CHP’ye yönelik saldırıları durduralım

CHP’ye yönelik baskı politikaları dur durak bilmiyor. İzmir’de 120 kişinin gözaltına alınmasının ve eski belediye başkanı da dahil bir çok CHP’linin tutuklanmasının ardından Adana, Antalya gibi şehirlerde de belediye başkanları tutuklandı.

Bu akıl almaz bir saldırı dalgası.

Siyaseten yenemediğini…

Çok iyi bildiğimiz gibi bu operasyonların asıl nedeni, yolsuzluk ya da rüşvet değil, iktidarın siyasi olarak muhalefetle baş edememesidir. Erdoğan’ın yaptığı, siyaset mühendisliğidir ve ne kadar çok gözaltı ve tutuklama yaparlarsa yapsınlar ne kamuoyunu ne de kendi tabanlarının önemli bir kesimini bu konuda ikna edemiyorlar. İtirafçılar aracılığıyla operasyonlar devam ettirilse de, bu itiraflarda adı geçen şirketlerin AKP’li belediyelerle halen yakın ilişkide olması, durumun ne kadar acıklı olduğunu gösteriyor.

Öte yandan şunun da farkındalar: Eğer bu saldırılar durursa, iktidar ve İstanbul Başsavcılığı için büyük bir felaket olur. AKP içinden sızan dedikodular, İmamoğlu davasının çökmesinin kendilerinin çökmesi anlamına geleceğini gören çok sayıda AKP’linin olduğunu gösteriyor.

Bu durum, sol kesimlerde bir rejim değişikliği tartışmasını da beraberinde getiriyor.

İmamoğlu’nun tutuklanmasının iktidarın seçim sürecine yönelik “ölümcül bir parende” atması anlamına gelebileceğini biz de vurguladık. CHP soruşturmalarıyla iktidar kendisini köşeye sıkıştırdı. Üç beş yalancı tanık ve itirafçıyla tamamlanabilecek bir mahkeme süreci değil bu. Özellikle Özel’in mahkemenin tv’lerden canlı yayınlanması yönündeki talebinin ciddi ciddi tartışılmaya başlanması, iktidarı çok daha derin bir çıkmaza sürükleyebilir. Türkiye’de tüm belediyeler rüşvetle anılır. devlet-sermaye ve belediyeler arasında kurulan ilişkilerden hiçbir belediye yönetimi muaf değildir. İmamoğlu ekibi, en fazla her hangi bir AKP’li belediye kadar, rüşvet çarkı yapısal bir sorun haline geldiği için böyle süreçlere bulaşmış olabilir. Ya tüm belediyelere aynı anda soruşturma açılır ya da İmamoğlu’na yapılan bir siyaset mühendisliği, yani seçimlerde Erdoğan’ı yenmesi pekala mümkün olan bir siyasi figürün siyaset dışına itilmesi girişimi olarak halk tarafından net bir şekilde ele alınır.

İktidar CHP’yi bölmeye çalışıyor

Erdoğan sık sık AKP’nin CHP’ye yönelik baskılarla alakası olmadığını, bunun CHP’nin iç çekişmesinin bir sonucu olduğunu söylüyor. 8 Eylül’deki mahkeme ve 9 Eylül’deki CHP kongresine kadar, Özgür Özel ve Kılıçdaroğlu lehine seçim sürecinde yolsuzluk yapıldığı iddialarına dair soruşturmaların uzatılması, CHP içindeki kargaşayı ve içe kapanmayı artırmayı hedefliyor. İktidar, Kılıçdaroğlu gibi zayıf bir halka sayesinde CHP içindeki bu durumu kendi lehine kullanmakta başarılı oluyor. Ya da Tunç Soyer hakkındaki iddianamede, İzmir belediye başkanlarından Cemil Tugay’ın yaptığı bir konuşmanın savcılık tarafından kamu davasına dönüştürülmesi gibi “utanmazca” durumlar yaşanıyor.

