Yazı şöyleydi:
HDP’nin ve radikal sol politikaların zaferinin damgasını vurduğu genel seçimlerden, taleplerimizi kazanmak için daha fazla mücadeleye cesaret ve imkan çıktı.
Kürt halkı, 40 yıl mücadele ederek 12 Eylül barajını yıktı ve Erdoğan’ı başkan yaptırmadı.
Soykırımın 100. yılında Ermeni vekiller mecliste. Ezidiler, Romanlar, Aleviler, ezilen halkların temsilcileri mecliste.
Bursa’da otomotiv işçileri grev yapıp kazanmanın mümkün olduğunu gösterdi. İşçiler onları izleyip her yerde grev yapıyor ve kazanıyor.
Dört bir yanda halk, HES’lere, termik santrallere, betonlaşmaya ve nükleere karşı direniyor.
Tapusu hâlâ iade edilmeyen Kamp Armen’de direnişçiler nöbete devam ediyor.
Kadıköy’de anti-faşistler “Kilise’ye dokunma” diye yürüyor.
Hangi hükümet işbaşına gelirse gelsin, karşısında korkmayan, kazanan ve daha fazlasını isteyen bir hareket var.
Buna karşılık 13 yıldır tek başına iktidarda bulunan AKP, yenilmiş ve şimdi kendi içinde bölünmüş durumda.
Egemen sınıfın bölünmesi, hükümetlerin zayıflaması ve yenilmesi, işçilerin ve ezilenlerin mücadelelerine kapı açıyor.
Patron örgütleri art arda çağrı yaparak bölünmüşlüğün giderilmesini ve kendi borularını öttürecek güçlü bir koalisyon kurulmasını istiyor.
Sosyalistler, tek parti ya da koalisyon, kapitalist düzeni devam ettiren tüm burjuva hükümetlere karşıdır. İşçi sınıfının kendi iktidarından yana olan bizler, hangi sermaye partisi başta olursa olsun, işçi sınıfının ve ezilenlerin acil taleplerinin kazanılması için o hükümete karşı mücadele ederiz. Toplumun bir kısmını yok etmeyi ve solu dağıtmayı amaçlayan faşist partilerin hükümete gelmesini engellmeye çalışırız.
Erdoğan’ı yendik. Karşımıza hangi sermaye hükümeti dikilirse dikilsin onu da yeneceğiz.
Gezi Parkı direnişi, aşağıdan güçlü bir muhalefetin ne kadar gerekli olduğunu göstermişti. Özgürlükler ve işçi sınıfının talepleri için mücadele eden antikapitalist muhalefetin birleşmesi, güçlenmesi için mücadele ve örgütlenme. Şimdi işimiz bu.
Erdoğan değişti mi?
Başkanlık hayali suyu düşen Erdoğan, üç gün ortaya çıkmadı ve esip kükremesinden eser kalmamış bir hâlde herkese egolarını bir kenara bırakma çağrısı yaptı.
Birçok ajans ise AKP yöneticilerine dayandırdığı haberlerinde, Erdoğan’ın seçim istediğini ve ilk fırsatta iktidara gelme hamlesine hazırlandığını söylüyor.
Erdoğan’ın çağrısıyla köşke koşan Deniz Baykal’a inanırsak, uzlaşmacı bir tavır içerisinde.
Erdoğan, yenilgisinden sonra yaptığı ilk konuşmada “paralel yapıya karşı mücadelenin” süreceğini vurgulayarak barışın tarafları olan PKK ve PYD’yi “terör örgütü” olarak andı.
Sırf kendi iktidarı için ceberut devlet geleneğini dirilten, “paralelle mücadele” adı altında kendi yolsuzluklarını aklayıp ittifak kurduğu darbecileri kurtaran, Kobanê’nin düşmesini isteyip müzakere masasını deviren Erdoğan elbette değişmedi.
Çare Gül mü?
Seçim yenilgisinin ardından AKP’deki çatlak bölünmeye dönüştü. Abdullah Gül’ün aslında ne kadar iyi ve demokrat bir insan olduğu fikri merkez medya tarafından yayıldı.
Hakkında yazılan kitaba bakılırsa, internet yasağı, Gezi ve 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları gibi pek çok önemli konuda Erdoğan’ın karşısında.
Canavar Erdoğan’ın karşısına çıkan hiçbir muhalifi, elbette onun kadar kötü gözükemez. Eşi başörtülü olduğu için Çankaya’ya çıkması engelllendiği gün devrimci sosyalistlerin de arasında bulunduğu darbe karşıtlarının protesto için yürüdüğü Gül’ün Çankaya’daki yedi yılına baktığımızda ise sempatik öykü dağılıyor.
Gül, Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetinin gönderdiği 886 kanundan 882’sini onaylamış. Onayladıkları arasında internet sansürü, nükleer santral kurulması ve MİT başkanına yargı dokunulmazlığı getiren kanunlar da var.
Sadece dört yasayı veto etti: Yeminli Mali Müşavirlik, Elektronik Haberleşme, İşsizlik ve Şike kanunu.
Erdoğan tarafından seçilmesinin engellenmek istendiği iddia edilen Abdullah Gül’ün pratikte hükümetten hiçbir farkı yok. Abdullah Gül’ü çare olarak sunanlar, AKP’yi makyajlayıp güçlendirmek istiyor. Fakat Erdoğan ile Gül’ün kapışması, AKP’yi tıpkı ANAP ve DYP gibi yok oluşa sürükleyebilir.
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli hesap soramaz
Devleti kuranların partisi CHP, cumhuriyeti tarihi boyunca yolsuzlukların partisidir ve elinde tutttuğu yerel yönetimlerde (diğer partilerin yönetimindeki belediyelerinki gibi) rüşvet düzeni sürmektedir.
