Açık Radyo’da yayınlanan Açık Gazete programının 21 Ekim 2020 tarihli nüshasında, Ömer Madra ve Özdeş Özbay, Z yayınları tarafından geçen hafta yayınlanan “İklimi Değil Sistemi Değiştir” adlı kitapta yer alan “Kapitalizmin Plastik Sevgisi ve Nedenleri” makalesini konuştu.
Ömer Madra: Geçtiğimiz günlerde, insanların gündelik hayatta mikroplastiklere ne kadar çok maruz kaldıkları, özellikle biberonla beslenen bebeklerin günde milyonlarca mikroplastiği bünyelerine aldıklarıyla ilgili dönüm noktası olabilecek iki araştırma yayınlandı. Biberonlarda, plastik yiyecek kaplarında, kettle denilen su ısıtıcılarında milyonlarca mikroplastiğin olması hayatımızı tümüyle plastiğin belirlediğini gösteriyor. Plastik ürünlerin yapımında kullanılan kimyasal madde polipropilen, dünya plastik piyasasının yüzde 82’sini oluşturuyor.
Birebir iklim krizine bağlı bir durum olan küresel plastik üretiminin 2050’de dünya çapında üç katından fazlaya çıkacağı, gelen bilgiler arasında. Bütün bu verilerin yanı sıra okyanuslardaki plastik balık ağları da hesaba katıldığında, çok ağır bir durumla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Isı yükseldikçe çok daha fazla mikroplastiğin suya karıştığı biliniyor ama henüz bu suyu yutmanın insan sağlığı üzerinde bir etkisi olup olmadığı bilinmiyor.
Özdeş Özbay: Yokoluş İsyanı ile birlikte iklim hareketinin öne çıktığı İngiltere’de, Martin Empson’ın editörlüğünde, “İklimi Değil Sistemi Değiştir” adlı yeni bir kitap yayınlandı. “Çevre Krizine Devrimci Bir Yanıt” alt başlığında yayınlanan bu kitap, iklim aktivistlerine politik perspektif vermeyi de hedefliyor. Türkçe’ye çevrilmesinde benim de katkıda bulunduğum kitap, ekoloji ve iklim hareketi üzerine yazılar yayınlayan Marksist ve eko-sosyalist Martin Empson tarafından derlendi. Kitapta, çok sayıda yazarın iklim değişiminin farklı konularına odaklanan makaleleri mevcut. Türkiye’de geçtiğimiz hafta Z Yayınları tarafından yayınlanan kitabı Tuna Emren yayına hazırladı. Kitaptaki makaleler ekoloji ve iklim hareketi içerisinde farklı alanlarda yapılan tartışmalara müdahil olmaya çalışıyor.
Ömer Madra: Kitapta, bu tartışmalardan bir tanesi olan plastik meselesine Amy Leather’ın kaleme aldığı, kapitalizmin plastik sevgisi ve nedenlerini anlattığı makalede değiniliyor. Yazarın kitapta yer alan “Fosil Yakıtlara Çaresizce Adanmak” adlı diğer makalesinin başlığında, ‘adanma’ fiilini kullanması ise içinde bulunduğumuz bu duruma kendimizi kaptırıp gittiğimizin bir göstergesi.
Özdeş Özbay: Plastiksiz yapamaz mıyız, plastik olmadan olmaz mı, gibi soruların sorulduğu ve bu konuya dair nasıl bir politik tavır alınması gerektiğini kaleme alan makale tarihsel bir analizle başlıyor. Fosil yakıt şirketleriyle plastik üretimi arasındaki ilişkinin yanı sıra plastiğin yaygınlaşması ile savaşlar arasındaki ilişkiye de dikkati çeken makalede, naylonların ilk kez II. Dünya Savaşı’nda kullanılmaya başlandığını, plastik kullanımının 1950’lerde yaygınlaştığını ama insanların o dönemde plastik denen bu petrokimya ürününe pek güvenmedikleri için uzun süre kullanmayı reddettiklerini görüyoruz.
Bunun üzerine, plastik kullanımıyla ilgili Amerika’da büyük bir reklam çalışmasının başladığını anlatan makalede, bazı örneklere de yer verilmiş. Çarpıcı örneklerden biri; her taraftan üzerlerine plastik yağan bir ailenin olduğu reklam filmi. Reklamın sloganı ise şöyle; “Artık her gün iki-üç saat bulaşık yıkamaya son, şimdi plastik çatallar, plastik tabaklarınız var!”
Ömer Madra: 1970’lerin ortasında ise plastiğin tek kullanımlık oluşunun simgesine dönüşen naylon poşetler pek rağbet görmemişler. Çünkü müşteriler kasiyerlerin poşetleri ayırabilmesi için parmaklarını yalıyor olmalarından hiç hoşlanmamışlar. Ama naylon poşetin fiyatı kese kâğıdının dörtte biri fiyatına geldiği için, ekonomik bir çözüm olarak plastik, alışveriş merkezlerinin büyük mağazalarına girmiş. Bugün, ünlü halkla ilişkiler şirketlerinin kapitalizmin en etkili propaganda yöntemlerini kullanarak insanları plastik kullanımına teşvik ettikleri de bilinen bir gerçek. Süreçte çakmaktan kaleme, tıraş bıçağından pipete tüm ürünler yeniden tasarlanıyor. Üretilen plastiklerin yarısı tek seferlik ürünler olarak ayrılmaya başlanıyor. Merkezine de tüm üretimin yüzde 26’sını işgal eden ambalaj ürünleri koyuluyor.