Fakat itirafçıların varlığı ve bazı CHP’lilerin iktidar hırsı ve çıkarları için otoriter saldırıları önemsizleştiren bir politik hattı savunmaları iktidarın masum olduğu anlamına gelmez. İktidar öyle çürük bir yargı zemini inşa etti ki çürük kokuyu seven tüm sağcılar, ihbarcılar, çıkarcılar buraya üşüşüyor.

CHP liderliğinin “sokakta olacağız, miting yapacağız” demesi, kendi başına yeterli değil. AKP’nin otoriterleşme dalgasını durdurmak ve iktidar blokunu yenebilmek için CHP’nin eylemlerinin CHP’nin ötesine geçmek zorunda olduğu ortada. 19-29 Mart Saraçhane eylemlerinin etkisi, bu eylemlerin CHP’nin çok ötesinde güçleri birleştirmeyi başarmış olmasıydı.

19-29 Mart arasındaki büyük mücadele döneminin anılarını hemen derleyip toparlamalıyız. CHP’nin mücadele hattına dostane bir eleştiri getirerek, 19-29 Mart’ta olduğu gibi öğrenci, kadın, genç ve toplumun çeşitli kesimlerinin bir araya geldiği bir mücadele birliğinin yeniden inşa edilmesine odaklanmalıyız. Bu saldırı dalgasını durdurmak için atılması gereken adımların başında yeni, güçlü, birleşik bir mücadele zeminin inşası geliyor.

CHP iki büyük hata yaptı: Birisi mücadeleyi CHP’nin mücadelesine indirgedi. Eylemler CHP mitinglerine dönüştürüldü. Diğeri ise harekete hedef olarak ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan erken seçimleri koyup süreci seçimciliğe hapsettiler. İmamoğlu adayımızdır imza kampanyası ise sonucu açıklanmadan akıbeti belirsiz bir hale geldi.

Direniş ve olasılıklar

Tartışmaların en kritik noktası, 19 Mart’ta psikolojik üstünlük hareketin aktivistlerindeyken, zamanla iktidar moral olarak kendisini toparladı. Ama üstünlüğü ele geçirdiği söylenemez çünkü belediyelerde süren tutuklama furyasına ikna olanlar bu toplumun çoğunluğu değil.

İktidarın bu adımları neden attığı, bir rejim değişikliğine gidip gitmediğimiz de önemli bir tartışma. Bu tartışmada söylenmesi gereken ilk nokta, iktidarın her şeye kadir olmadığı ve attığı her adımın büyük bir mantıksal planlamaya uygun olmadığıdır. İktidar, iktidarda kalma güdüsüyle davranıyor ve gelişmelere göre bir sonraki adımı planlamadan ilerliyor. Dolayısıyla ne gelişmelerin bütün anahtarı iktidarın elinde ne de her adım bir plan ve program dahilinde atılıyor. İktidarın gücünü abartmamak gerekiyor. Aslında iktidar zayıf olduğu ve elinde yargı sopasından başka araç kalmadığı için bu saldırıları yapıyor. İktidarın da birçok kriz başlığı biriktirdiğini unutmamalıyız. Kitlelerin tutumu belirsizliğini koruyor; Ankara’daki mitinge az katılım olsa da, insanlar öfkeli ve dört bir yanda çıkan yangınlar, İmamoğlu’na yapılanlar gibi her olay bu öfkeyi derinleştiriyor.

Kaldı ki iktidarın küçük ortağı MHP Genel Başkanı Bahçeli, hem tutuklamaların ve yargı sürecinin uzamasının eleştirisini yaptı hem de çözüm sürecinin ruhuna uygun adımların hızla atılması gerektiğini söyledi. Tüm yorumcular, her iki çağrının da Erdoğan’ı hedeflediğini söylüyor. PKK’nin silah bırakma sürecine dair söyledikleri ise bu yorumu doğruluyor. Bahçeli şunları söyledi: “Terörsüz Türkiye artık bir devlet politikası haline gelmiştir. Dolayısıyla devletin başı terörsüz Türkiye’yi gerçekleştirmekle mükelleftir.”

İktidar blokunun bugün hemen bugün parçalanacağını söylemek doğru olmaz ama önümüzde öfkenin dalga dalga biriktiği koşullarda iktidar blokunun kendi içinde sarsıntıların da muhtemel olduğunu söyleyebiliriz.

