Dünya Mülteciler Günü: “Adları var, hikâyeleri var, hakları var!”

İzmir’deki göçmen ve mülteci dostları, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde bir dayanışma açıklaması yaptı. İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısında okunan açıklamanın tam metni ve imzacıları:

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısında okunan açıklamanın tam metni ve imzacıları:

“Bugün, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü. Yerinden edilmeye zorlanan milyonlarca insan için bu gün yalnızca bir anma değil; aynı zamanda bir hak arama ve mücadele günüdür. Ancak Türkiye’de mültecilerin karşı karşıya kaldığı ağır ve yapısal hak ihlalleri, bu günü utanç verici bir gerçeklikle karşıladığımız bir güne dönüştürmektedir.

Geçici koruma altındaki Suriyeliler ve uluslararası koruma başvuru sahipleri, hukuki statü fark etmeksizin tüm mülteciler; sistematik biçimde temel haklarından mahrum bırakılmakta, yargısal güvenceler etkisizleştirilmekte ve istihbarata dayalı keyfi uygulamalarla yaşamları geri döndürülemez şekilde tahrip edilmektedir.

İstihbarat kaynaklı soyut ve denetlenemez bilgilere dayanarak konulan G87 ve benzeri tahdit kodları, kişilerin yalnızca seyahat özgürlüğünü değil; sağlık hizmetine erişim, çalışma hakkı, eğitim hakkı gibi en temel haklarını da fiilen ortadan kaldırmaktadır. Özellikle Suriye uyruklu kişiler açısından bu kodlar, sınır dışı tehdidini kalıcı hale getirmekte, kişileri belirsizlik içinde yaşamaya, psikolojik cezaya ve sivil ölüme mahkûm etmektedir. Bu uygulamalar, hem geri gönderme yasağına (non-refoulement) hem de Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesinde tanımlanan “insan haklarına saygılı bir hukuk devleti” ilkesine açıkça aykırıdır. Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca her bireyin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı güvence altındadır. Bu hak, idari keyfiyetle ortadan kaldırılamaz.

Ayrıca, uluslararası koruma başvurularına ilişkin idari süreçler kabul edilemez derecede uzun sürmekte; mülakatlar çoğu zaman başvurudan 10 ila 12 yıl sonra yapılmakta ve bu süreçlerin sonunda, başvuru sahiplerinin bireysel durumları yeterince değerlendirilmeden, standartlaştırılmış ve gerekçesiz ret kararları verilmektedir. Daha da vahimi, bu kararlara karşı yargı süreci devam ederken dahi, ilgili kişiler sosyal güvenlik sisteminden çıkarılmakta; ağır hastalığı, kronik sağlık sorunları ya da engelliliği bulunan bireyler, İl Göç İdareleri tarafından sağlık hizmetlerine erişimden fiilen mahrum bırakılmaktadır. Bu uygulama yalnızca temel insan hakları normlarına değil, aynı zamanda Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, Göçmen Sağlığına İlişkin Ulusal Mevzuata ve Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na da açıkça aykırıdır.

Bu ağır hak ihlallerinin yanında, mülteci hakları savunucularına yönelik baskılar da sistematik bir hal almıştır. Kamuoyunun da yakından tanıdığı bir örnek olan Taha El Gazi vakası, bu baskı mekanizmalarının geldiği noktayı çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Barışçıl yöntemlerle mülteci hakları alanında çalışan, şiddet karşıtı tutumu ve insan haklarına dayalı söylemiyle bilinen El Gazi’nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı, kamu güvenliği gerekçesiyle idari bir işlem yoluyla iptal edilmiştir. Bu işlem, herhangi bir ceza mahkûmiyeti veya yargı kararı olmaksızın gerçekleştirilmiş; daha sonra hakkında sınır dışı etme kararı alınmış, idari gözetim altına alınmıştır. Süregelen baskılar ve özgürlükten mahrum bırakılma koşulları altında, El Gazi nihayetinde “gönüllü geri dönüş” belgesi imzalamak zorunda bırakılmış ve Türkiye’den ayrılmıştır.

Bu örnek yalnızca bireysel bir ihlal değil, mülteci hakları alanında faaliyet gösteren aktörlere yönelik sistematik bir sindirme ve susturma politikasının göstergesidir. Geri Gönderme Merkezleri’nde (GGM) alıkonan mülteciler üzerinde de benzer şekilde, zorlayıcı koşullar ve tehdide varan uygulamalarla “gönüllü geri dönüş” formlarının imzalatıldığı; bu sürecin bilgilendirilmiş rıza, serbest irade ve hukuki destekten yoksun bir biçimde yürütüldüğü açıkça gözlenmektedir. Bu tür uygulamalar, pratikte zorla geri göndermeye, yani uluslararası hukukun ağır ihlaline dönüşmektedir.

Tüm bu yapısal sorunların temelinde, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekince yer almaktadır. Türkiye, yalnızca Avrupa konseyine üye ülkelerden gelenleri mülteci olarak tanımakta; bu nedenle Afganistan, İran, Irak ve Afrika gibi ülkelerden gelen milyonlarca kişi, gerçek anlamda mülteci statüsünden mahrum bırakılmakta; “şartlı mülteci” gibi geçici ve güvencesiz statülerle belirsizliğe sürüklenmektedir. Bu durum kişilerin kalıcı çözüm, yurttaşlık hakkı, aile birleşimi ve sosyal haklara erişimini engellemekte; uzun yıllara yayılan hukuksuzluğun süreklileşmesine yol açmaktadır.


