2025 yılı: Sarkacı izlemek zorlaşırken-1

İklim krizi her günkü felakete dönüşürken direniş

2025 yılının sonlarında gerçekleşen COP30 zirvesi, yılın tamamının kapitalizmin bu yüz yılı hangi yöne sürüklediğini göstermesi açısından çok ilginçti. COP’ta Brezilya’da pazarlıklar ve tartışmalar sürerken, bir fosil yakıt şirketinin Shell’in CEO’sunun, çift haneli kâr elde edemedikleri bir işte devam etmeyi sorgulamaları gerektiğini, yani karbon salımını azaltmanın kârlı olması gerektiğini açıkça ifade etti. Michael Roberts’ın altını çizdiği bu nokta binlerce canlı türü, dünyadaki en yoksullar, arka arkaya bir kâbus gibi tekrarlayan orman yangınları ve seller gibi iklim krizinden kaynaklanan felaketlerle yok olurken, bir fosil yakıt şirketinin CEO’su insanların gözünün içine baka baka kardan başka bir dertlerinin olmadığını söyleyebilmesindeki cürete işaret ediyor. Kapitalizm berbat bir korku filmi halini aldı. İklim krizi hakkında yıllar yıllar önce anlattıklarımız, altını çizdiğimiz her konu ne yazık ki gerçeğe dönüşüyor.

20 yıl önce 20 yıl sonra

Bundan 20 yıl önce, 3 Aralık 2005’te Türkiye’de ilk iklim mitingini gerçekleştirmiştik. Facebook Ümit Şahin’e hatırlatmış, o da sağolsun hepimize hatırlattı.

O eylem için yaptığımız çağrı şöyleydi:

Küresel Isınma Eylem Günü Çalışma Grubu tarafından hazırlanan çağrı metni:

“Dünya Küresel Isınmaya Karşı Ayağa Kalkıyor

3 Aralık 2005’te, Monteal’de Kyoto Protokolü Toplantısı (28 Kasım-9 Aralık 2005) sırasında düzenlenecek olan uluslararası eylem çağrısını destekliyoruz.

Bu eylemler ABD ve Avustralya’nın Kyoto Protokolü’nü imzalamasını talep etmektedir. Eylemler, aynı zamanda tüm ülkelerin mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde emisyonları azaltmasını, petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil yakıtların kullanımından kaynaklanan sera gazlarının etkin bir şekilde stabilize edilerek, büyük bir tehdit haline dönüşen iklim değişikliğinin engellenmesini talep etmektedir.

Eylemler, Kyoto Protokolü’ne taraf ülkelerin toplantısına paralel düzenleniyor.

Bizler de Türkiye’de, bu eylemlere katılmak için Küresel Isınma Eylem Günü Çalışma Grubu adı altında bir araya geldik.

Bizler de 3 Aralık’ta, yapabildiğimiz her şehirde güçlerimizi birleştirmek ve gezegenimizin yüzyüze olduğu bu felakete karşı sesimizi çıkartmak ve kamuoyu oluşturmak için miting yapacağız.

Sloganımız, “ABD Kyoto’yu İmzala, Temiz enerji istiyoruz!”

Taleplerimiz şunlar:

ABD ve Avustralya gibi bugüne kadar imza vermeyen ülkeler Kyoto Protokolü’nü derhal imzalamalıdır.

Türkiye sera gazı envanterini acilen çıkartmalıdır.

Kömür, petrol gibi fosil yakıta dayalı üretim ve küresel ısınmanın artmasına neden olan yatırımlar derhal iptal edilmeli ve temiz enerji tercih edilmelidir.”

Onlarca kurum ve yüzlerce isimden imza toplamış ve Dünya Sosyal Forumlarının bir parçası olarak sokağa çıkmıştık. Kadıköy’de gerçekleşen miting iklim krizine karşı ilk sokak hareketi olmasının yanı sıra büyük bir mücadelenin de başlangıcı olmuştu. O günden beri dünya çapında dev bir iklim mücadelesi örgütleniyor. Türkiye’de kendisini solda sanan bazılarının temiz kömür savunduğu ve iklim inkarcısı dev petrol küresel ısınma kavramıyla dalga geçtiği dönemde kıran kıran bir ideolojik mücadeleyle iklim krizinin hayati bir mesele olduğu yönündeki tartışmayı kazandık. Ne yazık ki bu tartışmada işimizi kolaylaştıran muhataplarımızın aklı başında insanlar olmasından çok iklim krizinin yarattığı yıkım oldu.

2014 yılında veriler 2001’den 2014’e kadar yapılan sıcaklık ölçümlerinin son yüzyıldaki en sıcak 10 yıl olduğunu gösteriyordu. Şimdi korkunç olan o yıl yayınlana grafikte yer alan yılların hiçbirisi, bugün yayınlana listede yok. En sıcak 10 yıl, artık son 10 yıl. Kapitalizm şaka yapmıyor şakacı gibi görünen bir sistem olsa da. Öldürüyor.