Daha önceden CHP’ye yönelik saldırıların arkasında seçim mühendisliği, çözüm sürecinde oluşacak umutlu atmosferin bir yığınsal direnişe dönüşmesinin engellenmesi, Kürt hareketiyle muhalefet arasına duvar örülmesi ve en önemlisi de kitlelerdeki öfkenin bir mücadeleye ve erken seçim talebinin sokaklarda dillendirildiği bir yığınsal direniş dalgasına dönüşmesinin önüne geçilmesi hedeflerinin yattığını yazmıştık.

Fakat hem 19 Mart hem de Özgür Özel’in bir CHP’lide görmeye alışık olmadığımız sürükleyici ve militan tarzı iktidar blokunu paralize etti. Özel yine aynı kararlılıkla devam ediyor. Bu kararlılık, eğer süreci bir CHP seçim kampanyasına indirgemeye mesafeli olursa ve kitlelerin öfkesine temas etmeye meyilli olursa gelişmeler bambaşka bir yöne doğru evrilebilir.

Şimdi gerçekten de “İşler hızlanabilir ve buna hazır olmalıyız.” Okulların açılacağı döneme çok hızlı ve mücadeleci bir ruh haliyle girme ihtimalimiz de var. Buna da hazırlanmalı, mücadelemizin derecesini her düzeyde yükseltmeliyiz.

Çözümden yana otoriterizme karşı

CHP liderliğinin en büyük zayıflığı, Türk-İş ve DİSK’i harekete geçirememesi. Bu sendikaların tabanında da liderliklerinde de çokça CHP’li var. İşçi sınıfı elbette doğrudan CHP’nin örgütlenmeyi ve harekete geçirmeyi düşündüğü bir güç değil. Bu nedenle, bizler, tüm demokrasiden yana olan güçleri “AKP’ye karşı öfkenin örgütleyici unsuru” olma perspektifine kazanmalıyız. AKP’den ancak CHP’nin de ötesine geçen bir antikapitalist yığınsal mücadelenin sonucunda kurtulabiliriz.

Bunu yaparken çözüm sürecini gözden çıkartanlara ve lekelemeye çalışanlara da asla taviz vermeyeceğiz. Kürt halkı bu süreçte çok yalnız. “Muhalif tarihçi” görünümlü insanların saldırısı Kürtleri bezdirmiş durumda. İmamoğlu ve belediye başkanları tutukluyken, CHP’ye bu kadar ağır bir saldırı varken, bir rejim değişikliği yaşanmaktayken çözüm sürecinde nasıl yol alınabileceği sorgulanıyor. Bu aslında Kürtlere çözüm masasını dağıt direktifini veren bir yaklaşım.

Bir yandan çözüm süreci ilerlerken bir yandan da otoriterleşmeye karşı mücadeleyi sürdürebileceğimizi söyleyen güçlü bir sesin olmaması, Kürtlerin savunmacı bir pozisyona itilmesine neden oluyor. Bu durum, ya “çok CHP’ci” bir yerden çözüm süreci olamayacağını söyleyen bir eğilimi ya da Kürtleri sert bir şekilde eleştirerek iktidarın aparatına dönüşmekle suçlayan bir eğilimi ortaya çıkarıyor. Bu nedenle, Kürtlere çok net bir şekilde destek veren ve batıda hilafsız bir şekilde barışı savunan bir odağın etkili bir mücadele örgütlemesi en önemli amaç olarak öne çıkıyor.

son yazıları

Çözüm süreci için somut adım, hemen, şimdi!
1979: Şura devriminden Humeyni karşı devrimine İran
Zenginler fakirleri bombalıyor

ilginizi çekebilir

senol pers 2 thumb
Kürtler Kürtçe Konuşur | Perspektifler #6
gvkszngwsaavc1j-zav3
Barış sürecinde tarihi adım atıldı
882535Image1
PKK’nın silah bırakması ve feshi: Siyasetin gerekleri, toplumsal beklentiler