Marksizm 101 – Sosyalistler ve savaş

Sosyalistler açısından savaş, kapitalizmin en üst aşaması olan emperyalizmin bir sonucudur. Ancak emperyalizm, pek çok politikacının popülist söylemlerinde yer verdiği “emperyalizm”den oldukça farklıdır. Emperyalizmi başka bir ülkenin askeri müdahalesinden ibaret gören anlayış, antiemperyalizmi de milliyetçilik ile eşitler. Bu sahte bir antiemperyalizmdir.

Sosyalistler ise savaş hakkında bambaşka bir değerlendirmeye sahiptir. 20. yüzyılın başında Vladimir Lenin, Rosa Luxemburg, Nikolai Buharin gibi devrimci Marksistler kapitalistler arası rekabetin I. Dünya Savaşı’nı getirmekte olduğunu görmüştü. Savaşın ekonomik sebeplerini kapitalizmde arayan bu yazarlar, kapitalizmin hem çelişkileri üretip hem de derinleştirerek dünyayı emperyalist rekabete taşıdığını yazıyorlardı. Savaşın getireceği yıkımı gören bu devrimciler için antiemperyalizmin milliyetçilikle veya yurtseverlikle uzaktan yakından alakası yoktu. Tersine kapitalizmi dünya çapında bir sistem olarak ele alan Marksistler, bub sistemin ancak dünya çapında bir devrimle altüst edilebileceğini ve sosyalizmin ancak dünya ölçekte kurulabileceğini düşünüyordu. Tam da bu yüzden sosyalistlerin, antiemperyalizm anlayışı milliyetçilik karşıtıdır, yani enternasyonalisttir.

1914’te enternasyonalistlerin geleceğini ön gördükleri savaş başladı. I. Dünya Savaşı, dönemin büyük emperyalist devletleri arasında bir savaş olarak patlak verdiğinde, o zamanlar işçi hareketinin temel partileri olan sosyal demokrat partiler yurtsever bir tutum benimseyerek savaşta kendi devletlerinin yanında yer aldılar. Aralarında Lenin, Luxemburg, Liebknecht, Troçki gibi isimlerin yer aldığı bir grup sosyalist ise savaşa karşı net bir tutum sergiledi ve sloganları şu oldu: “Savaşı iç savaşa çevir.” Dolayısıyla bu devrimcilerin tavrı, savaşta kendi yaşadıkları ülkelerin, kendi yerel egemen sınıflarının yenilgisi yönünde oldu.

Bunun sebebi sosyalistlerin savaşı emperyalistler arası rekabetin ürünü olarak görmenin yanı sıra tam da kapitalizmin bağrında çalıştığı çelişkilerden kaynaklandığı için kapitalizmi altüst edebilmenin bir fırsatı olarak görmeleridir. I. Dünya Savaşı’ndaki sosyalistler de bunu başardılar. Savaşa son veren 1917’de Rusya’daki başarılı işçi devrimi ve Avrupa çapında Macaristan, İtalya, en önemlisi de Almanya’daki devrimci dalga oldu.

Bu devrimci dalgalar ezilen uluslar için de özgürleşmenin fırsatlarını doğurdu. Sosyalistlerin egemen devletlerin milliyetçiliğine tavrı ile ezilen ulusların milliyetçiliğine karşı tavırları farklıydı çünkü ezilen ulusların özgürlüğü yerel egemen sınıfların yenilgisinde kilit bir önemdeydi. Dolayısıyla işçi sınıfının özgürlüğü ile ezilen ulusların özgürlüğü arasında doğrudan bir bağlantı vardı.

Bizler, emperyalistler arası rekabeti işçi sınıfının ve ezilen halkların yararına bir devrimci hareketle buluşturmak için çabalıyoruz. Günümüzde merkezinde ABD emperyalizmi ve İsrail’in yer aldığı saldırganlık karşısında da yapılması gereken tam olarak budur. Elbette İran rejimi ve onun kontrolündeki güçler de dostumuz değildir ancak yapılması gereken bir yandan ABD ve İsrail’in emperyalist saldırganlığına karşı çıkarken bir yandan da bölgede 2011’de gördüğümüz Arap Devrimleri’ne benzer bir dalganın ortaya çıkıp tüm egemenleri alt etmesi için uğraşmaktır.

Can Irmak Özinanır

son yazıları

Marksizm 101 - Sosyalistler ve sendikal hareket
Hayvan katliamı ve CHP
İyi ki doğdun Karl Marx: Çağların pisliğini devrimle temizlemek

ilginizi çekebilir

i7-3
1979: Şura devriminden Humeyni karşı devrimine İran
06
Vardık, varız, varolacağız! LGBTİ+ özgürlüğü için mücadeleye!
image-2022-06-19-121130 (1)
Kanun taslağı değil kan kusturma taslağı