Popülizmin devâsı: Orbán'ın fendini yenen ittifak

03.03.2018 - 10:23
Sezin Öney
Haberi paylaş

Hódmezővásárhely...

Bu yerin adını geçen Pazar'a kadar, dünya yüzünde duyan çok az sayıda insan vardı. Macaristan'ın güneydoğusundaki 47 bin nüfuslu bu küçük kent, 25 Şubat gecesi birden dünya gündeminde manşetlere çıkıverdi.

Bu kent, 1990'dan beri Viktor Orbán'ın partisi Fidesz tarafından yönetiliyordu. Ve Pazar günü, bu küçük kent, yeni belediye başkanını seçmek için sandık başına gittiğinde orada ne olup bittiği, Macarların bile fazla ilgisini çeken bir konu da değildi. Yerel seçimler ülke genelinde gerçekleşmiyordu; yaklaşık 30 yıldır aynı parti tarafından yönetilen bir seçim bölgesinde de, zaten sürpriz yaşanması imkânsızdı.

Ancak, hiç de beklendiği gibi olmadı: sandıklardan gerçekten de "sürpriz" çıktı ve tüm muhalefetin birleştiği ortak aday Péter Márki-Zay, yüzde 57.35 oy alarak seçildi. İktidar partisi Fidesz'in var gücüyle desteklediği,  Hódmezővásárhely'nin hâlihazırdaki belediye başkanı  Zoltán Hegedűs ise, yüzde 41,83 oranında oy alarak, tam 17 puan geride kaldı.

"Zoltán" adı, Macarca'da "Sultan" sözcüğünde geliyor. Ve gerçekten de, Zoltán Hegedűs de, "Hódmezővásárhely'nin Sultanı" sayılabilecek bir konumdaydı.

Ve nasıl oldu da, "sıradan vatandaş" Márki-Zay, ülke genelinde koskoca bir iktidar partisinin desteklediği, bu adayı geride bırakıverdi?

Kurtlar sofrası

Her ne kadar Macaristan politikasıyla yakından ilgilensem de, ben de Márki-Zay'ın adını bu seçimlerden önce ancak şöyle bir duymuştum. İsminin ilk kez dikkatimi çekmesi ise, Pazar akşamı uykulu gözlerle sosyal medyadaki haber başlıkları arasındaki bir cümle sayesinde oldu.

Márki-Zay, "Gerçek aşk, koltuk aşkını yendi" diye bir açıklama yapmıştı.

Ve sonrasında, sadece Macarca haber başlıklarında değil, dünya medyasında da bu isim, "son dakika" haberlerinde geçmeye başladı.

Márki-Zay, zafer konuşmasına, "bu kadar çok gözyaşlarına boğulmuş insanı bir arada görmediğini" söyleyerek başladı. En küçük oğluna, okulda sürekli küçükleri korkutarak caka satan, onları küçük düşüren ve ellerindekini alan "kabadayı figürüne," bir araya gelerek karşı çıkmaları gerektiğini; bunu yaptıkları takdirde, ufak tefek veya daha güçsüz olmalarının bir şey fark etmeyeceğini anlattığını sözlerine ekledi. Ve şöyle dedi: "Okullarda anket yapılsa, 'popüler' olarak o büyük, kodaman ağabeyleri gösterebilirler; ama küçük, güçsüz ve ezilenler bu anketleri çöpe attılar – ve böylece, artık yeni bir dönem başladı."

Márki-Zay, kendisi için kampanya sürecinin "ürkütücü" olduğunu da ifade etti. "Karşı tarafın elinde, para, medya, güç ve baskının her türü vardı" diye de ekledi.

Gerçekten de, Macarca da dendiği gibi, Márki-Zay ve onu açıkça destekleyenler, "üzerlerine bulaşık suyunun boca edildiği" bir kampanya süreci yaşamışlardı. Márki-Zay'ın kendisi, aday olmadan önce uluslararası bir şirket için çalışıyordu. Yedi küçük çocuk babası olarak, adaylığını açıklamasından hemen sonra kendini işten kovulmuş hâlde buluverince de, gerçekten şoke olmuştu. İşsiz kaldığı zaman, tam da Macar toplumu için büyük sembolik önemi olan "bayram zamanı" -- Noel -- dönemiydi.

Márki-Zay'ın kendisi aday olup olmamak konusunda zaten çok tereddüt etmişti; çevresi, Fidesz'e karşı çıkmanın çok tehlikeli olacağı konusunda kendini uyarmıştı.

Gerçekten de, "olmayacak işlerden", "kurtlar sofrasına oturmaktan" bahsediyoruz:

Hódmezővásárhely, Başbakan Viktor Orbán'ın sağ kollarından János Lázár'ın 10 yıl belediye başkanlığını yaptığı bir yerdi. Kampanya, Başbakan Yardımcısı ve Fidesz Meclis Grup Başkanvekili olan Lázár'a emanet edilmişti. Lázár, son dönemde tüm zamanını başkenttten çok bu küçük şehirde geçirip, kampanyayı bizzat yönetmişti.

Futbol tutkunu Başbakan Orbán da, "sık sık sahaya inmiş" ve Hódmezővásárhely kampanyasında topa girmişti. Hükümet, farklı farklı bakanlarını şehre yollayarak, bu küçücük kente toplamda 63 milyon Euro'ya denk gelecek meblağda yatırımlar yapma sözü verdi. Yetmedi; kentteki emeklilerin hepsine, Paskalya bayramında 300 TL'ye denk gelecek tutarda nakit para "hediye edileceği" açıklandı.

