Küçük zaferlerin vaat ettiği

15.08.2016 - 08:34
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Yazılar okuyorum, hem her şeyin açık seçik yazıldığı, hem çok umutsuz tablolar çizen ve hem de hiçbir şey vaat etmeyen. Ben bir siyaset takipçisiyim, vaat edecek kimselerden değilim, vaatle motive olan halktan birisiyim. Olamıyorum ve bu olamama hali üzerine düşünüyorum.

Bir yıldan fazla zaman oldu ülke ağır bir gerilim altında, evveli günlük gülistanlıktı diye tanımlayacak değilim, bizim her zaman büyük sorunlarımız oldu, en başında oturmamış demokrasimiz ve yazık ki her tarafı siyasallaşmış -olumsuz manada elbette- ama alabildiğine de apolitik kamusal alanlarımız var. Yargımız, eğitim sistemi, çevre ile ve diğer tüm canlılarla kurduğumuz tüm ilişkiler, ilk cümlesi taraftarlıktan muhalefet ya da iktidar oluştan beslenen. Çözemiyoruz, çözememe işinde tümümüz birbirimizin aynısıyız, günlük küçük sorunları çözen çözmeye çalışan her adım bize yabancı, küçümsenir adımlar. Sürekli büyük laflarla konuşan küçük topluluklar, büyük laflara ve abartılı rakamlara itibar eden dinleyiciler doğuruyor. Ölümün kendisi kimseyi etkilemiyor öldürülme biçiminde ne kadar vahşet varsa ya da ölen sayısı ne kadar fazla ise o kadar haber olabiliyor ve üç cümle ile anıp bitiriyoruz gidenleri, ne kalanla ve ne de gidenle aslında hiçbir ilişkimiz yok. Ölenin annesi olmayan herkes için bu böyle. Ölenle ilişkimiz yok çünkü yaşayanla da yok, gerçekle de yok, bolca balonla bolca hamasetle ve bolca yalanla kurduğumuz ilişkiye hayat diyoruz. 80 milyonluk bir ülkenin yaşayanlarını ilgilendiren tüm siyasi aklımız tek bir adamın tüm dediklerini, hareketlerini ve niyetini takipten ve tuhaf bir alınganlıktan başka bir şey değil artık.

Esasen ve hakikaten ne kimin ne düşündüğüne ve ne de kimin ne yiyip içtiğine, hayatını nasıl geçirmek zorunda olduğuna baktığımız yok. Öleni gömüp, cenaze evini terk ediyoruz, belki bir yıl sonra gelmek üzere yalnızlığı ve yoksulluğuna bıraktığımız alilelerin tümü canavar ağızlarımızın tüketimine sunulmuş birer nimet sanki. Onların kitabını yazmak ya da adı geçen yazıları yazmak bizim için mühim olan, zira oradan, hastalandırdığımız toplumsal hayata katılıyoruz. Çoğumuzdan farklı bir şey söyleyeni bin bir türlü mecrada linç edip, olmadık en aşağılık laf nasıl söylenir yarışı ile yokettikten sonra yine ağzımızdan akan insan eti artıkları ile tekrar tüketim sahasına giriyoruz. Birbirimizi sevmiyoruz, kendimizi de sevmiyoruz. Esasen kendimizden haberimiz de yok artık. Sokaklara çıkanları küçümsüyoruz, evinde oturanları küçümsüyoruz, yoksulları küçümsüyoruz, eğitimsizleri küçümsüyoruz ve aslında tümümün toplamı da biziz, kendimiz.

Ve başımızda, sanki ve sadece birisi varmış ve tüm günahlarımızı o bize işletmiş ya da işletiyor gibi mızmızlanıp duruyoruz, gençlerin ruhunu öldürüp duruyoruz. Renkleri tarif edemiyoruz çünkü görmeyerek unuttuk.

Yıllar önce bir davada birlikte avukatlık yaptığımız oldukça yaşlı bir meslektaşım vardı. Bulgaristan’da hakim iken emekli olduktan sonra Türkiye’ye gelmek zorunda kalmış. Tüm Slav dillerine hakim Moskova’da üniversite okumuş eşi ile sürekli edebiyat, felsefe sohbetlerinin yapıldığı bir iki görüşmemiz oldu. Daima elinde bir kitapla görürdüm yollarda, adliyelerde. Bir gün ofisine gittim ve ona bu kadar güzel insanların komünistlikten nasıl vazgeçtiklerini sordum, zira benim için kabul edilebilir ve anlaşılabililir birşey değildi o sevdiğim çiftin artık öyle olmaması. Jivkov döneminde,12 Eylül darbesi olduktan sonra Türkiye’de ve Bulgaristan komünistleri Türkiyeli yoldaşlarını o faşizm ortamından nasıl kurtaracaklarını düşünürken bir yandan, zorunlu protokole çağrılıp Bulgaristan’ı ziyaret eden Kenan Evren’i alkışlamak zorunda bırakılışlarından başladı, gözleri yaşla doldu. Sonra ‘sana bir şarkı dinleteceğim genç arkadaşım’ dedi ve kasetçalarına eski bir kaset koydu. Rusça bir şarkıydı ve çevirdi bir yandan da …‘bize bir zafer lazım, nefes almamız için, ne olursa olsun kazanacağımız küçük bir zafer lazım, tekrar başlamamız için’…

Sennur Baybuğa

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol