Küçük hikayeler

01.02.2016 - 08:42
Sennur Baybuğa
Haberi paylaş

Evet, biraz uzaktan bakınca memleketin temelini oluşturan ne kadar değişmez dediğimiz şey var ise, birbirine girdiğini, o temelin aslında düşünülen ve varsayılan kadar da sağlam olmadığını görebiliyorsun.

Sol, kendini inşa ettiği yüzyıllık değişmezlerini, ulus ve millet kavramları kendisini, din kendisini hatta Türk de kendisini yeniden yeniden bulup keşfediyor gibi görünüyor. Bir yanında bodrum katlarına hapsedilmiş ve ambulansların yaklaşmasını yasaklayarak ölümleri izlenen yaralılar dolu iken denetimsiz inşaatların alt katlarında, bir yandan da denetimli inşaatların caddelerinde genç kızlar tecavüze uğruyor ve o saatte sokaklarda kadınların ne işi olduğu sorgulanıyor. Çatırdıyor memleket, öyle ki bodrum katına hapsolmuş yaralı bir yoksul Kürd ile hayatında ayağına çamur değmemiş bir akademisyenin kaderi artık birbirine bağlanmış ve birinin yaşaması diğerinin sağalması ve ayağını çamura batırması ile mümkün hale gelmiş bulunuyor.

Büyük kavgaları büyük insanlar verirler, küçük insanlar ölürler, kadınlar, çocuklar ölürler, kadınlar satılırlar, barış zamanı olduğu iddia olunan bu toplumlarda tecavüze uğrarlar, tecavüze uğrayan kadınlar kimi yerde öldürülür, daha ‘medeni’ olan bizim gibi ülkelerde neden sokakta, neden etekli, neden gülüyor diye linç edilirler. Büyük insanlar büyük kavgaları verirler ve tarihi onlar yazarlar, küçük insanlar yemekleri pişirirler ve bu büyük alçaklıkların karınlarını doyururlar. Yıllar evvel Belge Yayınları Mare Nostrum dizisi yayınlamıştı, bu diziden çıkan kitaplardan belki de ilkiydi hatırlamıyorum, gençliğimin en ateşli ve en büyük insanlar sınıfına aday olduğu yıllarda Loksandra isimli bir kitabı okumuştum, ciddi kitapları okuma arası verdiğim bir hafta sonunda. Beni bu kitap kadar etkileyen bir kitap daha olmamıştır. Loksandra; Tatavla semtinde yaşadığı mutfakla, kokuları ve yemek tarifleri ile komşu oturmaları ve lezzetlerin tarifinin yapıldığı tasvirlerle, aslında tüm Anadolu coğrafyasının büyük insanlarca ırzına geçilen geçmişinin, bizim vicdanımızdan çok mutfağımızda görmemizi istediği tarihini anlatıyordu. İddiasız ve kimseye büyük sözler etmeyen, balık etlice bir kadının çocukları, yemekleri ve ev gezmeleri ve hayatının hiç oluşu. Loksandra’nın mutfağında yanan tereyağının kokusu duyulmaz olduğunda artık, büyük insanlar ne yaparlarsa yapsınlar doymayacaktı karnımız bir daha.

Kavganın gitgide büyüdüğünü ve ölümler karşısında duyduğumuz acıya artık yabancılaştığımızı görüyorum. Öldürülmenin en vahşi fotoğrafını bulup paylaşmıyorsan haberin altında yeteri kadar tepki bile gelmiyor, tepki dediysek kimi üzgün surat kullanarak verilen yazınsal edepten bahsediyorum. Artık artan ölüm ve gitgide hissizleşen savaş karşısında, çatışmaların neden başladığı bile unutuldu. Bir yanda vahşi ve ahlaksız savaş devam ederken, bir yanda ölmeyen ve evlerinde öldürülmeyen insanların yaşama dair geleceği dair iyi bir şeyler biriktirdiklerini düşünmeleri ne kadar anlamsız, aslında ölmeden çürüyen bir çoğunluğuz biz. Şimdi oturduğum yerde börek yaparken, yüzyıl geriden düşündüğümde, o coğrafyanın tüm insan hikayelerinin bugünü işaret eder gibi örüldüğünü görüyorum, koca Anadolu’yu nüfusundan başlayarak dizayn etmeye, yok ederek çağ çocuk katlederek bir ülke yaratmaya soyunan ‘büyük akıl’, yeni bir devlet kurmak için, yeni zengin sınıfı yaratmak için insanları katlederek onların incik boncukları ile tarlaları ile bıçakları ile evleri ile kendine servet edindiğini sanan sağ kalanlar topluluğu, el koyduklarının laneti ile hissizleşen ve gitgide hafızasızlaşan yarınsızlıkları ile eğitimi, yaşamayı, bölüşmeyi ortadan kaldırarak hepimizin lanetli bugününü yarattılar ve biz gerçekten yaşıyoruz sanarak bugünün canlı yayın tekrarını izleme hali ile baş başa bırakıldık. Mutfaklarımıza tereyağ kokusu sinmeli yeniden.

Sennur Baybuğa

(BasNews)

Bültene kayıt ol