PKK üyelerinin silah bırakma töreninin ardından başlayan sert ve yoğun tartışmalar, özellikle Erdoğan’ın Kızılcahamam konuşmasıyla bir kakafoniye döndü. Bir önceki yazıda bu tartışmaların üç esas tartışmayı boğduğunu söylemiş ve en önemli meselenin üzerinde durmaya çalışmıştım: “Birisi, PKK’nin kendini feshetmesi ve silah bırakması dahil tüm gelişmeleri önemsizleştiren, küçümseyen ve sadece iktidarın oyun planından ibaret gören bir yaklaşım. Bu alanda sağcısından sol görünümlüsüne kadar şovenistlerin hepsi cirit atıyor.”
Sosyal şovenistlerin bu derece öfkelenmesi, sürecin bazı kesimlerin tüylerini diken diken etmesi gelişmelerin gerekli engelleri temizleyerek ilerlemeye başladığını gösteriyor. Ulusalcılığın son şövalyesi Hüseyin Aygün adındaki şahıs kaleme sarılırken, Aygün’ü aşan yeni isimlerin ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Bu yüzden, kabaca, silah bırakmayı küçümseyen, durumu gerçekte olduğundan farklı gösterenlere, yani üç tartışmadan ilkine devam etmem gerekiyor. Şimdi, bu ve sonraki yazıda bu tartışmayı sürdürmek faydalı olacaktır.
Yeni çözüm ve barış sürecine karşı olan sadece ulusalcılar değil bildiğimiz gibi. Ulusalcılarla bir çok kez sert tartışmalar yaşayan ve milliyetçilerin nefret dalgasından nasibini alan çeşitli yazarlar ve çevreler de yeni çözüm sürecine karşı.
İlk bakışta iktidarın vurdumduymaz tavırları, çözüm süreci karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyor ve onları haklı çıkartıyor diye düşünülebilir.
Lübnanlaşma mı?
Öyle bir gürültü yapıyor ki ulusalcılar, “işin içinde bir iş var” diye herkes kulak kabartıyor. Kürtlere kibirle yaklaşanlardan birisi şunu yazabiliyor: “TBMM’de kurulacak komisyon bir barış süreci komisyonu değil, Türkiye’yi Lübnanlaştırma komisyonu olacak. ABD desteğiyle proje zaten hazır, CHP’yi orada komisyona meşruluk kazandıracak bir figüran olarak kullanacaklar. Sırf CHP masaya otursun diye bazı belediye başkanlarını da salabilirler. CHP küçük hesaplarla değil, ülkenin geleceğini düşünerek o masaya oturmamalı.”
Erdoğan’ın silahların bırakılmasının ardından yaptığı konuşmada birden çok kez Türk-Kürt-Arap demesi, bu alıntı yaptığımız türden ulusalcıların delirmeleri için yetti de arttı. Türkiye’de devlet her nedense, muhtemelen iktidarda İslamcılar olduğu için diyeceklerdir, birdenbire siyasal yapıyı Lübnanlaştırmaya karar vermişler. Zaten “ABD desteğiyle proje de hazır” cümlesini de kurdunuz mu, BOP adı verilen, memlekette ve dünyada Kürt nefretlerini bu kavramın arkasına saklayan üç beş aşırı laik, aşırı milliyetçi dışında kimsenin kullanmadığı, bilmediği ve hatırlamadığı bir kavramı da eklersiniz olur biter. ABD’ye karşı öfkeyi, Erdoğan’a karşı çeviriyormuş gibi görünüp aslında Kürtlere duydukları nefreti kusmak için zemin yaratırlar.
Bu nefret hemen şöyle cümlelerinden belli olur: “Adınızı ne koyarsanız koyun gerçek isminizin “Kürt partisi” olduğunu ve savunduğunuzu iddia ettiğiniz tüm evrensel sol ve demokrat değerleri bu gerçeğe paravan yapmak için araçsallaştırdığınızı aklı başında herkes gördü ve görmeye de devam ediyor.”
