İsrail’in İran’a saldırması, bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. İran gibi bir diktatörlük, savunulabilir mi? İsrail ve ABD rejim değişikliğini isterlerken biz bu rejimi nasıl savunabiliriz? Kadınları öldüren, çok sayıda Kürt muhalif aktivisti idam eden rejimle yan yana düşmeli miyiz?
Bu sorulara verilen yanıtlar hatta bu soruların kendisi İsrail ve ardından ABD’nin İran’a yönelik saldırısı karşısında büyük kitlelerin sokaklarda seferber olmasının önündeki büyük engeller. Bu tartışma yapılırken Ortadoğu halklarına yönelik bir aşağılama da kendisine ifade alanı buluyor ve Arap halklarının eyleminin gerici olduğuna dair bir İslamofobik fikir de hakim olduğunu gösteriyor.
Oysa İran’da 1970’li yılların sonunda yaşanan dini bir isyan değildi. Bir işçi devrimiydi.
Şuralar
İran devrimi, Şah’a ve onun arkasındaki ABD iktidarına karşı bir sosyal patlamaydı. Chris Harman’ın yazdığı gibi, “Şahın yönetimi, geleneksel din adamlarını, ulusalcı entelektüelleri, bazaar’larla ilgili kapitalist kesimleri, genişleyen sanayinin yeni işçi sınıfını, öğrencileri, yoksullaşmış küçük burjuvaziyi ve şehirlerin gecekondu bölgelerinin işsiz ve yarı iş sahiplerini, ulusal azınlıkları ve köylülüğün kimi kesimlerini kendine düşman etmişti.”
Şah rejimine karşı ilk büyük aşağıdan baskı 1977 yılında Güney Tahran’daki yoksul halk ve büyük işyerlerinde işçi kitlelerinden geldi. 1977’de 50 bin gecekondu sakininin evleri yıkmaya gelen güçlere karşı sokağa çıkması ve buldozerlerin kaçmak zorunda kalması ilk işaret fişeğiydi. Şah’a öfke duyan milyonlarca insan bu ilk eylemle güç buldu. Ardından işçi sınıfı sahneye çıktı.
1978 yılından itibaren işçiler patronlara karşı hızla örgütlenmeye ve eyleme çıkmaya başladı. İşçi direnişinin biçimi grev hareketi olarak öne çıktı. “Grevler yıldırım hızıyla yayılıyordu – ekimin ilk günlerine gelindiğinde önde gelen 50 fabrikada işler tamamen durmuş haldeydi. En önemli sanayi bölgelerindeki fabrikaların hepsi ve hatta Kerman şehrinin güneyine yakın bir yerde bulanan bakır madenleri gibi en ücra köşelerdeki işyerleri de buna dahildi. Hizmet sektöründe çalışanlar ve büro işçileri, otobüs şoförleri, posta işçileri, hastane çalışanları, öğretmenler, banka çalışanları ve otel işçileriyle birlikte grev hareketine katıldılar. Talepler şimdi daha da çeşitlenmişti; fakat en çok öne çıkarılan talepler yüzde 100’e varan ücret artışları, yöneticilerin işten alınması, sosyal yardım ve hizmetlerin iyileştirilmesi, sıkıyönetime son verilmesi, Savak’ın dağıtılması ve siyasi tutukluların serbest bırakılması idi.” (Phill Marshall, İran’da devrim ve Karşı devrim)
Kitle grevleri rejimi felç etti. Petrol işçilerinin 33 gün süren grevi Şah rejimine büyük bir darbe vurdu. Şah’ı deviren hareket esas olarak bu grevler halinde açığa çıkan isyanlardı. Grevin içinde işçi sınıfının tüm yaygın direnişlerinde açığa çıkan bir örgütlenmesi şekillendi: işyeri komiteleri.
Grevleri koordine etmek için kurulan işyeri komiteleri işçi sınıfının mücadeleci tüm kesimlerini birleştirmekle kalmadı. Aynı zamanda “ücret talebinden özgür sendika talebine, Şah’a ölüm talebinden haftalık çalışma saatlerinin kısaltılması taleplerine geçişler yaparak” ekonomik mücadeleyle siyasal mücadelenin yoğun bir iç içe geçişine aracı oldular.
Taleplerin kapsamı, Şah’a öfkeli tüm kesimlerin işçi sınıfının kitlesel grev hareketinden heyecanlanmasını sağladı.
Grev komiteleri en öncü işçilerin tüm mücadele ruhunu toparlıyordu. Bu işçiler grev komiteleri aracılığıyla “eylemlerin merkezinde yer aldılar ve kitle eylemine rejimi çökertecek düzeyde devamlılık kazandırdılar.” İran’da adına Şura denilen bu yapılar, Rusya’da 1905 devriminde, 1917 Şubat devriminde ortaya çıkan Sovyet benzeri bir yapılanma olsa da işçi sınıfının tüm alanlardaki ve işyerlerindeki mücadelesini genelleştirme ve tüm işçi hareketinin isyanını tartışıp örgütlediği bir platforma dönüşme düzeyine sıçrayamadılar.