Faşist parti MHP, 1999 depremi için toplanan yardımların hortumlanması ve sağlık sekötüründeki vurgunlarla DSP ve ANAP ile kurduğu koalisyondan halk tarafından indirilmişti.
CHP ve MHP farklı siyasi akımlar olsa da, tıpkı AKP gibi küresel sermayenin çıkarıları etrafında şekilnenen neoliberal ekonomik programın savuncusu. Rüşvet ve yolsuzluk, şirketlerin egemenliğini savunan bu ekonomik politikaların doğal sonucu.
Askeri vesayeti savunan, Ergenekon ve Balyoz sanığı darbeci generallerin sözcülüğünü yapanlar (bunlar 1990’larda Kürtlere karşı savaşın katilleri) Roboski ve Berkin Elvan’ın katillerinden hesap soramaz.
Mecliste hesap sorabilecek tek parti HDP’dir.
Patronların rüyası: AKP-CHP koalisyonu
TÜSİAD’ın laik patronları, AKP-CHP koalisyonu istiyor. Bunun için kapı kapı dolaşmaya başladılar bile. Küresel sermaye ve AB de aynı tercihten yana.
CHP, koalisyon için AKP dışındaki partilere işaret etse de, uzlaşma kapısını Baykal ile çoktan açtı.
Patronların öncelikli koalisyon tercihleri bu, çünkü birbiriyle kavgalı ve farklı toplumsal tabanlara sahip bu iki partinin ortak noktası IMF ve Dünya Bankası tarafından belirlenen neoliberal ekonomik politikaları savunmaları.
2002’de AKP iktidarı geldi ve önceki hükümetin Dünya Bankası bürokratı Kemal Derviş tarafından hazırlanan ekonomik programını aynen sürdürdü. Şimdi Derviş yeniden sahaya çağrılıyor.
AKP-CHP koalisyonu, emekçi sınıfların acil sorunlarına çözüm bulmak ve ezilenlerin taleplerini karşılamak için değil sermayenin çıkarları doğrultusunda öneriliyor.
Böyle bir koalisyon kurulursa, uyguladığı ekonomik politikalarla karşısında büyük bir mücadele bulacak.
AKP-CHP koalisyonunun sonunun 90’lardakiler gibi olması kaçınılmaz.
AKP-MHP koalisyonuna hayır!
Muhafazakâr burjuvalar, AKP-MHP koalisyonu istiyor. AKP-MHP koalisyonu, hükümet senaryoları arasında kuşkusuz en kötüsü.
Çözüm süreci ve bir dizi konuda farklı görüşlere sahip olsalar da iki partinin milliyetçi, muhafazakâr, devletin sopasına sarılan, Türk ve Sünni olmayanlara nefes aldırmayan bir koalisyon kuracağı açık.
AKP, MHP’ye giden oyları geri kazanma hesapları yapsa da, böyle bir koalisyonun MHP’ye yarayacağı açık.
Savaş, çözümsüzlük ve yolsuzluk getirecek bu koalisyona sonuna kadar hayır.
CHP-MHP-HDP koalisyonuna neden karşıyız?
Seçim sonuçlarının açıklanmaya başlamasından hemen sonra, eski darbeci yeni milletvekili Dursun Çiçek tarafından dile getirildi. AKP’nin hükümetten düşmesini takiben solcular arasında da konuşulmaya başlandı. TÜSİAD’ın ‘partiler, uzlaşın’ çıkışının ardından yoğun bir şekilde dile getirilmeye başlandı. Son olarak bir dizi tanınmış isim bu öneriyi dile getirdi.
CHP-MHP-HDP koalisyonu önerisine karşıyız, çünkü başta Kürt sorununun demokratik çözümü olmak üzere emekçilerin ve ezilenlerin mücadeleyle elde ettiği demokratik kazanımları gözden çıkarıyor.
MHP çözüme karşı. CHP’nin koalisyon ilkeleri arasında barış süreci yok. HDP’nin seçim bildirgesi ise müzakerenin hemen başlamasını ve kalıcı barış için adımlar atılmasını içeriyor. Üç partinin koalisyonu ancak çözüm süreci ve demokratikleşme başlıklarının rafa kaldırılması ile kurulabilir.
Bu öneri, kapatılması gereken MHP’ye meşruiyet kazandırıyor. Ulusalcılar sayesinde Gezi Parkı direnişine sızan ülkücüler, iki yıldır sanki muhalifmiş gibi kendilerini pazarlıyor. Bunu yaparken Kürtlere ve HDP’ye karşı saldırıları aralıksız sürdürdüler. Nerede bir linç varsa, orada elleriyle faşist işaretini yapanlar var. Kendini neredeyse solcu olarak yutturmaya çalışan MHP, demokrasinin ve barışın en büyük düşmanıdır. Faşist bir partinin kurtarıcı gibi hükümete taşınmasına sonuna kadar karşıyız.
CHP-MHP-HDP koalisyonu önerisi, bu ve başka birçok sebeple asla hayata geçmeyecek gibi görünse de, Erdoğan ve AKP’ye kolay zafer sağlayacaktır. Erdoğan ve AKP liderliği, “Bakın eski rejimin partileri ile sol bize karşı birleşti” diyerek tabanına kendini güçlü gösterecektir.
İçinde işçilerin ve emekçilerin de bulunduğu AKP’ye oy veren yüzde 41’lik kesimi toptan Erdoğan’a emanet eden eden bu öneri, toplumsal kutuplaşmanın ve işçi sınıfının bölünmesinin tarafı olmaktır.
Volkan Akyıldırım