Oysa ilk plastiğin fosil yakıtlardan değil, bitkilerden, onların selülozlarından üretildiği ama kısa zamanda bu yöntemin terk edildiği ve bir yan ürün olarak daha kârlı bulunduğu için fosil yakıtlara geçildiğini söyleyen Amy Leather, ekolojik bir üretimin mümkün olduğunu da belirtiliyor.
“Fosil yakıt sahalarının genişlemesini engellemek ve daha fazla plastiğin doğaya girişini durdurmak için, hemen şimdi mücadeleye başlamalıyız. Fakat bunu da mutlaka daha kapsayıcı taleplerle, kapitalizmin tüm önceliklerine meydan okuyan bir hareketle bağlantılandırmalıyız.”
Kapitalist mantıksızlık
Özdeş Özbay: Makalede, ilk ortaya çıktıklarında dayanıklılıklarıyla ünlenen plastik ürünlerin, doğada yüz yıllarca yok olmayacak kadar dayanıklı olmasının, zamanla kapitalizm için bir sorun olmaya başladığı belirtiliyor. Bunun üzerine, üretimde değişime gidilip, plastik endüstrisinin plastiği iyice incelterek tek kullanımlık ürünlere yöneldiği söyleniyor, plastik endüstrisinin durumu gözler önüne seriliyor. Bu duruma ‘kapitalist mantıksızlık’ denilerek, kapitalizmin kâr hırsının oldukça dayanıklı bir ürünü dahi nasıl tek kullanımlık bir çöp yığını haline getirdiğinin altı çiziliyor.
Ömer Madra: Bugünlerde kamuoyunun baskısının ve feryadının şimdiden bir takım dönüşümlere sebep olduğunu belirten Amy Leather, tek kullanımlık plastiğin yasaklanmaya hazırlanıldığını; İngiltere’de plastiğin yüzde 80’inden sorumlu olan şirketlerin ürettikleri plastik ambalajları geri dönüştürülebilir, yeniden kullanılabilir veya toprakta bozunabilir maddelerle üretmek zorunda kalacaklarını söylüyor. Amy Leather, 2025 senesine gelindiğinde tek kullanımlık plastik ambalajın tamamen ortadan kalkacağı bir plastik yasasının uygulamaya konması için çalışmalara devam edildiğini söylüyor.
Bunun, zorunluluk değil gönüllülükle sınırlı bir atılım olsa da fena bir başlangıç sayılmayacağını belirten Leather, plastik kullanımının önümüzdeki yıllarda üç katına çıkarılması hesabının yapıldığını da sözlerine ekliyor.
“Kapitalizmin mantığı, kâr peşinde koşması tam tersini dikte ediyor. Dünyada daha az plastiğin olduğunu ya da hiç plastiğin olmadığını hayal etmek gayet mümkün. Sonuçta bu plastiklerin yaygın kullanımı 1950’lerden sonra başladı. Ama fosil yakıt altyapısına yaptıkları batık yatırımlardan ya da bir hayli kâr ettikleri bir şeyi üretmekten vazgeçmek zorunda kalmaları bu sermayedarlar için kahredici olacaktır. Öyleyse biz de onları harekete geçmeye zorlamalıyız. Kaya gazı karşıtı aktivistler fosil yakıt endüstrisinin dünyaya yayılmasını durdurma ya da en azından yavaşlatma konusunda çok önemli işler başardılar, ama bu devasa şirketlerle mücadele edebilmek için toplumdaki esas gücün nerede olduğuna da bakmalıyız. Ineos’un kamyon şoförleri 2013’te greve çıktığında, bu İskoçya’daki petrolün yarıya düşmesi gibi muazzam bir tehdide dönüştü ve sonuçta şirketin bu işten çıkarları epeyce zarar gördü. Fransız enerji işçileri yeni iş yasasına karşı greve gittiğinde, yakıt ikmal depolarını abluka altına alarak petrol kıtlığına sebep oldular, üretim düştü.”
Sonuç olarak, meteorolog ve iklim gazetecisi Eric Holthaus’ın The Correspondent’ta yayınlanan “Ya bu olacak ya da devrim” sloganıyla bitirdiği çok çarpıcı yazısı ile kökten bir değişime ihtiyaç olduğunu söyleyen Amy Leather’ın mantığını tamamen birleştirmek mümkün olabilir.
“Çünkü plastik, kapitalizmin yönünden saptırıp amacını çarpıttığı mükemmel bir materyal.”
*Tırnakla belirtilen yerler kitaptan alıntıdır.