Küresel ısınmanın sağlık üzerindeki etkilerinin dünya çapında artık neredeyse dakikada bir kişinin ölümüne neden olduğu ortaya çıkmış durumda. Orman yangınlarının dumanından kaynaklanan ölümlerin sayısı 2024 yılında on binlerle ifade ediliyor. Sıcaklık ve kuraklık nedeniyle 2023 yılında 123 milyon kişi gıda güvensizliği yaşarken, CEO’ların “bu iş kârlı değil” lafazanlıklarıyla yenilebilir enerjiyi küçümsemelerinin hesabını sormanın acil olduğunu gösteren bir yıl oldu 2025.

Ya gezegen ya katliam

Dolayısıyla, “karbon salımını azaltmamıza gerek yok, biz kârlı işlere bakacağız” diyebilenler kapitalizmin, Marx’ın on yıllar önce söylediği gibi, dininin de imanının da birikim için birikim, sermaye birikimi olduğu vurgusunun ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Dünyanın en büyük 100 fosil yakıt şirketinin, COP’larda karbon salınımlarının radikal bir şekilde azaltılmasının tartışılması gerekirken üretim tahminlerini arttırmış olmaları kapitalizmin frenini patladığının bir başka göstergesi. Atmosferde karbondioksit seviyeleri 2024’te rekor bir artış yaşandı ve 424 ppm’ye yükseldi. Bu artışa fosil yakıt kullanımının yanı sıra artan orman yangınları ve gezegenin karbon yutaklarının (okyanuslar ve bitki örtülerinin) işlevini yitirmeye başlaması olasılığı eklenince, çok daha korkunç bir manzarayla karşı karşıyayız. Bütün bu manzaranın ortasında, fosil yakıt tüketimini sınırlandırmak üzere bir araya gelen COP zirvesi devletleri (ABD kişi başına en çok emisyon üreten ülke olmasına rağmen buraya temsilci bile yollamadı, toplantının çok büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldular. O yüzden COP konferanslarına için giderek “COP-out” (sorumluluktan kaçma) konferansları adı verilmeye başlandı.

COP’ların temel işlevi, fosil yakıtlardan adil bir geçiş taahhüdünün ve bunun finansmanının konuşulması zeminleri olmasıdır; büyük askeri sınai kompleksler ve batılı büyük ülkeler (yani iklim krizinin derinleşmesinin başat sorumluları) fosil yakıtlardan uzaklaşma aciliyetini kelimenin tam anlamıyla gündemden düşürdüler. Küresel sıcaklık, endüstri öncesi seviyelere göre yaklaşık 2,5 derecelik bir artışa ulaştı. Bu artış seviyesi, mevcut iklim taahhütlerinin ne kadar anlamsız olduğunu gösteriyor. İklim bilimcileri, iklim etkilerinden kaçınmak için fosil yakıtlardan kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının hemen yılda en az yüzde 5 oranında azaltılmaya başlaması gerektiğini söylerken; COP 30 Brezilya, durumun ne kadar tehlikeli olduğunu ve kâr güdüsünden başka hiçbir kutsalı olmayan kapitalizmin tüm canlı yaşamıyla beraber gezegeni sürüklediği uçurumun derinliğini gösteren bir zirve oldu.

2025 yılı, bu uçuruma yuvarlanmamak için tek koşulun örgütlü işçi sınıfının küresel mücadelesi olduğu fikrinin altını ısrarla çizdiğimiz bir yıl oldu. Marksizm’in güçlendirilmesi ve açıklama yeteneği bu açıdan çok kritik bir öneme sahip. J. B. Foster’ın dediği gibi “Marx’ın kapitalizme yönelik ekolojik eleştirisinden ortaya çıkan genel metabolik kopukluk analizini kullanarak, modern gezegensel ekolojik krizin tarihsel ve güncel neredeyse her yönünü ele alan” eleştirilerini keskinleştirerek kullanmak ve antikapitalist mücadelenin iklim krizine karşı sınıf mücadelesiyle bir ve aynı şey olduğunu vurgulamak çok önemli.

