Çözüm süreci dolu dizgin

Çözüm süreci bozulmasın diye DEM Parti’nin otoriterleşmeye karşı mücadelede inandırıcı olmayan bir performans sergilediği Kürtlere yönelik asıl eleştiri konusu.

2024 yılının ekim ayında başlayan çözüm süreci büyük bir inkâr dalgasıyla karşılanmıştı. İnkarcılar Bir çözüm sürecinin ne başlayabileceğini ne de ilerleyebileceğini düşünüyordu. Aralıksız süreci lekelemeye çalıştılar. Önce tüm gelişmelerin nedeninin Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı için duyduğu destek ihtiyacından kaynaklandığını iddia ettiler. Yani DEM Parti çözüm süreci adımıyla tuzağa çekilmiş ve Erdoğan’ın siyasi hesaplarının koltuk değneği haline gelmişti.

Bu iddia yeni anayasa için Kürtlerin desteğini almanın yolu çözüm sürecinden geçtiğinden iktidarın bu hamleyi yaptığı iddiasıyla pekiştirildi.

Ha devrildi ha devrilecek, ha yenildi ha yenilecek olan iktidarın güç, meşruluk ve toplumsal destek almak için, kısacası iç siyasi hesaplarının bir sonucu olarak planlanmış satranç hamleleri olarak kodlandı.

Abdullah Öcalan’ın Sırrı Süreyya Önder tarafından okunan 27 Şubat barış mesajı da hiç önemsenmedi aynı kesimler tarafından. Sonsuz bir tiyatro oyunu sahneleniyordu ve çözüm sürecinin ulaşabileceği hiçbir sonuç olamazdı.

PKK üyelerinin simgesel silah yakma töreni de mecliste kurulan çözüm komisyonu da tiyatronun bir parçasıydı. Aralarında en çok alıcısı olanı, elbette özellikle CHP’ye yönelik ağır yargı saldırısı şekillenir ve büyürken, bir çözüm sürecinin hiçbir anlamı olmadığı iddiasıydı. Gerçekten de bir çoğu belediye başkanı tutuklanmış, yüzlerce CHP’li hakkında soruşturmalar sürerken, CHP’nin kongrelerine kayyım, il yönetimlerine Gürsel Tekin gibi nöbetçi memurlar atanırken bir çözüm sürecinin adını anmak bile gereksizdi.

İktidarın sorumlulukları ve sosyal şovenistlerin korkuları

İnkarcıların elini güçlendiren elbette iktidarın çözüm süreciyle aynı anda otoriterleşmenin dozajını artırması oldu. Bir yandan bu kadar şiddetli bir baskı politikası ana muhalefeti hedeflerken aynı anda Kürt meselesinin çözümü yönünde adımların sahiden de atıldığına ikna olmak kolay değildi. Elbette inkarcıların derdi, sadece iktidarın otoriter yönetimin dozajını artırması değildi. Asıl korkuları sürecin Kürtlerin temel kolektif haklarının tanınmasına evrilmesiydi. 

Bu yüzden iktidarın sorumluluklarından hemen sonra Kürtlerin en temel haklarını kazanmasından duyulan milliyetçi korku, inkarcılığın asli motivasyonu oldu. 

Geçtiğimiz hafta PKK bu sefer de Türkiye sınırları içindeki üyelerini sınır dışına çekti. Gelişmeleri tiyatro diyerek ele alanlar biraz daha zora düştüler. Hemen ardından Erdoğan dem Parti heyeti ile ikinci kez görüştü. Görüşmenin ardından yaptığı açıklamada Erdoğan “ 

Kendileriyle son derece yapıcı, verimli ve geleceğe dair umut verici bir görüşme gerçekleştirdik. İnşallah bu görüşmenin yansımalarını önümüzdeki günlerde göreceğiz.” dedi.

İşlerin bir noktada kötüye gideceğini, gitmesi gerektiğini düşünenler açısından son noktayı 4 Kasım’da yaptığı açıklamayı Devlet Bahçeli koydu. Bahçeli önce, mecliste çözüm komisyonundan vekillerin İmralı’da Öcalan’la görüşmesinin önemli olacağını, böyle bir görüşme için MHP’li vekillerin hazır olduğunu söyledi. 

İnkarcıların, gerçek olmadığını sandıkları çözüm süreci gerçekliği şimdi çok önemli bir viraja girdi. Cumhurbaşkanı danışmanı Mehmet Uçum, “Komisyon raporunu yazmadan Öcalan’ı dinleyebilir” demişti. Şimdi önümüzdeki günlerde önce meclis komisyonu Öcalan’la görüşecek, ardından PKK üyelerine yönelik eve dönüşün yasal çerçevesini belirleyecek bir düzenleme yapılacak. 

