Ölümü boşa düşürmeliyiz

22.02.2016 - 08:49
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Bizi içine alan helezonik dalganın orta yerinde debelenmeye devam ettiğimiz bir haftayı daha geride bıraktık.

Bir kadının, bir başka kadının ölü beden fotoğrafını büyüterek meclis kürsüsünden paylaşmasının üzerinden de bir hafta geçti, inadına, hesap soracağız, mutlaka soracağız, o güzel günler geri gelecek ‘ünlem'li işaret ettiğimiz cümlelerin tümünün üzerinden de henüz on dakika geçti.

Tek tek ölen, öldürülen, infaz edilen, tecavüz edilen, bomba ile parçalanan insanların fotoğraflarını görüyorum. Fotoğraflarını, ona sorulmadan ortaya dökülen mahremiyetlerini ve aslında bunun insana değil bir davaya 'hizmet etmekten' başka amacının olmadığını hepinizin bildiği paylaşımlarınızı görüyorum. Her kalem oynatışınızda, aslında isimlerinin bile olmayacağını biliyorum. Mor bir iç çamaşırından başka bize hiçbir şeyini bırakmayan o kız çocuğunu ve o meclisteki fotoğrafı bu ülkedeki siyaset hayatıma ne olduğu ile ilgili sorulan her soruya cevap olarak bilincimin bir yerinde saklı tutacağım, bana bu oldu...

Felaket filmlerini düşünüyorum. Bütün dünyayı yok eden bir lanetli kötülük, bir doğal felaket, bir canavarlaşmış insan tipi çıkar ortaya. Sonra bir kahraman çıkar belki de bir avuç sıradan insan kahramanlaşır sonrasında filmin. Ya da film tümden o felaket üzerine kurulur, örümcekli ormanlar, kurumuş ağaçlar, balçık tarlaları, doğmayan güneş, gri bir çöl. İnsanların ve insanlığımızı terketmenin sonuçları olarak kimi bize bir ders vermek için çekilmiş bu filmlerin çoğunun sonunda bir şey olur; birden filmin sonuna doğru, onca kötülükten ve felaketten sonra, kumların, balçıkların, doğmayan güneşlerin ortasında o sonsuz lanetlenmiş insanların canlıların içinden birden küçük bir yeşillik parçası filizlenir, ya da bir çocuk doğar. Bu geleceğe verilen mesajla film 'mutlu sona' ya da bence 'umuda' bağlanır ve her felaketin çıkarılan dersleri çıkarıldıktan sonra, ölümlerden, yok olmalardan, büyük acılardan sonra bir filize, bir yeni doğuma bağlanabileceği ve hayatın oradan tekrar yeniden üretilebileceği duygusu, düşüncesi bize verilir. Ancak öyle bir son bizi rahat uyutur yatağımızda o gece belki.

Ve şimdi, aylardır bu coğrafyanın her yanını kaplayan bu griliğin ve herkesin alışarak bu renkle güne başladığı zamanlarda, her şeyden önce ufkumuzu değiştirerek bizden çalınmaya çalışılan o güneşi tekrar ışıtmanın yolu var. Cümlelerini ünlemle bitiren bütün duygudaşlarım, kimi aynı şeylere üzüldüğüm dostlarım, kimi git gide artık tahammülümün kalmadığı eski yol arkadaşlarım, bizi içine alan bu kara delikten çıkmazsak bir daha asla yeni bir doğum olmayacak bu topraklarda biliyorsunuz değil mi.

Savaşın bir siyaset olmadığını, savaşın sadece insanı, canlıyı, binalarımızı, anılarımızı yok eden bir felaket olmadığını, savaşın aynı zamanda dilimizi, gülen gözlerimizi, kelimelerimizi ve doğurma yetimizi de yok eden bir felaket olduğunu görüyor musunuz?

Ve savaşın en az iki taraf arasında olduğunu görüyor musunuz, aslında yöntem olarak savunulan savaşın sadece kazanan tarafı ile ilgilendiğinizi görüyor musunuz. Savaşın bir siyaset biçimi olmadığını gerçekten görüyor musunuz. Sözünüzün aslında bittiğini, umut vaadedemediğinizi, yeni bir şey inşa etmekten ne kadar uzak olduğunuzu, o nedenle ölümün aslında hepiniz için bir intihar seçimi olduğunu, o silahlarla, silah kullanarak yaptığınız her şeyin ama her şeyin aslında bir intihar olduğunu, kimin kimi önce öldürdüğünün artık git gide önemini hepiniz için de yitirdiğini görüyor musunuz?

Sokaklarda hayatı savunduğumuz zaman, bu saldırılara hep beraber ölerek değil, başka türlü karşı çıkmanın yolunu bulduğumuz ve gülümseyerek birbirimize anlatmaya başladığımız zaman, silahlarımızı bırakıp ellerimizde ışıklı fenerlerle, gerekirse öldürülmeyi de seçtiğimiz zaman, biz bu savaşın bir tarafı olmayacağız. Yeniden filizlenen dile, hayata, hayatta ısrara dair ne varsa tümüne merhaba demek için, öldürmeyi bırakalım, unuttuğumuz bütün güzel cümleleri tekrar kurmak için, haydi.

Sennur Baybuğa

(BasNews)

Bültene kayıt ol