İnsan hakları normlarına, adalet ilkesine ve eşit yurttaşlık vizyonuna aykırı bu coğrafi çekince derhal kaldırılmalı; Avrupa konseyine üye ülkeler dışından gelen herkes için de mültecilik statüsüne tam erişim sağlanmalıdır. Kalıcı güvencelere, şeffaf ve adil bir uluslararası koruma sistemine sahip olmayan bir göç rejimi, yalnızca hukuksuzluğu kalıcılaştırır ve mültecileri görünmezleştirir.

Aşağıda imzası bulunan kurumlar olarak, devletin sorumluluklarını hatırlatıyor; hak ihlallerine karşı kamuoyunu bilgilendiriyor ve yetkilileri derhal harekete geçmeye çağırıyoruz. Bu kapsamda açık çağrımızdır:

Türkiye’de mültecilerin ve uluslararası koruma başvuru sahiplerinin karşı karşıya kaldığı yapısal hak ihlalleri yalnızca bireysel mağduriyetler yaratmakla kalmamakta; aynı zamanda insan haklarına dayalı hukuk düzenini tahrip etmektedir. Bu nedenle, özellikle İçişleri Bakanlığı’na, Göç İdaresi Başkanlığı’na, İl Göç İdareleri’ne ve Geri Gönderme Merkezleri’ni yöneten idari birimlere aşağıdaki acil sorumluluklarını yerine getirmeleri çağrısında bulunuyoruz:

Soyut ve denetlenemez istihbarat bilgilerine dayalı olarak konulan tahdit kodları (örneğin G87) derhal gözden geçirilmeli, bu kodlar yargı denetimine açık hale getirilmeli ve temel haklara müdahale oluşturan sonuçları ortadan kaldırılmalıdır.

Uluslararası koruma başvurusu reddedilen kişilerin yargı süreci sonuçlanmadan sağlık ve diğer temel hizmetlere erişiminin kesilmesi uygulamasına son verilmelidir. Özellikle ağır hastalık, engellilik ve tedaviye muhtaçlık gibi insani durumlarda sağlık hakkı evrensel ve devredilemezdir.

Geri Gönderme Merkezleri’nde (GGM) alıkonan mülteciler üzerinde uygulanan sindirme, yıldırma ve tehdit yoluyla “gönüllü geri dönüş” belgesi imzalatma uygulamaları derhal sona erdirilmeli; tüm geri dönüş süreçleri bilgilendirilmiş onam, hukuki destek ve özgür irade temelinde yürütülmelidir.

Mülteci hakları savunucularına yönelik vatandaşlık iptali, idari gözetim, sınır dışı kararı gibi cezalandırıcı mekanizmalar sona erdirilmeli; hak temelli faaliyet gösteren bireylerin korunması, demokratik bir toplumun asgari gereğidir.

Uluslararası koruma başvurularında bireysel değerlendirme esas alınmalı; yıllar sonra yapılan mülakatlar ve şablon niteliğindeki ret kararları uygulamasına derhal son verilmelidir. Türkiye, başvurucuların yaşadığı haklı nedene dayalı zulüm korkusunu dikkate almak ve geri gönderme yasağına mutlak biçimde uymakla yükümlüdür.

İnsan hayatı, istihbarat notlarına ve keyfi kodlara teslim edilemez. Yaşam hakkı pazarlık konusu yapılamaz. İltica en temel insan hakkıdır. Mültecilere yönelik hak ihlallerine son verin; devletin insan hakları yükümlülüklerini yerine getirin.

Bugün bu vesileyle, bu topraklarda yaşayan milyonlarca mülteciyi bir kez daha hatırlıyor; anılarını ve mücadelelerini saygıyla selamlıyoruz.

Yalnız değilsiniz, yalnız bırakmayacağız.

Bu coğrafyada hak, adalet ve eşitlik temelinde birlikte yaşama umudunu ve direnişini büyütmeye devam edeceğiz.

İmzacı kurumlar:

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi Mülteci Komisyonu

Mülteci Medyası Derneği

İzmir Müzisyenler Derneği

İzmir Mülteci Dayanışma Platformu

Hak İnisiyatifi Derneği

ÇHD İzmir Şubesi Göç ve İltica Komisyonu

ÖHD İzmir Şubesi Göç ve İltica Komisyonu

İnsan Hakları Gündemi Derneği

Foça Barış Kadınları

Halkların Köprüsü Derneği”

son yazıları

Çalmadık, çırpmadık, hakkımızı aradık
Biyoloji kaderimiz değildir
Yeni çözüm süreci

ilginizi çekebilir

dyo-grev-2
Çalmadık, çırpmadık, hakkımızı aradık
istanbul-lgbti-onur-haftasi-ve-trans-onur-haftasi-temalarini-ariyor (1)
Biyoloji kaderimiz değildir
silahlarin-susmasi-ve-bir-baris-ve-demokrasi-sureci-baslamasi-cagrisina-1043-imza-1
Yeni çözüm süreci