Krizlerle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Küresel kapitalizmin içine girdiği ekonomik krizi en sert şekilde yaşayan ülkelerden birinde yaşıyoruz, alım gücümüz her gün azalırken bir yandan da otoriter bir yönetim altında her gün bir yenisi patlak veren politik krizlerle karşılaşmaktayız. Bu yaz Türkiye ormanlarının önemli bir bölümü elektrik şirketlerinin denetlenmemesi ve iklim krizi sebepli yangınlar sebebiyle yok olurken, mecliste ormanların, ağaçların, yaşamın patronlar lehine yok edilmesi için bir maden yasası geçiriliyordu. Sadece bunlar bile patronların hâkim olduğu bir sisteme başkaldırmak için yeterli sebepler ancak isyan etmek bir başlangıç olsa da dünyayı değiştirmeye yetmiyor. İsyan etmek için yeterli sebebimiz bulunsa da dünyayı değiştirebilmek için onu bütünlüklü bir şekilde anlamalıyız.
Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından temelleri atılan sosyalist teori bize günümüz dünyasını anlamak için önemli ipuçları sunuyor.
Küresel bir sistem olarak kapitalizm
Öncelikle yaşadığımız hiçbir şey sadece ulusal sınırlar içindeki olaylar ile belirlenmiyor. Elbette her ülkede politikanın kendine özgü yanları var ancak kapitalizm bir dünya sistemi. Dolayısıyla ne ekonomik ne politik ne de ekolojik kriz tek bir ülkenin sınırları içinde gerçekleşiyor. Daha birkaç yıl önce tüm dünyanın evlere kapanmasına ve çoğunluğu işçi sınıfından olan (çünkü işçiler eve kapanamıyordu!) 7 milyondan fazla kişinin ölümüne sebep olan Covid-19 virüsü bunu en çarpıcı şekilde gösteren olaylardan biriydi.
Kapitalizm küresel bir sistem olarak dünya çapında bir ekonomik yapı oluşturuyor. Binbir türlü karmaşık ölçek ve terimlerle açıklanmaya çalışılan bu devasa küresel sistem ise en temelde tüm dünyada artı değerine el konulan işçi sınıfının omuzları üzerinde yükseliyor. Birbirleriyle rekabet etseler de yine küresel bir sınıf oluşturan kapitalistlerin kârının temel kaynağı ürettiğimiz zenginliğin ancak küçük bir bölümüne sahip olabildiğimiz, çoğunluğuna ise kapitalistlerin el koyduğu emek gücümüz. Tam da bu yüzden kapitalizm bunu gizlemek için elinden geleni yapıyor.
Maddi üretim araçlarına, yani üretimin yapıldığı tüm araçların özel mülkiyetine sahip olan kapitalist sınıf aynı zamanda devasa bir makine gibi işleyen fikri üretim araçlarına da sahip. Aileden medyaya, okullardan eğlence sektörüne kadar uzanan geniş bir alanda bize bu sistemin doğal olduğu, yoksulsak bunun sebebinin biz olduğu, bireysel gelişimle her şeyi başarabileceğimiz masalları anlatılıyor.
Üstelik sınırlara bölünmüş olduğumuz için egemen sınıf, o sınırlar içinde yaşayan herkesin çıkarlarının ortak olduğunu anlatan milliyetçiliği pompalıyor. Bize beraber sömürüldüğümüz diğer ülkelerin işçilerinin değil de, aynı sınırlar içinde yaşadığımız, bizi sömüren patronlarımızın kardeşimiz olduğu anlatılıyor. Büyük krizlerde dünyanın yeniden paylaştırılması gerektiğinde işçiler birbirlerine karşı savaşlara yollanırken, patronlar kârlarını arttırmayı sürdürüyor.