Marksizm, iklim krizi ve sosyalizm

İklim krizine karşı, üzerinde egemen sınıfa karşı politik mücadeleleri örgütlediğimiz coğrafyaların kaderini de tayin eden bir mücadeleyi kazanmak için Marksist fikirler etrafında işçi sınıfının öncüleri arasında örgütlenen kitlesel bir güç acilen inşa edilmek zorunda. Ne yazık ki uzun süre iklim krizinin karakteri ve bu krize karşı mücadelenin dinamikleri, hangi güçlere yaslanması gerektiği konusunda yanlış görüşlere haddinden fazla müsamaha gösterdik. Bu suya yazı yazmaktan daha anlamsız olan tartışmaların her bir saniyesinde iklim krizi daha da derinleşti. İşçilerin ve yoksulların en fazla aldıkları asgari ücret kadar ekosisteme zarar verebilecekleri ortadayken kişisel karbon ayak izlerinin peşinden gitmek, dev askeri sanayi komplekslerin “ayak izlerini” unutturdu. Son 10 yılda olduğu gibi 2025 yılında da Marksist iklim krizi perspektifinin keskinliği ve kapsayıcılığı kendisini defalarca kanıtladı. Marx şu fikirleri kaleme alırken kapitalizmin canlı yaşamının birleşik niteliğinde yarattığı yarılmaların ne kadar tehlikeli olduğunun da altını çiziyordu:

“Kapitalist üretim insanları kentlerde bir araya getirir ve kentli nüfusun giderek artan bir öncelik kazanmasına neden olur. Bunun iki sonucu vardır. Bir yandan toplumsal harekete geçirici gücünü yoğunlaştırır, öte yandan insanla yeryüzü̈ arasındaki metabolik etkileşimi bozar, yani, insanların besin ve giyecek olarak kullandığı toprağın oluşturucu unsurlarının yeniden toprağa dönmesini önler ve böylece toprağın kalıcı verimliliğinin ebedi doğal koşulunun işleyişini engeller … Fakat bu metabolizmayı çevreleyen koşullar tahrip etmekle … onun toplumsal üretimin düzenleyici yasası olarak ve insan soyunun tam gelişimine uygun bir biçimde sistematik yenilenmesini de zora sokar … Kapitalist tarımdaki tüm ilerlemeler yalnızca işçiyi soyma değil, aynı zamanda doğayı soyma sanatında da ilerlemedir; belirli bir zaman için toprağın verimliliğinde sağlanan her artış, bu verimliliğin daha uzun ömürlü kaynaklarının tahrip edilmesi yönünde bir ilerlemedir; kapitalist üretim bu yüzden tekniği ve üretimin sosyal süreçlerinin bütünleşme derecesini eş zamanlı olarak, ancak, bütün zenginliğin asıl kaynağını, toprağı ve işçiyi kurutmak üzere geliştirir.”

Metabolik bozulma ve “toprak soygunu” hem sermaye birikiminin acımasız mantığının üzerine işlediği bir alandır hem de bu birikim sürecinin kopmaz bir parçasıdır.

Kapitalistlerin fosil yakıtlardan kaynaklana karbon emisyonlarını yılda en az yüzde 5 ve hemen şimdi indirmeye başlaması gerekiyor ama yapmayacaklar. Tüm canlı yaşamı için emisyonların hemen 2026 itibarıyla istikrarlı bir şekilde düşmeye devam etmesi” bir zorunluluk. 2040 yılında ise fosil yakıt emisyonları sıfıra yaklaşmalı. 14 yıl sonra. Üstelik zengin ülkeler fakir ülkelere “hibe temeli ve adil bir geçiş” için finansman aktarmak zorunda. Çok geç kalıyoruz. 2025, kapitalistlerin inadı nedeniyle geç kaldığımızı gösterdi. Karbondioksitten yüzde 80 daha güçlü bir sera gazı olan metan emisyonlarının azaltılması konusunda yapılan anlaşmaya göre 2030’dan önce yüzde 30 azaltılacaktı. Azalmak şöyle dursun, artmaya devam etti. BM iklim zirvelerinde iklim krizinden en çok etkilenen ülkelere destek taahhüdü yıllık 300 milyar dolardı ama 2023 yılında hükümetler fosil yakıtlara 956 milyar dolarlık doğrudan sübvansiyon sağladı.

Utanmaz fosil yakıt şirketleri üretim tahminlerini artırmakla meşgul. Çünkü sermaye ne iklim krizinin bugünkü etkilerini milyonlarca yoksul gibi yaşıyor ne de gelecekte zengin ya da fakir ülkelerde yaşayan yoksullar gibi etkilenecek.

Bu yüzden kapitalizmin fişini çekmek zorundayız. Kendi kendisine kapanmayacak bu sistem. Kapitalizm her şeyi öldürüyor, kapitalizmi öldürmek gerek.

Sonraki yazıda 2025 yılında Gazze’de yaşanan soykırım ve küresel intifadanın önemiyle devam edeceğim.

son yazıları

Barışı kazanmak zorundayız
İmralı görüşmesi, cellatlar meselesi ve habitus meselesi
CHP’den milliyetçi bir geri adım

ilginizi çekebilir

dsip gorsel
DSİP: Açlık zammı kabul edilemez
13366708
Mısırlı İşçi İtalya'da grevlere öncülük ediyor: "Ocak Devrimi sendikal bilincimi şekillendirdi"
GkzLtNkXUAAT2BY
Silahsızlanma mı, barış/demokratikleşme mi ikilemi