Burcu Karakaş: Aslında toplumsal cinsiyet eşitliğine muhalifler

07.04.2021 - 14:57

Burcu Karakaş’a “İstanbul Sözleşmesi Nedir? Eşcinselliğe özendirir mi? Şiddeti önlüyor mu? Neden İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmak isteniyor?” gibi iddialar ve sorularla ilgili görüşlerini sorduk.

İstanbul Sözleşmesi metninin en temel özelliği, cinsiyet temelli her türlü şiddete karşı duran hukuki bir metin olmasıdır. Cinsiyet temelli her türlü ayrımcılığın ve şiddetin karşısında duran bir metin. Hedef olmasının sebebi de zaten bu. Kaldı ki Sözleşme ikili bir cinsiyet rejimiyle sınırlı değil. Altını çizerek tekrardan söylüyorum, cinsiyet temelli her türlü ayrımcılık ve şiddeti yasaklayan ve devletleri bu tarz ayrımcılık ya da şiddet durumlarına karşı önlem almaya sevk eden, bunu talep eden bir sözleşme. İçinde bulunduğumuz mevcut düzende siyasi iktidar sözcüleri “fıtrat” gibi ve benzeri açıklamalarla, kadın erkek eşitliğine inanmadıklarını söylemiş oluyorlar. O yüzden aslında toplumsal cinsiyet eşitliğine muhalif bir iktidarla karşı karşıyayız. Zaten bununla ilgili sadece Erdoğan’ın değil, başka birçok siyasetçinin çok fazla beyanı var. Şimdi buradan bakıldığında, Sözleşme’ye aslında neden karşı çıkıldığına dair net bir tablo çıktığını düşünüyorum ben. Çünkü, Sözleşme toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan bir sözleşme. Ancak, en basit şekilde söylemek gerekirse, şu anki hükümet buna karşı. 

“Ne değişti?”

Türkiye, İstanbul Sözleşmesini imzalayan ilk ülke. Denilebilir ki o zamandan bu zamana ne değişti? Çok şey değişti. Konjonktür değişti ve tabii Türkiye daha otoriter, daha muhafazakâr bir çizgiye çekildiği için artık Sözleşme “batmaya” başladı. İstanbul Sözleşmesi şiddeti önlemiyor deniyor. İstanbul Sözleşmesi’nin şiddeti önlemediği iddiası kadar saçma bir iddia olamaz! Sözleşme uygulandı mı ki şiddet önlenemedi? Bu, örneğin mülteci kadınların da uğradığı her türlü şiddetin önüne geçilmesine yönelik adımlar atılmasını öngören bir sözleşme. Ya da tecavüz kriz merkezlerinin kurulmasını öngören bir metin, bu sözleşme. Sırf bu verdiğim iki örnek bile hayata geçirilmemişken “Sözleşme önlemedi” diyenlere, “Sözleşme uygulanmadı” yanıtını verebiliriz. 

LGBTİ+’lara korkutucu yaklaşım

Bu arada Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada, birebir yazılı, resmi bir açıklama içinde direkt eşcinsellik hedef gösterildi. Tabii ki de LGBTİ+’lara yönelik hedef gösteren sözlü beyanlar oluyor ama bu kadar resmi bir açıklamanın içinde yazılı bir şekilde ben daha önce böyle bir şey hatırlayamadım. Bunu LGBTİ+ hareketinin içinden bir arkadaşıma sordum. Bu çok önemli ve çok korkutucu. Ben onun biraz sonradan ortaya çıktığını düşünüyorum. Sonuçta toplumsal cinsiyet eşitsizliği dediğimiz tabii ki de LGBTİ+’ları da kapsayan bir şey. Ama esas iktidarın meselesi aile. Hikaye bu. 

