelerde itilip, kakılan, aşağılanan Arthur Fleck’le empati kurmamız, özdeşleşmemiz sağlanıyor. Tüm aşağılanmaların karşısında özgüvenini tesis etmesi, metroda üç Wall Street borsacısını öldürmesiyle gerçekleşiyor. Sadece özgüvenini değil “erkekliğini” de bu cinayetlerle kazanıyor. Bir kadının sadece gülümsemesi onu takıntı haline getirmesi için yeterli olan Fleck, yuppieleri öldürdükten sonra zihninde kadına da “sahip oluyor”.  Film boyunca Fleck’in doğrudan zenginleri hedefine alan radikal kitle hareketiyle alakası yok. Şehirde olan eylemlerden haberdar olmadığı gibi açıkça hiçbir şeye inanmadığını ve protestolarla bir alakasının olmadığını söylüyor. “Zenginlere ölüm” diye kitlelerin sokakta olduğu sırada sistemin esas temsilcisi Thomas Wayne’le yüzleşiyor ve kendisini oğlu olarak kabul etmesini istiyor. Arthur Fleck otoriteye başkaldırmıyor, aksine otorite tarafında tanınmak istiyor. Tıpkı henüz filmin başında, idolleştirdiği komedyen Murray’nin kendisine babası olmak için her şeyden vazgeçebileceğini söylediğini hayal etmesinde olduğu gibi. 

Öfkesini esas tetikleyen şey yoksulluğu, krizin yüzünden sağlık hakkındaki kısıtlamalar filan değil evlatlık olduğunu yani sistem tarafından tanınma ihtimalinin tamamen ortadan kalkması anlamına gelen bir bilgiyi öğrenmesi. Üstelik film bu bilginin de aslında şüpheli olduğunu göstererek meseleyi daha da tuhaflaştırıyor. Hayatındaki dönüm noktalarında kadınlarla kurduğu ilişki ya da kadınların bu hikâyedeki anlamı başlı başına bir sorun. Annesinin bir anlamıyla “kurgu” olduğu bilgisi, sevgilisini de zihninde kurguladığı gerçekliğiyle yüzleşmesini sağlıyor. Her ne kadar biri karanlıkta bırakılsa da Jokerleşmede dönüm noktası bu iki kadından alınan intikam.  Kısaca Joker’i doğuşunda sistemin etkisi yan ürünler olarak açıklanırken esas mesele kötü geçen bir çocukluğa indirgeniyor. 

Zizek’in atıfta bulunduğu belgeselci Michael Moore, filmdeki şiddetten değil esas yaşadığımız sistemin şiddetinden korkmak gerektiğini söylüyor, doğru. Sağ muhafazakarların filmin shootingleri tetikleyeceğini söylemesi, isyan korkusundan ve düzen savunusundan kaynaklanıyor. Ancak kimin neye başkaldırdığının bir önemi yok mu? Sistem karşıtlığı kategorik olarak “sol” mudur? Yaşadığımız sistemin ürettiği şiddet sadece tepen aşağıya yönelmiyor. Sisteme ve onun temsilcilerine yönelen her türlü şiddet, “ezilenin şiddeti” olarak sahiplenilebilir mi? El Paso’da bir AVM’de 20 kişiyi öldüren saldırganın retweetlediği ünlü aşırı sağcı Youtuber Paul Joseph Watson, tam da düzeni temsil eden ana akım medyanın filmi eleştirmesini örnek göstererek, filmin düzen karşıtlığını övüyor. Onun sistem karşıtlığı, düzen dışına itilip aşağılandığı iddia edilen beyaz erkek öfkesi ve film de Trump’ın “genç erkekler için zor zamanlar” derken kastettiği şeyi tasvir ediyor. 

Bir takım öfkeli veya hastalıklı zihne sahip erkeklerin “kurgusal” şiddeti Fight Club, Matrix ve Joker gibi filmlerle tasvir edilirken, bu popüler kültür ürünlerinin tüketildiği dünyamızda “incel” (involuntary celibate) yani istek dışı bekarların örgütlü şiddetini kadınlar yaşıyor. Reddedilen erkekler sanal ortamda örgütlenip, gerçek dünyada seri cinayetler işliyorlar. 

Son olarak Joker filmi, tıpkı Occupy hareketinin sonrasında vizyona giren, Batman: Kara Şövalye Yükseliyor’daki gibi kitle hareketini karikatürleştiriyor. İsyanı sağa sola koşturan bir takım kuru kalabalıkların vandallığına indirgeyen yerleşik, ana akım görsel kültürü yeniden üretmekten öteye gidemiyor. “Hollywood filminden ne bekliyoruz ki” meselesi değil sorun. Çok daha sağlam sistem analizi ve teşhiri olan filmleri popüler kültürde daha sık görmeye başladığımız bir dönemdeyiz. Oscar töreninin Trump karşıtlığının kürsüsüne dönüştüğünü gördük. Popüler kültürden farklı bir isyan imgelemi beklemememiz için bir neden yok.  Bu sahneler belki de bizi Joker’in bilindiği kadarıyla adeta bir vigilante, suçlulardan oluşan çete lideri olduğu serüveninin devamına hazırlamaktadır.

Meltem Oral

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol