Bu yıla damgasını vuran iki önemli olay var Türkiye’de. Birisi 2024’ün ekim ayında başlayan yeni çözüm süreci. Diğeri ise 2024’te ilk işaretlerini gördüğümüz ama 2025’in mart ayında zirveye çıkan CHP’ye yönelik yargı baskısı.
Aylardır barış ihtimallerini güçlendiren hamlelerle otoriter şok dalgalarına aynı anda tanıklık ediyoruz.
Bu yüzden barışı savunmak hem de otoriter uygulamalara karşı çıkmak hem çözümden yana olmak hem adaletsizliğe, eşitsizliğe ve baskılara karşı direnmek mümkün.
Hem sürecin mantığını kavramak hem de hangi adımları atmamız gerektiğini netleştirmek zorundayız.
Süreç bir iktidar oyunu mu?
1. Bu süreç, Türkiye’de iktidar, devlet ya da egemen sınıfın iç ihtiyaçlarından değil bölgesel gelişmelerin yarattığı tehdit algısı ve potansiyellerle ilgili olarak ortaya çıkmıştır. İsrail’in Gazze’de yarattığı yıkım, arka arkaya 6 ülkeyi daha bombalaması, Suriye’de rejim değişikliği, Trump’ın ABD’nin başında belirsiz ve kaygan bir “süper güç” yaratması ve bu koşullarda ABD-İsrail ekseninde bir Kürt oluşumunun Suriye-Irak ve İran hattında şekillenme ihtimali iktidar bloğunu harekete geçmeye zorladı. Böyle bir gelişmenin Türkiye’de de Kürt sorununu değişik bir mecraya taşıma ihtimaline karşı bir tedbir olarak devlet bu hamleyi yaptı.
Silahlara veda
2. İmralı ise uzun yıllardır savunduğu silahsız mücadele analizini bir adım daha ileri götürerek hukuk ve demokratikleşme yoluyla Kürtlerin entegrasyonunu sağlayacak siyasal yönelimi stratejik bir hedef olarak öne sürdü. Dolayısıyla devlet bir yöne doğru zorunlu adımlar atarken İmralı da başka bir yöne adım atmaya çalışıyordu. Son bir yıldır bu adımları atanların çarpıştığı ve içinden bir diyalog sürecinin şekillendiği bir uzlaşma zeminine tanıklık ediyoruz.
Güven değil müzakere
3. İktidar bloğuna yeni süreçte güvenip güvenmeme tartışması bu yüzden anlamsız bir tartışmadır. Çözüm süreçleri çatışan güçler arasında yapıldığı gibi zaten birbirine güvenmeyen güçler arasında gerçekleşir. Sorun güven değil müzakere masasında diyalog sürecinden kalıcı barışa doğru hangi adımların hangi hızla atılacağı konusunda verilecek mücadelenin, güvenle değil direnişle alakalı örgütlenip örgütlenemeyeceğidir.
Kürtlere yönelik sosyal şoven imalar
4. Bu aynı zamanda sürecin iktidarın yeni seçim süreci ve anayasa değişikliği ile Erdoğan’ın sonsuza kadar sürecek cumhurbaşkanlığı olasılığına Kürtleri ikna etmek için atılan bir adım da değil. İktidar, yeni süreci dış jeopolitik gelişmelerin ve yeni gelişme ihtimallerinin Türkiye’ye etkisini dizginlemek, önlemek için bu adımları atıyor. Elbette bu süreçten iç politikada da faydalanmak isteyecektir ama burada asıl ima Kürtlerin iktidarın iç siyasal ajandasına ortak olduğu yönündeki sosyal şoven yaklaşımdır.
Güveni batı vermek zorunda
5. Kürtler batıda yaşayan ulusalcıları, CHP’lileri, muhalifleri ve demokratları ikna etmekle yükümlü değiller. Bu batıda mücadele eden sosyalistlerin ve demokrasi için mücadele edenlerin görevidir. Bu yüzden ilk defa kayyım politikası, ilk defa bir partiye yönelik şiddetli siyasi baskı görmüş gibi davranmaya son verip, Kürtlerle ittifak kurmak için Kürt halkına güven vermek zorunda olduğunu bilen bir alternatifin inşa edilmesi gerekir.
Çözüm sürecinin olumu havasını engelleme çabası
6. Çözüm süreciyle beraber otoriter şok dalgalarının tırmanmasının nedenlerinden birisi, sürecin yaratacağı olumlu havanın toplumsal mücadeleleri ivmelendirmesinin önüne geçmektir. Aynı zamanda yoksulluğa, yolsuzluklara ve adaletsizliklere karşı biriken öfkenin çözüm sürecinin yaratacağı olumlu iklimde sokakta kendisine kanallar bulmasını da engellemektir. En sonu, bu mücadelelerin bir erken seçim talebiyle birleşme ve iktidar bloğunu sokakta da sandıkta da bozguna uğratma ihtimallerinden kaçınmaktır.
“Terörsüz Türkiye” mi, “demokrasi ve barış” mı?
7. Devlet süreci terörsüz Türkiye parantezine sıkıştırmak isterken Kürtler “Demokratik Toplum” çağrısını hâkim hale getirmeye çalışıyor. Kürtler İmralı’nın süreçte tek yetkili sözcü olduğunu açıkça deklare ediyor. Meclis Komisyonu’nun İmralı’ya gitmesiyle devlet resmi olarak bu deklarasyonu kabul etmiş oldu ve süreç yepyeni bir aşamaya geçti. CHP heyete katılmayarak “oyunun dışına” düştü ve çözüm sürecini sabote etmek isteyen kasıtlı şüphecilerin ekmeğine yağ sürdü.
CHP oyun dışına düşerken
8. Çözüm sürecinin bir ucunda yer alanların sözcüsü olarak gördüğü İmralı’yla görüşmeyi reddederek cesaretsizlik örneği sergileyen CHP dinamik gelişmelerin dışına düştü. Elbette süreç hakkında soru işaretlerinin temel nedeni, böyle tarihi önemde bir dönemi “terörsüz Türkiye”den ibaret gören iktidarın reformlar konusunda demokratik adımlar atmak bir yana otoriter politikaların dozunu artırmasıdır. Her baskı, her tutuklama, her haksızlık bu iktidarla çözüm süreci mi inşa edilir sorusunu güçlendiriyor. Fakat görülmeyen şu: Kürtlerin çözüm sürecini birlikte kotaracağı yeni bir iktidarı beklemek gibi bir lüksleri yok. Yeni bir iktidarın süreci mevcut iktidardan daha demokratik adımlarla ileteceğinin bir garantisi de yok. İmralı heyetine girmeyen ve süreç hakkında ısrarla kasıtlı şüpheler yaratan muhalefetin durumu bunu gösteriyor.
Barış ağı için mücadeleye
9. Sosyalistler yeni çözüm sürecinin bir barış sürecine evrilmesi için aktif bir tutum almak zorundadır. “Terörsüz Türkiye” vurgusunun mu yoksa “Demokratik toplum” hedefinin mi bu dinamik süreçten kazanımla çıkacağını belirleyecek olan bu aktif barış çabasıdır. Bu çaba gösterilmeden, Kürt halkını ırkçı bir şekilde aşağılayanlar, Kürtlerin sözcülerini hakir görenler, süreç hakkında şüphe yaratanların basıncı püskürtülemez. CHP sürekli olarak oyun dışına düşer. Batıda işçi sınıfı ve tüm ezilenler en önemli müttefiklerinin Kürtler olduğu gerçeğini kanıtlamak için görev Kürtlere değil, batıda mücadele den aktivistlere düşüyor.
Kitlesel bir antikapitalist mücadele
10. En temel hedefimiz, 2025 yılında olduğu gibi 2026’da da hem barışın kazanması hem otoriterleşmesinin geriletilmesi olacak. Bunun için çözüm sürecinde iktidar bloğuna eleştirilerimizi güçlendirirken, Dem Parti’ye eleştirel ama koşulsuz bir şekilde destek vereceğiz. Bu, İmralı’nın işçi sınıfının Marksist teorideki konumunu önemsizleştiren, kapitalizmin Karl Marx tarafından yapılan tahlilini silikleştiren, işçi sınıfının mücadele geleneğinde aşağıdan sosyalizm geleneğinin önemini ıskalayan tartışmalarına net yanıtlar vermeyi ve Kürt halkının haklı taleplerini kazanması için mücadele etmeyi aynı anda ilerletmek zorunda olduğumuz birleşik bir politik hamle olarak görmek anlamına gelir.
Bir yandan bir barış ağı inşa etmeye, Kürtlerin çözüm masasından demokratik haklarını alarak ilerlemesine yardımcı olmaya çalışacağız. Aynı anda iktidarın otoriter şok dalgalarına karşı, yoksulluğa, yolsuzluklara ve adaletsizliklere karşı ezilenlerin mücadelesinin birleşik bir nitelik kazanması için çabalayacağız. Bir yandan da Kürt hareketinden dile getirilen teorik tartışmaları, işçi sınıfının dünya devriminin teorisi olan Marksist fikirlerle sürdürerek, Marksist bir antikapitalist perspektifin önemini savunacağız.
