Yeterlilik önergesi

06.12.2016 - 11:40
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Karmaşanın, kargaşanın bunca yüksek çıkan sesler arasındaki sessizliğin ortasından herkese selam. Benim kadar yoğun medya terörü altında iseniz, olan bitenin olan bitenden başka manaları da olabileceğini ama bizim henüz bunu görebilecek duru bir gökyüzüne sahip olamadığımızı az çok anlayabiliyorsunuz demektir.

Daha çok ikili ilişkilerde olur, öyle bir kavgaya tutuşursunuz ki, seslerinizin yüksekliği, birikmiş öfkelerin dışa vurumu, o meseleyi, kavgaya sebep olan küçük meseleyi ortadan kaldırır ve diyelim ki çorbanın az ısınmış olmasından başlayan küçük tartışma birden kadın olarak ya da erkek olarak o konutun içinde ne işiniz olduğu sorusuna kadar sizi getirir ve aslında çok da sevdiğinizi sandığınız adamın/kadının aniden bir nefret objesi haline geldiğini farkeder, düştüğünüz durumdan dehşete kapılırsınız. Ertesi sabah izlerini unutmaya ve hayatınızı alıştığınız şekilde aslında hiç de bir şey yokmuş gibi yaşamaya başladığınız zamana kadar sürer bu öfke, kin kimi belki gerçekten zarar verme duygusu bile. Aslında devam eden bir hayat değil bir ölümün reddidir ama bunu farketedemez belki yıllarca ölü balık gözlerinizle çevrenizdekilerin yaşadığını sandığı biri gibi durursunuz.

Mesela, kimidir, sosyal medyanın hepimizi neredeyse bir evin içinde yaşadığımız insanlar haline getirdiğini görüyorum, bu benim duygu ve algılarımla ilgili bir şey tabi, öyle ki iç içeyiz, yediğimiz, içtiğimiz, dostlarla buluşmalarımız, çocuğumuzun yaş günleri ve okuduğumuz ya da okuduğumuzun sanılmasını istediğimiz herşeyin birbirimize kakalanan şeyler olması bağlamında bir adım daha değişemediği bir karı kocalık durumu halini aldı bu iş. Aynı siteler, paylaşılan aynı haberler, aynı yorumlar, benzer kavgalar, kimin ne diyeceğini artık hepimizin neredeyse kestirdiği bir laubalilik hali. Batıyoruz beyler hanımlar. Hem de kişisel olanın toplumsal olan olduğunu bile unutmuş, basık toplumsal fantazilerin bizi hala kurtaracağına bile inanarak.

Hep neşesiz; hep karamsar ve çoğu kötücül olduğumu biliyorum, yazarken en azından aslında oldukça neşeli, kimi alaycı -kesinlikle kendisine karşı daha çok- olan biten herşeyden bir neşe çıkarmayı seven biriyim aksine, beni bu havalar, bu iklim bozdu bu hale getirdi anlayın artık.

Birlikte yaşadığımız bu kötücülleşen evleri biraz terkedip, balkonunda maydanoz, soğan yetiştiren komşu teyzelere sabah kahvesine gitmeye başlasak artık çok iyi olacak diye düşünüyorum. Valla, hakikat biraz da orada. Biz bu mahallinin içinde dura dura kendi suratımızı aynada birbirimizin suratı ile karıştırır hale gelmiş bulunuyoruz sevgili dostlar. Ne bu şiddet yüklü kuru ağız dalışının içinden çıkabilecek halimiz kalmış ve ne de bir kuaföre gidip saçımızı kestirecek yaşam enerjimiz. Toplumu kendimiz, kendimizi toplum sanarak muhalefet yapmaya çalıştığımız şu küçücük, kocaman evreni bir de kendimize hapsedince, tıpkı ve esas olarak kolektifler ağız kavgası halini alan, bilimsellikten geçtim insani duygulardan uzak bir ilişki kültürü oluşturmaktayız ki içinden çıkamadığımız aslında budur. Ya arkadaşım, nedir ki hayat dediğin, kızıllaşan yapraklar, yağan yağmur, evet cezaevleri, evet hukuksuzluk, evet saldırı ve evet belki mücadele. Ama öncelikle neşe, neşimizi kaybettik ve bulacağımız başka birşey de yok artık, eminim. Her ölümün müzikli bir marşla ifade edildiği ve her müzik dinlediğimizde aklımıza ölümlerin geldiği bir sol-sosyal kültürden muzdaribim artık, müzik dinleyemiyorum, anlıyor musunuz? Her şarkının bir melodisinde gömdüğümüz bir arkadaşımız var bizim, yeter çıkaralım onları oldukları yerlerden, terkedelim bu mahalleyi, uyuyalım olmadı, sabaha güzel uyanmak için. Ama ne ölülerle ne ölü adayları ile ve ne de acı ile bu kadar iç içe yaşamak işkencesini artık terkedelim, hep beraber ne olur. Yoksa ben gidiyorum, valla dönmeyeceğim buralara bir daha...

Sennur Baybuğa

(IMP News, 29.11.2016)

Bültene kayıt ol