Marx beyaz perdede

19.03.2017 - 11:50
Haberi paylaş

Bir grup köylü, ormanda temkinli bir biçimde odun toplamaktadır. Yoksulluk ve umutsuzluk yüzlerinden okunmaktadır. Bir dış ses, hayatta kalmaya dönük bu basit eylemin yasayla odun hırsızlığı, yani kanun dışı bir eylem olarak tanımlandığı hususunda bizleri uyarır. Köylüler, bir tehlikeyi sezerek etraflarına huzursuzca bakarlar. Ufukta uğursuz süvariler belirir.

Dış ses, Montesquieu’yu alıntılayarak bize iki tür yolsuzluk olduğunu anlatır: biri insanların yasaya aykırı davrandığı durumlarda diğeriyse yasanın insanları yozlaştırdığı durumlarda. Süvariler köylülere doğru saldırıya geçer ve onları kılıçtan geçirir.

Karl Marx hakkında bir filmden 19. yüzyılın sefil endüstriyel koşullarında sömürülen işçilerle açılmasını bekleriz. Raoul Peck’in Genç Marx adlı filmini, böyle pastoral bir sahneyle açması aslına uygun bir biyografik dokunuş. Marx’ın gazeteciliğe ilk dalışlarından biri (dış ses bu pasajlardan alınmıştır) Rhineland’da odun hırsızlığına dairdir. “Maddi çıkarlar olarak bilinen şeyleri tartışmak zorunda kılan” diye hatırlar “utanç verici bir konumdur”.

Tarihsel detaylar filmin bütününü karakterize eden bir özellik. Sonuç, genç Marx’ın eğlendirici ve şaşırtıcı ölçüde komik bir portresi. Film Marx’ın yirmili yaşlarının ikinci yarısına denk düşen 1843-1848 yıllarını konu ediniyor. Prusya sansürünün yazdığı gazeteyi kapatmasının ardından Marx Paris’e taşınma ve orada yeni bir gazetecilik serüvenine atılma fırsatını yakalıyor. Yeni evlendiği Jenny ile şehrin sosyalist muhitine dalıyor.

Kısa zaman sonra Friedrich Engels ile tanışıyor ve filmin en güçlü sekanslarından birinde ikilinin başlangıçtaki düşmanlıklarını aşarak yeni yoldaşlıklarını kutlamak için Paris sokaklarına dalışını izliyoruz. Film bundan sonra ikilinin çeşitli sosyalist liderlerle, Komünist Manifesto’nun yazılışıyla zirvesine varacak mücadelelerine odaklanıyor.

Genç Marx “ihtiyar” hakkında çekilmiş bir elin parmaklarını geçmeyen filmlerden. Bu, Marx başka bir dizi büyük düşünüre göre gerçekten ilgi çekici bir yaşam sürdüğünden aslında şaşırtıcı. Marx bir devrime bilfiil katılmış, üç gazetesi kapatılmış ve dört kez sürgüne zorlanmıştı. Jenny ile olan ilişkisi, yedi çocuklarından dördünün erken ölümü ve Marx’ın (olası) sadakatsizliği ile gölgelenmiş olsa da hakiki bir aşk hikâyesi. Hangi senaryo yazarı olsa bol bol malzeme bulurdu. Ancak bildiğim kadarıyla Marx’ın hayatının uzun metrajlı üç sinema yorumu var.

Sovyet yönetmenler Grigori Kozintsev ve Leonid Trauberg 1940’ların başında ilk girişimde bulunanlardı. Ancak prodüksiyon, yönetmenlerin Marx ve Engels’e “yeterli saygıyı” göstermedikleri gerekçesiyle aniden yarıda bırakılmıştı.

Böylece Marx’ın biyografisinin beyazperdeye aktarılması için 1965 yılına kadar beklemek gerekecekti. İki bölümlü God kak zhizn (Bir yıl bir ömür gibidir) adlı film, Marx’ın 1848-9 yılındaki hayatını aktarır. Film adeta bir “rüya takımını” toplamıştı: Rusya’nın en önemli aktörlerinden Andrei Mironov Engels’i, meşhur Igor Kvasha ise Marx’ı canlandırıyordu. Filmin müziği Dmitri Shostakovich’e aitti. Ancak bu zengin kadroya karşın filmin uzun erimli etkisi olmadı ve film müziği de Shostakovich’in en az bilinen eserlerinden biri olarak kaldı.

Bir sonraki girişim, 1968’te Doğu Alman yapımı, popüler çocuk romanına dayanan siyah beyaz dramaydı.  Bu şaşırtıcı ölçüde tatlı film, Marx’ın Londralı iki çocuk işçi Becky ve Joe ile kurgusal dostluğunu ve zalim bir fabrikatöre karşı onlara yardım edişini aktarır. Marx filmde, yoksul olsa da Londra çocuklarına yardımdan sakınmayan bilge ve nazik bir amca olarak temsil edilir. Yakın tarihli bir eleştiride “beklenmedik bir ihtişam ve güzelliğe” sahip olduğu belirtilen film, genç Doğu Almanların Marx algısının biçimlenmesinde belirleyici rol oynamıştır.

Son adaptasyon ise SSCB ve Doğu Alman ortak yapımı 1980 tarihli bir dizi olan Karl Marx: Erken Yıllar’dır. Bir saatlik yedi bölümden oluşan dizide Marx, 1835-1848 yılları arasındaki gençlik yıllarına geri döner.

Bu adaptosyanların hiçbirinin, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki izleyiciler üzerinde hemen hemen hiç etkisi olmadı. Bildiğim kadarıyla hiçbirinin İngilizce altyazılı versiyonları yok. Eski tabirle “Birinci Dünya” sinemasının konuyu bütünüyle gözardı ettiği söylenebilir.

Genç Karl Marx önceki bu adaptasyonlardan açıkça bir adım önde. Raoul Peck çok sayıda sol kanat filmin başarılı yönetmeni olarak biliniyor. August Diehl’in canlandırdığı Marx, Peck’in yönetiminde daha önceki filmlerde hiç olmadığı somutlukta yaşama döndürülüyor. Yüksek entelektüel ve siyasal aktivistin ötesinde bu filmde Marx sigara ve içki içerken, kusarken ve seks yaparken gösteriliyor. Diehl Marx’ın engin dehası, enerjisi, tutkusunu  olduğu kadar öfke patlamalarını ve kibrini de aynı zamanda yakalayıp yansıtmayı başarıyor.

Genç Karl Marx büyük bir ihtimalle solcu sinemaseverlere bütün dünyada hoşça vakit geçirtecek. Daha az politik sinemaseverlerin Marx’ın mizahından etkilenmesi ve böylece suratsız sakallı ihtiyar adam imgesinin bir ölçüde kırılması mümkün olabilir. Filmin ayrıca Marx üzerine derslere refakat ederek eğitsel bir rol oynayacağını da tahmin ediyorum. Peck’in Marx’ın hikâyesini daha geniş bir izleyici bir kitlesine aktarmak istediği ve bunda da başarılı olduğu açık.

Bruno Leipold

(Bu yazı Jacobin.com’dan Sosyalist İşçi için kısaltılarak çevrilmiştir)

Bültene kayıt ol