Ancak aynı sınırlar içinde yaşayanların kardeş olduğu yalanı da her zaman işlemiyor çünkü kapitalizmin işleyişinde hayati bir önemi bulunan ulus devletlerin varlığını sürdürmesi için “iç düşmanlar” aracılığıyla işçi sınıfının ve toplumun ezilenlerini bölmeye ihtiyacı var. Dolayısıyla ırkçılık, cinsiyetçilik, LGBTİ+ fobi gibi düşünceler kapitalist sistemde istisnai “radikal” fikirler değil, onun işleyişine içkin fikirler. Her dönemde bunların eşit şekilde işlediğini söylemek mümkün değil ancak günümüzde gördüğümüz gibi kapitalizm kriz içine yuvarlandığında kullanmak üzere her zaman elinin altında bu araçları hazırda tutuyor.
Krizlere mecbur bir sistem
Marx’ın gösterdiği gibi bu kocaman sistem her zaman krizlere girmeye mahkûm. Kapitalistlerin hem kendi arasındaki rekabet hem de bu devasa zenginliği yaratırken dayanmak zorunda olduğu sınıf yani işçi sınıfı ile arasındaki sınıf mücadelesi her zaman belli bir noktada kâr oranlarının düşmeye başlamasını beraberinde getiriyor.
Kapitalizmin bugünkü neoliberal aşamasının içinde bulunduğu krizin başlangıcı 2008’de ABD’de başlayan ve tüm dünyayı sarsan kredi sıkışmasıydı. 2008, krizin önemli bir momenti olsa da, kriz asıl olarak kapitalizm içinde daha uzun dönemli bir kâr oranlarının düşme eğiliminden kaynaklanıyordu.
Krizin yarattığı ortamda dünya devasa hareketlerle sarsıldı. 2010’ların başında Tunus ve Mısır’dan başlayarak Arap coğrafyasında yılların diktatörlüklerini sona erdiren politik devrimler gerçekleşti. Yunanistan’da arka arkaya hükümet deviren sayısız genel grev gerçekleşti, ABD’de Wall Street’i İşgal Et hareketi, İspanya’da Öfkeliler hareketi sokakları, meydanları ele geçirirken kısa bir süre sonra 2013’te Türkiye’de de Gezi Parkı Direnişi’yle benzer bir direniş dalgası yaşandı.
Bu isyan anlarında kitlelerin sistemi normal olarak algıladıkları düşünce sistemi ciddi şekilde dönüşüme uğrama potansiyeline sahiptir. 2010’lu yıllardaki isyan dalgası bunu açıkça ortaya koymuştu ancak bu dönüşümün, kapitalist sistemi ortadan kaldırmayı amaçlayan devrimci bir odakla buluşması gerekiyordu. Devrimci partilerin küçüklüğü nedeniyle bu gerçekleşemedi ve bu isyan dalgasını 2017’de ABD’de Donald Trump’ın başa gelmesiyle somutlaşan, dünyanın pek çok yanında aşırı sağ ve faşist odakların büyümeye başladığı ya da iktidara geldiği bir sağcı dalga izledi. Bu dalga hâlen devam ediyor.
Kitlelerin eylemi dünyayı değiştirebilir
Aşırı sağın yükselişi moral bozucu olsa de önlenemez bir şey değil. ABD’de Trump’ın ilk dönemki iktidarını sona erdiren Siyah Hayatları Önemlidir hareketinin gösterdiği gibi kitleler harekete geçtiklerinde aşırı sağı geriletmeyi başarabiliyor. Ancak aşırı sağın alternatifi, kapitalizmin ‘normal’ini savunan politikacılar değil. Tersine yıllarca neoliberal uzlaşı etrafında iktidara gelen ve kitleleri bu sistem karşısında umutsuzluğa iterek aşırı sağın yükselişine yol açan, kapitalizmin ‘normali’ olarak kabul edilen Joe Biden, Emmanuel Macron gibi politikacılar.
Aşırı sağ ile neoliberaller arasında salınan bu döngüden çıkışın yolu ise yine kitle hareketinde. Dünyayı değiştirme kabiliyeti sadece ve sadece çoğunluğunu işçi sınıfının oluşturduğu kitle hareketinde bulunuyor. Tam da bu yüzden bu kitle hareketleri içinde kapitalizmi aşmayı hedefleyen bir ufku yaygınlaştırabilmek için sosyalist fikirlerin güçlenmesini sağlamalıyız.
Can Irmak Özinanır