Şah’a karşı isyan içinde iki farklı toplumsal liderlik böylece oluştu. İşyerlerindeki tüm devrimci hareketi kontrol eden Şuralar ve işyerleri dışındaki yoksullar hareketinin liderliğini yapan cami hareketi. Bu hareketin sürgündeki lideri Humeyni, 1964’e kadar Şah rejiminin yıkılmasını değil reforma edilmesi gerektiğini savunuyordu.1970’lere gelindiğinde Humeyni en tanınan uzlaşmaz lider olarak ortaya çıktı. Camiler ve ilahiyat okullarında inşa edilen çok geniş bir aktivistler ağının kontrolü Humeyni’nin elindeydi.
Humeyni, işe, hareketin sınıfsal niteliği hakkında yalan söyleyerek başladı. İşçi grevleriyle patlayan eylemler silsilesinin din adamları tarafından yaratıldığını söyledi.
Devrim içinde karşı devrim
Pazar esnafları arasında ve camilerden sokağa taşan protestocu kitleler arasında etkin olsa da 1978 yılında işçi hareketi, öğrencilerin ve aydınların mücadelesi, liberallerin itiraz eden kesimleri Humeyni liderliği altında değillerdi. Şah’ı sarsan 1978 Temmuz-Ağustos grevlerinin liderliği grev komitelerindeydi. Humeyni, grevci işçilerin radikalliğine sinsice uyum sağladı. Greve çıkan işçi kitleleri arasında da ünlü olduğu için grevlerin taleplerinden birisi de Humeyni’nin İran’a dönmesiydi. Bu Humeyni’nin de grevin gücünü keşfetmesine neden oldu. 1979 Ocak ayında işçilere mücadele çağrısı yaptı, “Şerefli İran halkı…grevlerini sürdürmelidir.” dedi.
Solun bağımsız örgütlerinin Humeyni hareketiyle kurduğu yanlış ittifak, Şah’a karşı halk cephesi politikalarının uzlaşmacı niteliği, İran solundaki Stalinist fikirlerin ağırlığından kaynaklandı. Şah’ı deviren kitle hareketi içerisinde işçi sınıfı etkin bir güçtü. Humeyni işçiler üzerinde ağırlığa sahip değildi. Fakat Şah’a karşı tüm burjuvaziyi de kapsayan ulusal cephe fikri, bu cephe içerisindeki en örgütlü güç olan Mollalar grubunun iktidara yürüyüşüne kapılarını araladı. İşçi isyanları ve kent yoksullarının öfkeli eylemleri Şah’ı devirirken, Camilerden yükselen örgütlü güç hem küçük burjuvazinin krizine bir toplumsal yanıt olmayı hem de işçi sınıfı mücadelesinin ufkunu daraltmayı başardı.
Sol içinde 1917 yılında Rusya’da Bolşeviklerin yaptığı gibi “militan işçilerin çabalarını koordine edecek, işçi sınıfının en ileri kesimlerinin çabalarının genelleştirilmesine yardımcı” olacak bir örgüt olmadığı için, hatta işçi sınıfı içinde grevlerin koordinasyonu sağlayacak bir devrimci örgütlenme olmadığı için, devrimin içinden kanlı bir karşı devrim doğdu. Humeyni kendisiyle cephe kuran solun gözünün yaşına bakmadı.
Devrimin coşkusuyla başlayan özgürlük rüzgarı hem Şah’tan sonra durduğu gibi duran devlet iktidarını, hem İran egemen sınıfını hem de Humeyni etrafında birleşen Mollalar hareketini rahatsız etti. Başlayan tam çaplı karşı devrimci saldırı işçilerin grev komitelerine, kadınlara, devrimle açığa çıkan özgürlük ruhuna darbe vurdu.
Şimdiki İran, bu karşı devrimin ürünü olan bir rejimdir.
Bu yüzden İsrail’in İran’a saldırısına karşı çıkanlar, ABD’nin İran’ı bombalamasına hayır diyenler Mollalar elitinin kanlı iktidarını savunmuyorlar, emperyalistlerin yıllardır yaptırım uyguladığı ve böylece daha da fakirleşen bir ülkeyi bombalamasına karşı çıkıyorlar. İran’ın bombalanması bombalayanı güçlendirir, bombalaNan ülkenin içindeki sistem karşıtı öfkeyi bulanıklaştırır, İran’da rejime karşı sokaklara çıkan insanların mücadele isteğini törpüler, milliyetçiliği güçlendirir. Zorba rejimleri devirecek olan, daha da zorba emperyalist ülkelerin bombaları değil, 1979 yılında örneği görüldüğü gibi işçi kitlelerinin ve tüm ezilenlerin aşağıdan eylemidir.
Şenol Karakaş