Toplumsal mutabakatımızın kahramanı Suriyeliler

19.07.2016 - 08:06
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Oysa milletçek (daha politik bir dille halklar olarak) ne kadar da mutluyduk biz şu Suriyeliler gelip de ülkemizi bozmadan.

Şiddet dersen onlarda, karısını öldürmek dersen onlarda, küçük çocuklara tecavüz dersen onlarda, dilencilik, hırsızlık, elini yakamadan masaya oturmak, faydacılık tümü onlarda, ne kadar bir ‘Halk’tık! biz birbirini seven onlar gelmeden önce. Kürdümüzü ayrı, Alevimizi ayrı, Ermenimizi ayrı kolladık bu ülkede yüzyıllarca. Şimdi gelmişler Kürdün kemiklerinin bulunduğu hendeklerin üzerine TOKİ’nin müteahhitlerinin dikeceği evlerde saray hayatı yaşayacaklar, biz bu ülkede yaşan 'herkes' olarak tabi ki buna haklı itiraz ederiz, hayır Kürdün kemiklerinin hendeklerden çıkmasına değil, tabi ki oraya Suriyelilerin yerleştirilmesine.

İnkâr ve idrak kelimelerinin bu ülkenin karanlık tarihine ilişkin kırımların unutulması, unutularak yola devam edilmesindeki şizofrenik sonuçların görüntüsel etkileri ile ilgili olduğunu biliyorum ama bunu bir başka manada da kullanmak ve bugün içinde bulunduğum ruh hâlini anlatmak istiyorum. Amalı fakatlı, bizde olmazlı, biz öyle değilizli, zamanlardan geçiyoruz yine şenlikli hâlde. Şenlikli diyorum zira maşallah toplumsal mutabakatın en üst düzeyde seyrettiği ender günler bugünler. Başımızda durdukça duran ömrü uzun olası Cumhurbaşkanımız, Suriye'de savaş patladığında bin bir cevval delikanlı ağabey edasıyla sınırları açarak içeri doldurup sokaklarda tek başına terkettiği mağdurları, Birleşmiş Milletlerden, Avrupa Birliklerinden fonlar ala ala beyaz çadırlı vitrinler yapıp artistlerle fotoğraflarını çektirdikten sona unutmuş görünüyordu. En son bir 3 milyar Euro pazarlığı için Merkel ile masalarda otururken hatırlıyorum, ne oldu o mesele sahi, aldık mı parayı? Şimdi de, diplomanın, katliamların, Emasyaların ve Yargı yularlamanın ayyuka çıktığı günlerde birden ve hemen her gün önümüze koyu tenleri ve yıkayamadıkları yüzleri ile çıkan ve çoğu bakmadan, görmeden geçmeyi tercih ettiğimiz sadece sokaklarımızda 'ölmeyen' Suriyelilere vatandaşlık vereceği balonunu şişirdi, iyi ki şişirdi. Gümüş sırrını kendimizin yaptığını sandığımız aynalarda, onlardan daha koyu suratlarımız patır patır dizildi önümüze. Tıpkı belki de ilk kez bu kadar çok medyada konuşulmaya başlanan çocuk istismar ve tacizleri meselesinde, Ensar Vakfı adını kullanarak ve başka bir şeyi 'asla' konuşmayarak, bir güzel kendini yıkadığı gibi toplumun, bu meseleyi de nüfus tahkimi, başkanın oy devşirme isteği, başımıza İslamcı terörün bela edileceği cümleleri ile yıkayarak ama asla sorunun kendisini ve kaldırımlarda yatan yüzleri konuşmadan atlayıp gideceğiz. Sokaklarımızda sürünmüyorlar sadece tek kullanımlık eşya onlar artık.

Türkiye'deki Kürdistani parti ve kuruluşlardan oluşan beş farklı tüzel kimlik, sonra Karayılan, meselenin bağlamının nüfus tahkimi olduğunu, Kürdistan'ın Suriyeliler yerleştirilerek asimilasyonuna izin vermeyecekleri açıkladılar peş peşe. Bu arada bildirilerinde Kürd halkının evvelki Balkan göçmenlerinin yerleştirilmesi ile dahi asimile edilemediğini araya sıkıştırarak tabi. Mesleki kariyerinin epeycesin de insan hakları örgütlerinde çalışan Demirtaş, Bizim 'halka' referandum önerdi. Allahtan ertesi gün yaptığı hatayı anlayarak durumu düzelten bir özür açıklaması yaptı. Türkiye'li solcuların epeycesi, Suriyeliler ve bütün halklar kardeşimizdir ama diye başlayan enternasyonalist cümleler kurarak oy hesabı, İslami terör üzerinden kurdukları cümlelerde, elbette durumlarının iyileştirilmesini ama mümkünse ülkelerine gönderilmelerini istediler. Bunların bir kısmı başka ülkelerdeki mülteci solcular tarafından yazıldı. Siyasi partilerde yapılan anketlerde 'nezih ülkesinde 'Suriyeli istemeyenler %80-90 bandında görünüyordu.

Sokaklarda kötü Suriyeli avına çıkan insanların haberleri düşüyor ya da Suriyeliler iki hafta içinde dünyanın en kötü insanlarından oluşan bir topluluk hâlini aldılar. Suriye'de bir zamanlar kimlik ve vatandaşlık haklarından yoksun yaşayan Kürdlere ne oldu peki, kendilerini yeniden doğururken bütün dünyanın gözlerinin önünde, sırt sırta yaşadıkları bu halka sadece ölmeyi mi layık bulacaklar deniz ortalarında.

Ölmemeyi seçen ve sınırlarımıza yığılan milyon insanı bu ülkeye alırken, ucuz can simidi satmak, ucuz gemiler satın alıp yüksek paralarla insan kaçakçılığı yapmak, inşaatlarda tarlalarda konfeksiyon atölyelerinin izbe odalarında günlüğü 20 liraya çalıştırmaktan başka hiç mi bir şey ifade etmiyor size bu insanlar. Ülkelerinde onları yaşayamaz hâle getiren silahların bombaların toptan fiyatına ucuzca pazarlandığı ülkelere, burnunu her savaşa sokan hükümetine değil de neden bu insanlara kızıyorsun. Ve hâlâ bu insanların nasıl yaşatılacağı ile ilgili tek bir yapıcı cümle okumadım henüz, 'problem' sadece isimleri. Bir uzun adamın yarattığı sanılan oysa herkesin yarattığı.

Sennur Baybuğa

(Bas Haber)

Bültene kayıt ol