Popülizmin olduğu yerde, eğer ki ülke nüfusu ağırlıklı olarak ateistlerden oluşmuyorsa, muhakkak "din kartı" da devrededir. Popülist Fidesz de, iktidara geldiğinden beri, "Hıristiyanlık değerlerine" vurgu yapıyor. Hattâ, 2010'da iktidara geldikten sonra, parlamentodaki "süper-çoğunluklarına" dayanarak tek başlarına değiştirdikleri anayasada da, "muhafazakârlığa" ve "Hıristiyanlık değerlerine" vurgu yapmışlardı. 

Hódmezővásárhely seçiminde de, kentin bağlı bulunduğu Szeged-Csanád bölgesinin Katolik Piskoposu László Kiss-Rigó, şehre "yeni büyük bir Katolik Kilisesi yapılacağı müjdesini" vermişti. Tabii ki de, hükümetin desteği ile...
Vaat edilen diğer bir "mega proje" de, kentin trafik sorununu çözecek bir çevre yolunun yapılmasıydı.

Tüm maddi vaatlere rağmen, Fidesz'e destek bir türlü "kanatlanamıyordu." Havada bir "hevessizlik" vardı.

Bazı gelişmeler de, gerçekten tuhaftı.

Fidesz'in kampanya toplantılarından birinde, popüler internet haber sitesi Index.hu'nun muhabiri, yaşlı bir Fidesz destekçine "Eğer, partiniz kaybederse ne olur?" diye sorduğunda gelen cevap şöyleydi: "Şehir, özgürlüğüne kavuşur".

Elbette, beklenen yanıt bu değildi.

Fidesz'in baştan beri vermeye çalıştığı mesaj, eğer zafer kazanmazlarsa, bunun sandıktan "kaos çıkması" anlamına geleceğiydi. Örneğin, Fidesz'in adayı Zoltán Hegedűs, partiye yakın Magyar Idők gazetesine verdiği demeçte, "Hódmezővásárhely, kaderini oylayacak" diyordu. Bu sözlerin kastettiği, ola ki sandıktan Fidesz'in çıkmaması halinde, şehir sakinlerinin "pişman olacağı"; daha doğrusu "pişman edileceği" idi.

Ve bu ortamda, tabii ki, herhangi bir seçmenin; hele de bir Fidesz destekçisinin partinin yenilgisini "kurtuluş" olarak yorumlaması da, pek de beklenen bir durum değildi.

İktidar partisi, daha önce anketlerden göz kırpan ihtimalin, yani "diğer yüzde 50'nin tek bir adayda birleşebilmesinin" giderek ete kemiğe bürünen bir gerçekliğe dönüştüğünü görünce, bu sefer de, "kara propaganda" taktiğinin gazına bastı.

Macaristan'ın "FETÖ"sü durumuna dönüşen "George Soros" imgesinin gölgesi, Márki-Zay'ın üzerine düşürülmeye başlandı. Evlerin posta kutularından Márki-Zay'ı destekleyen kişilerin isimleri ve onlarla ilgili aşağılayıcı ifadelerin yer aldığı, negatif propaganda dolu "anonim" el ilanları çıkıverir oldu. Márki-Zay ile ilgili "pozitif ifadeler" kullananlar dahi, kendilerini "işaretlenir" buldular; "hainlerin" adları, elden ele yayıldı.

Normal şartlar/anormal şartlar?

Sandık kurulmadan önceki son anketler, Fidesz'in yüzde 60'lık bir oranla zafer kazanacağına işaret ediyordu.

Ancak tersine, yaklaşık yüzde 60'lık kesim, bir bağımsız adayın çevresinde birleşti.

Normal şartlar altında, bir önceki seçimlerdeki senaryonun tekrarlanması gerekirdi: 2014'teki yerel seçimlerde, ülkenin en büyük ikinci partisi aşırı sağ popülist Jobbik yüzde17, sosyalist ve sol liberal koalisyonu MSZP-DK-Együtt yüzde 15 ve Yeşil Sol Parti adayı da yüzde 7 oy almıştı.

Bu sefer, tüm muhalefet, farklı aday göstermeden aynı isimde birleşmeye karar vermişlerdi. Elbette, aşırı sağ Jobbik ile radikal solun bir araya gelmesi, tam olarak ortaklaşmasalar bile en azından birbirlerine "gölge etmez" hale gelmesi kolay birşey değildi.

Ortak aday Márki-Zay'ın kendisi, profesyonel manada bir politikacı değildi; siyaset dışı bir ismin, "sıradan vatandaş" tiplemesine uyan bir figürün desteklenmesi de, hem partileri birleştirmekte hem de seçmenler üzerinde "taze kan" algısı yaratmakta etkili olmuş olabilir.

Péter Márki-Zay, 1972 doğumlu-"genç kuşak" sayılabilecek biri.

Kendisinin de, bir zamanlar Fidesz'i desteklediği ve "hayal kırıklığı yaşamış bir Fidesz destekçisi olarak", iktidar partisi seçmenlerini yanına çekebilecek bir psikolojiye, siyasi anlayışa sahip olduğunu öne sürenler de var.
Gazeteci Péter Pető'nün şu yorumu belki de, bu seçimin tam manasıyla ne anlama geldiğine işaret ediyor: "İktidar partisinin en önemli kaybı, en büyük ittifak ortağını kaybetmiş olması: Yenilmezlik algısı".  

Ve tabii, bu algı ile beraber çöken başka şeyler de var. Gene başka bir yorumcunun ifadesiyle: "Macarların, yolsuzluğu önemsemeyen, çevrelerinde olup bitene duyarsız, propaganda ile yönetilebilecek bir halk olduğu algısı da demek doğru değilmiş".

Sadece "bir ihtimal daha var" hissinin bir önünü açmak gerekiyormuş.

Sezin Öney

(P24)

[email protected]

Bültene kayıt ol