İlk oturumda grevler, direnişler ve mücadele deneyimleri, ikinci oturumda kadınların işyerlerinde karşılaştığı cinsiyetçi tutumlar ve son oturumda ise sınıf mücadelesinin önündeki engeller konuşulacak. Her oturum, bugünün emek hareketini anlamak için büyük önem taşıyor.
Grevlerden sesler
İzmir, uzun zamandır Türkiye’de grevlerin en yoğun yaşandığı şehirlerin başında geliyor. Bu grevlerin bir kısmı toplu sözleşme süreçleriyle ilgiliyken, bir kısmı da işçilerin sendikalaşma mücadelesiyle bağlantılı. AKP hükümetinin ekonomik politikaları, ismine ne denirse densin, açıkça bir servet transferi ve kontrollü yoksullaştırma siyaseti olarak işliyor. Bu durum karşısında çalışanlar, örgütlü bir şekilde seslerini duyurmaya çalışıyor. Bir yandan sendikalaşma çabaları sürerken, diğer yandan güvencesizliğe, uzun çalışma saatlerine, tacize ve mobbinge karşı eş zamanlı olarak mücadeleler devam ediyor.
İş cinayetleri, ucuz emek sömürüsü
Türkiye iş güvenliği ve işçi hakları konusunda alarm veriyor. Her yıl bir önceki yıla göre daha fazla iş kazası yaşanıyor ve bu kazalarda hayatını kaybeden çalışan sayısı artıyor. Türkiye, emeğin en ucuz olduğu ülkelerden biri olmasına rağmen, patronlar için bu durum bile yeterli değil. İş yaşamına hazırlanan çocuk işçi orduları da bu trajik tablonun bir parçası. İSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi) verilerine göre, toplam çocuk işçi sayısı 1 milyon 372 bin iken, son on yılda iş kazalarında hayatını kaybeden çocuk işçi sayısı 742’ye ulaşmış durumda. İngiliz Marksist Tony Cliff’in de belirttiği gibi, ücretlerin aşırı düştüğü dönemlerde fabrikalardaki bantlar daha hızlı çalışır ve iş güvenliği ortadan kalkar. Geçtiğimiz aylarda Emek Çalışma Topluluğu tarafından yayınlanan Dünya Grev Raporu ve Dünya Sendikalar Birliği verileri de bu tespiti destekliyor. Türkiye, son on yılda iş güvenliği ve sendikalaşma konularında dünyadaki en kötü 10 ülke arasında yer alıyor. İşçiler, sendikalaşmak için birçok yasal zorlukla boğuşurken, bu zorlukları aştıklarında çoğu zaman patronların yasal süreci ve sendikalaşma hakkını hiçe sayan tutumlarıyla karşılaşıyor.
Sendika yöneticileri işçi direnişinin neresinde?
Ancak mücadele, sadece patronlarla ve yasal engellerle sınırlı değil. Sendikalaşmayı başaran işçilerin karşısına bu sefer de daha içeriden bir sorun çıkıyor: sendikal bürokrasi. Bu bürokrasi, patronlar ve işçiler arasında bir denge unsuru gibi hareket etse de kritik anlarda patronların ve devletin yanında yer alır. İzmir Çiğli Belediyesi’nde yaşanan son olay bu durumu açıkça gözler önüne seriyor: Ücretlerini alamayan ve mücadele etmek isteyen belediye işçileri ve onların sendikadaki temsilcileri, bizzat sendika yönetimi tarafından görevlerinden alındı. Bu olay, sendikal bürokrasinin ne kadar tutucu ve işçi tabanından uzaklaşmış bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor.
İşçi sınıfının mücadele ve örgütlenme yeteneklerinin zayıfladığı dönemler, genellikle demokrasinin gerilediği ve otoriterleşmenin arttığı dönemlere denk gelir. Bu nedenle, işçi sınıfının tabandaki mücadelesini yükseltmek, aynı zamanda sendika içi demokrasinin artmasını ve bürokrasinin gerilemesini sağlar. En iyi sendikal yapı bile, üyelerinin mücadelesine ve eylemliliğine dayanmıyorsa sadece kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur.
Tüm bu tabloya bakıldığında, dünya genelinde ve Türkiye’de işçi sınıfının çok katmanlı sorunlar yaşadığı ortada. Türkiye, otoriterleşme sorunu yaşayan izole bir ülke değil; dünya genelinde esen otoriterleşme rüzgarlarının bir parçası. Her ne kadar yaygın bir yanılgı olsa da işçi sınıfı sayısal olarak azalmış değil, dağınık bir yapı içinde ortak mücadele etme konusunda zorluklar yaşıyor. İşte tam da bu noktada, İzmir’deki Antikapitalist Çalışanlar aktivistleri, bu sorunları, mücadele yollarını ve olası çıkış yollarını konuşmak için bir araya geliyor.
Recep Aykın