Kürt siyasileri eleştirme özgürlüğü

Yeni çözüm sürecinin geldiği aşamayı, tiyatro olarak görmekten çıkıp gerçeklerinin alanına gelenlerin kavraması gereken ilk olgu, Kürt halkının, özellikle DEM Parti’nin anketlerde hala, bu kadar şiddetli bir baskıya rağmen üçüncü parti olmasının gösterdiği gibi direnç düzeyidir. 

Yeni çözüm sürecinin inkar edenlerin ve karalamaya çalışanların kanıtlaması gereken iki iddia var: Birisi, çözüm süreci olmasaydı iktidarın devrilip gideceğine dair şehir efsanesidir. Bir veri, bir durum, bir olgu söylemeleri gerekir ki Dem Parti çözüm sürecinin bir kutbunda yer alarak mevcut iktidarı devrilmekten kurtarmış olsun. İktidarı devirebilecek kadar güçlü bir hareket, bu iddia sahiplerine hatırlatmak gerekir ki çözüm sürecini de yapay bir hale getirir ve işlemesini engellerdi. Hatta, başka bir açıdan çözüm sürecinin sürdürücüsü haline gelebilirdi.

Kanıtlanması gereken ikinci iddia ise sürecin mevcut iktidara yaradığı yönündeki hüsnü kuruntu. Gelişmeleri her dekorun, diyaloğun, kostümün Erdoğan tarafından belirlendiği bir tiyatro olarak görenler süreç başladığından beri anketlerin üç aşağı beş yukarı hala İmamoğlu’nu Erdoğan’ın CHP’yi de AKP’nin önünde göstermesini nasıl açıklayacaklar? Ayrıca hatırlatmak gerekir ki 2013-2015 çözüm sürecinin kazananı dönemin Dem Partisi HDP ve tüm demokratik zemin olmuştu. 

Süreç son hızla ilerliyor. Süreci lekelemenin yolu olarak Erdoğan’ı eleştirmek daha zor olduğu ve sosyal şovenist oldukları için otomatik olarak tercih ettikleri Kürtleri eleştirme dozunda bir artış yaşanmaya başladı. Çözüm süreci bozulmasın diye DEM Parti’nin otoriterleşmeye karşı mücadelede inandırıcı olmayan bir performans sergilediği Kürtlere yönelik asıl eleştiri konusu. Kürtler bir kez daha eleştirmenlerini buldular. Bu kez de ne kadar açıklama yaparlarsa, ne kadar desteklerini ilan ederlerse etsinler inandırıcı bulunmuyorlar. Ezen ulus kibri böyle bir şeydir, sosyal şovenizm böyle zarifçe dile getirilir. Kürt halkının özgürlük mücadelesinin kopmaz bir şekilde yanında olmayanlar, binlerce üyesi hapiste olan bir geleneği böyle kolayca inandırıcı bir anti otoriterleşme mücadelesinde olmamakla itham edebiliyorlar.

DEM Parti geleneğinin tarihi otoriterleşmeye, kitle katliamlarına, parti kapatmalara, faili meçhullere, kayyımlara, her öne çıkan siyasetçisinin hapsedilmesine ve ağır baskılara karşı mücadelenin tarihidir. Kürtleri eleştirmeyi vazife edinenler, otoriterleşmeye en güçlü desteği vermekteler. Çünkü çözüm süreci masasında Kürtleri yalnız bırakıyorlar.

Yapılması gereken ise çok basit: Müzakere sürecinin, kitlesel mücadelelerle, batıda diğer demokrasi güçlerinin Kürtlerin yanında koşulsuz bir şekilde yer almasıyla kazanılabileceğini görüp kolları sıvamaktır. Müzakere, yani yeni çözüm sürecinin içerisinde, bu sürece omuz veren güçlerin sayısının artması, toplumsal desteğinin artması, devletin kendi planlarının yerine ezilenlerin, emekçilerin planlarının hâkim hale gelmesiyle ya da en azından masada ciddi bir şekilde müzakere edilebilecek kadar güçlü bir talep haline ulaşmasıyla mümkün olabilir. 

Barış işçi sınıfı ve Kürt halkının ittifakıyla kazanılabilir. Bunun için ise Kürt halkına güven vermek gerekir. Güven vermenin ilk adımı ise güvenmektir.

son yazıları

Siyonizme karşı ateşkesin yanındayız
Bir fotoğrafın arkasına gizlenen barış düşmanları
Barışa evet, kayyım politikasına hayır

ilginizi çekebilir

WhatsApp Image 2025-11-04 at 11.26
Bir mücadele alanı olarak Haydarpaşa Garı
two-ships-with-national-flags-us-china-getty-img
Trump Çin’le huzursuz bir ‘barış’ sağlıyor
ekrem-imamoglu-7-ay-sonra-ilk-kez-caglayan-da-1
Casusluk davası neden temelsizdir?