Gültan Kışanak da belediye başkanıydı
Bunu, Dem Parti’nin ismini demokratik Cumhuriyet Partisi olarak değiştirmeyi planladığı haberlerine yanıt olarak yazabiliyorlar. Dem Parti’nin gerçek isminin “Kürt partisi” olduğunu söyleyen bu nefret dolu ulusalcılara bir iki hatırlatma yapmak gerek. Bu yılın başlarından itibaren CHP’li belediye başkanlarına ve bazı üyelerine yönelik yargı saldırısının arkasına sığınıp Kürtlere nefret kusmaya başlamadan önce şu harfleri yan yana dizmeyi öğrenmek zorundalar: HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP.
Ulusalcılar daha bedel ödemek nedir bilmezken, Kürt hareketinin yasal alanda kurulan tüm partileri kapatıldı. Bunlar Kürt partisi olduğu için kapatıldı üstelik. Sosyal şovenistler şu soruya da yanıt vermeli ayrıca: Kürtler neden 2015 yılında yüzde 13 oy alan partileriyle son seçimlere giremediler? Kürtler neden HDP yerine başka partileri hızla kurdular? İmamoğlu’ndan başka belediye başkanı, CHP’den başka parti, Türk’ten başka da halk kavramı olmayanlar, Dem Parti’nin kuruluş hikayesini de bilemezler elbet. Bu harflerin anlamını bilmeyenler Gültan Kışanak tutuklandığında görevi neydi acaba, kaç yıl hapiste kaldı, serbest kalması için neler yaptılar, buna yanıt verebilecekler mi?
Kaba şovenistler
Şovenizm şöyle bir şeydir, Kürtlerin Türkiyelileşme projesini ve bu sırada savunuyor “göründükleri” tüm evrensel sol ve demokrat değerleri, aslında Kürt partisi kimliklerini gizlemek için bir maske olarak kullandıklarını iddia ediyorlar. Bu, doğrudan, bir Kürt partisinin evrensel, sol ve demokrat değerleri savunamayacağını söylemek anlamına gelir.
Başka birisi de, -bir tarihçi- Dem Parti’den bir milletvekilinin televizyonda Demirtaş ve Yüksekdağ’ın AİHM’in son kararı nedeniyle hemen serbest bırakılması gerektiğini söylerken sakin bir dil kullanmasından rahatsız oluyor, bir Dem Partili vekil hakkında şüphe yaratıyor ve AİHM’in “Demirtaş kararı siyasidir” açıklamasını, “o zaman siyasi mücadele vereceksiniz” diyerek, yüksek tepelerden akıl vererek ele alıyor.
Tüm bu sosyal şovenistleri aklı başında insanlarla aynı çılgınlıkta buluşturan ve Kürtlere yönelik kibirle donatan asli öğe tam iktidardan kurtulma fırsatı doğmuşken ortaya çıkan bu çözüm sürecine duydukları öfke.
Erdoğan tam devriliyordu, nereden çıktı bu süreç.
Saraçhane’de yüzbinler toplanmışken, nereden çıktı bu süreç.
Unuttukları şu: Kürtler diye bir halk, onların bağımsız siyaseti, sosyalist kadroları var ve hiçbir Kürt, bir tarihçinin, bir akademisyenin bir dediğini iki etmemek zorunda değil.
Sosyalistler, Kürtlerin mücadelesine de müzakeresine de saygıyla yaklaşmak ve daima ezilen halkı koşulsuz ve eleştirel bir şekilde desteklemek zorundadır. Yoksa ortaya çıkan şey en kaba Türk milliyetçiliğinin akademik bir zarafetle süslenmiş ifadeleri olur.
Sonraki yazıda “Lübnanlaşma” tartışmasını sürdürmek bir zorunluluk.