Yerli ve milli haset patlaması

13.03.2018 - 09:28
Ahmet İnsel
Haberi paylaş

AKP iktidarı “yerli ve milli” etiketini tam ne zaman piyasaya sürdü, hatırlamıyorum. 2010’ların başında olmalı. Daha önce yerli ve milli kavramlarını bitiştirilmemiş olarak AKP sözcüleri elbette kullanıyordu. Toplumu “biz ve düşmanları” olarak ikiye ayıran “yerli ve milli” etiketi, kin duygularını körükleyerek iktidarı pekiştirme stratejisinin izinde, 2010’larda egemen siyasete, devlete, toplumun bir kesimine yön ve anlam verir oldu. Bugün Türkiye’de ceza yargısı bu yerli ve milli olma kriteriyle esas olarak işleyen bir hınç ve öfke aygıtı olarak çalışıyor. Bir türlü tatmin olmayan bir öç alma arzusunun iniş ve çıkışlarına göre ilerliyor.

Tanıl Bora, yeni Türkiye’nin siyasi dilini oluşturan kelimeleri kıvrak biçimde incelediği yeni kitabı Zamanın Kelimeleri’nde (Birikim Kitapları), yerli ve millinin birleşik kullanımına ilk kez 1965’te Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık kitapçığının sunuşunda başvurulduğunu hatırlatıyor: “Yüzde yüz yerli, yüzdeyüz milli ilk doktrin” olarak Dokuz Işık. Dokuz Işık milliyetçilikle muhafazakârlığı, bir teyakkuz hali olarak, bir beka meselesi olarak, saldırgan bir ideolojik alanda birleştiriyordu. Tanıl Bora, bunun “milliyetçi-muhafazakâr çevrede dışa dönük bir teyakkuz olarak tezahür” ettiğinin, “yabancı veyabancılar tayin etmenin vesilesi” olduğunun altını çiziyor. 
Milliyetçilik Türkiye’de, aralarında ince farklar içerse de Afrin’de yürütülen savaşın da bugün gösterdiği gibi, toplumun büyük çoğunluğunu sarıp sarmalayan hâkim düşünce tarzıdır. Bunun yerlilikle bütünleşmesinin yarattığı bir yıkıcı ruh haline işaret ediyor Tanıl Bora: “Yerlilik bahsindeki zevk, birilerininyabancılığını ilan etmekte, o yabancılığın, o bizden-değil’in canınıçıkarmadadır.” Bu bağlamda yerlilik, akut biçimde saplantılı yabancı korkusunun dışavurumudur. Burada korkulan, dış yabancıdan ziyade, yakın yabancıdır. 
Yabancılığı ilan edilenler “yerli yabancılar”dır çünkü yerlilik iddiasını gölgeleyen, geçerliğini tehdit eden, onlardır. Onların “canını çıkarma zevki”, yerli ve milli kin ve öfke kabarmasının müşevviğidir. 
Orhan Koçak, bu sütunda, Hasetten Beslenen Kin başlıklı yazıda (20 Şubat) hızlı biçimde değinmeye çalıştığım konuyu genişletip zenginleştirerek tartışan, Haset ve Siyaset başlıklı iki yazı yayımladı Birikim dergisinin internet sitesinde (26 Şubat ve 6 Mart). O da, yerliliğin bizden-değil’in canına okumak için kullanılmasından duyulan zevke, haset bağlamında işaret ediyor. Koçak, yazımda hasedi imrenmeden ayırırken yaptığım tanımın, kıskançlık kavramına yakın düştüğünü haklı olarak belirtip hasedin bundan öteye, “onların” mahvolmasından zevk alan, bu haz dışında çıkarı olmayan kişi ve grupların davranışını da tasvir ettiğine işaret ediyor. “Haset, bu kısıtlı, kıstırılmış,engellenmiş hazzın adı olabilir” deyip bu hazzın “dönüp kendisini dezehirleyebileceğini” hatırlatıyor. 
Kıstırılmış, engellenmiş bu yıkıcı haz, imrenilen değerin ele geçirilmesiyle de tatmin olmaz. Koçak’ın belirttiği gibi, haset öznesi imrendiğini eline geçirdiğinde bununla hiçbir şey yapamayacağını, birdenbire tamamen değersizleşeceğini bilir ya da belli belirsiz hisseder. Bu nedenle hasedin biriktirdiği öfke, aynı zamanda kendi yetersizliğine, kendi değersizliğine duyulan bir öfkedir. Yerine doğru dürüst bir şey koymadan yıkma, yok etme, canını çıkarma zevkiyle tatmin olmaya çalışması ve hiçbir zaman tatmin olamamasının nedeni budur. 
Bugün Türkiye’de “yerli ve milli” etiketiyle yönetilen haset ve kin patlaması, Rabia ve Bozkurt’un izdivacıyla eşgüdümlü gerçekleşiyor. Bu gökten aniden inen bir durum değil. Türkiye toplumuna bir yüzyıldır yüksek dozda enjekte edilen milliyetçilik/ulusalcılık, adı konmamış ırkçılık, türlü çeşit bağnazlık içinde, kökleri derinlere uzanıyor. 
Haset ve kin siyasetlerinde aranan haz, faşizmlerde, kültür devrimleri ve karşıdevrimlerinde, içinde boy verdikleri toplumların büyük felaketlere maruz kalmasına neden olmuştur.

Ahmet İnsel 

(Cumhuriyet)

Bültene kayıt ol