İktidarın meselesi aile

Yani ne? Boşanmış babalar inisiyatifi gibi tuhaf şeyler ortaya çıktı bundan 10 sene önce. Bunlar meclise gidip gelmeye başladılar, “biz mağdur olduk, kadınlar bizden boşanıyor” dediler. Tabii kadının kesinlikle mağdur olduğu nafaka konusu da bundan bağımsız değil. 2 kuruş verdikleri şeyin peşine düştüler. Yani aileyi odağına alan politikalar üreten siyasi iktidar için İstanbul Sözleşmesi bir tehdit unsuruydu aslında. Aile odağı ne demek? LGBTİ+ da oraya bağlanıyor. Çünkü boşanmalar ve eşcinsellik aile kurumunu zedeliyor. Argüman bu en basit şekilde. Neden? Kadınlar güçlendikçe, artık daha fazla boşanma davası açıyor. Zaten bakıldığında öldürülen kadınların çoğu ya boşanmış ya da boşanma aşamasındaki kadınlar. Bu bir tesadüf değil. Kadın hakları dediğimiz şey, ailenin haklarını ya da aile kurumunu değil, kadının haklarını ön plana koyar. Sözleşme, kadının bireysel haklarını ön plana koyan bir şeyken, ailenin parçalanmasına, toplumun parçalanmasına sebep olan bir şey olarak görülüyor ve bu muhafazakâr ideoloji sebebiyle de kadınlara hakkını veren ne varsa düşman olarak atfediliyor. Eşcinselliği özendirmek diye bir şey olabilir mi? Bir sözleşme, herhangi bir şeyi özendirmez. Feminizmi de özendirmez, eşcinselliği de özendirmez. Uluslararası sözleşmeler hak odaklı metinlerdir. Bir şeyi özendirmek için değil, hakları korumak için vardır. O yüzden bu argüman da manasız ve temelsizdir. 

Toplumsal cinsiyet eşitliğine karşılar

Bugüne kadar bir sürü iddialarla geldiler ama hiçbiri doğru değildi. İstanbul Sözleşmesi’nin tam ismine baktığımızda “kadına yönelik şiddeti önlemek” ve böyle bir sözleşmeye karşı çıkıyorlar. Sebepleri aslında tam olarak bu: Yani toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı olunması ve yine bundan bağımsız değil ama aile kurumunun tehlikeye düştüğü iddiası üzerinden, kadın haklarının bir nevi askıya alınmak istenmesi. “Sıra 6284 sayılı kanunda” deniyor. Kadın evinde otursun, şiddet de görse ses çıkarmasın isteniyor. “Kadına yönelik şiddeti önleme isteyişimiz baki, Sözleşme’den çekilme kararımız bununla bağdaştırılmasın” deniyor ama yok böyle bir şey. Çünkü kadına yönelik şiddete karşı olunması konusunda bile aslında odaklandıkları şey kadınlar değil. Şöyle diyorlar erkeklere, “karınızı dövmeyin ki gitmesin evden”. Odaklanan şey yine aile, kadın değil. Aslında aile kurumu veya aile yapımız zedelenecek, toplumumuz paramparça olacak, toplumsal ve ailevi değerlerimiz zarar görecek diye, bu dünyanın en muğlak varsayımları üzerinden harekete geçiyorlar. 

Trump kadınları karşısına aldığı için de kaybetti

O yüzden kadınların görünür olması olsun, kadınların bugüne kadar elde ettiği kazanımlar olsun çok ciddi bir saldırı var. Sözleşmeden çekilme düşüncesi gördüğümüz son hamle. Bu şu demektir, kadın öldürüldü mü, kadın şiddet mi gördü, benim umurumda değil. Kadın hareketi 10 sene içinde oluşmuş bir şey değil ya da kadına şiddet AKP iktidarın döneminde başlamış bir şey değil. Türkiye’de ilk dayağa karşı yürüyüş 1987 yılında Kadıköy’de yapılmıştı. O zamandan beri giderek güçlenen bir kadın hareketi var. Özellikle kadınlarda oluşan feminist bilinci geri almak zor ve kendi tabanlarını da ikna edemiyorlar. Bir grup marjinal feminist bir şeyler söylüyor değil olay, kendi tabanı da dahil toplumun geniş kesiminde yankı bulan bir şey bu. Yapılan anketler de gösteriyor ki Sözleşme’yi bilen halkın çoğu Sözleşme’den çıkmak istemiyor. Kendi içlerinde kadınların da artık ses çıkardığını görüp, onu da bastıramıyorlar. Daha bitmedi, sonuç olarak sözleşme 1 Temmuz’a kadar yürürlükte. Ve tabii biliyorsunuz dava açıldı. Hukuki anlamda yapılacak şeyler yapıldı. Barolar ve kadın örgütleri bu karara karşı dava açtılar. Onun haricinde kadınların eylemleri Türkiye’nin dört bir yanında sürüyor. Kadın hareketi Türkiye’deki en örgütlü ve en güçlü hareket şu an ve bunu da görmezden gelmemek gerekiyor. Bunun da önünü kesmeye yönelik bir şey diye düşündüler belki ama ben tersinin olacağını düşünüyorum. Trump Amerika’da biraz da bundan kaybetti, kadınları karşısına aldığı için.

Röportaj yapan Dila Ak

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol