Madem büyüyoruz, o hâlde ücretlerimize en düşük zam talebimiz yüzde 24 olmalıdır
12.12.2017 - 18:28
Haberi paylaş
Faruk Sevim, Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından açıklanan yüzde 11'lik büyümenin işçi sınfı açısından ne anlama geldiğini tartışıyor.
TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarını kapsayan 2017 yılı 3.çeyreğinde, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 11 büyüdük.
Türkiye ekonomisinin yüzde 11 büyümesi normal şartlar altında hepimiz için oldukça güzel bir haber olmalıydı. Türkiye’de üretimin, ekonomik refahın geçtiğimiz yıla göre yüzde 11 daha fazla olduğunu hissetmemiz gerekirdi. Ancak durumun böyle olmadığını hepimiz açık bir şekilde görebiliyoruz.
Öncelikle yüzde 11’lik rakamın asıl kaynağı, geçen yıl darbe teşebbüsü sonrası Türkiye ekonomisinin yüzde 1 küçülmüş olmasıdır. Yine geçen yıldan beri TÜİK farklı bir hesaplama yöntemi kullanmaya başladığı için rakamların kıyaslanması doğru sonuç vermiyor. Yani eski metotla yapılacak bir hesaplamaya göre büyüme için bulacağımız değer en fazla yüzde 5 olabilir.
Peki, yüzde 5 büyüme kötü bir rakam mı, eğer sağlıklı bir büyüme gerçekleştirilebilse, büyümeden bütün toplumsal kesimler eşit oranda yararlanabilse, yüzde 5 de iyi bir sonuç. Ama maalesef 2017 yılında gerçekleştiği söylenen büyüme serüveni oldukça sağlıksız, hatta hormonlu denebilecek bir büyüme.
2017 yılında Türkiye’nin gerçekleştirmekte olduğu büyüme aslında tek seferlik bir büyüme. AKP hükümeti, 2017 Nisan’ında yapılan referandumdan birkaç ay önce, ekonomide oluşan büyük darboğazı aşmak, yüzde 3’lere doğru inmekte olan büyümeyi tersine çevirmek için piyasalara büyük miktarda para pompaladı. 2017 Mart ve Ağustos ayları arasında tam 320 milyar TL kredi dağıtıldı. Ayrıca bütçeden 45 Milyar TL açık verecek şekilde harcama yaptı. Elbette yüksek büyüme için yapılan bu hamleler, hemen karşımıza yüksek enflasyon olarak çıktı. Geçen ay açıklanan enflasyon oranı yüzde 13 oldu. Yani ücretlere yapılan yüzde 8 zam, yüzde 13 enflasyon sayesinde fazlasıyla elimizden alındı, 2017 yılı içinde büyümek bir yana, emekçiler olarak resmi rakamlara göre en az yüzde 5 fakirleştik.
Bizim için asıl önemli olan nokta, yüzde 11 olarak açıklanan büyüme rakamının toplumsal kesimlere nasıl yansıdığıdır. Emekçilerin gelirleri yüzde 5 azaldığına göre büyümeden asıl yararlanan kesimin patronlar olduğu açıkça ortadadır.
Hükümetin kredi dağıtmak ve bütçe açığı vermek suretiyle ekonomiyi canlandırma çabası aslında bir kereliğine yaptığı bir düzenlemedir. Yani bunu her yıl tekrarlayamaz. Bu düzenlemeler sonucunda en azından işsizlikte bir azalma görebilmeliydik, ama işsizliğin azalmadığı ortada.
İşsizlik azalmadı, ücretli kesimin gelirinde artış olmadı, hatta enflasyon nedeniyle gerçek ücretler geriledi. Gerçek ücretlerde gerileme yaşanması nedeniyle iç talep artmadı, sanayiciler yeterli satış rakamlarına ulaşamadılar. Ama ucuzlayan işgücü Türkiyeli patronların bir yerde işine yaradı, ihracat arttı.
Avrupa ve ABD’nin uzun yıllar sonra 2017 yılı başında bir büyüme trendi içine girmesiyle birlikte Türkiye sermaye sınıfı için ihracat yapma imkânları arttı. İhracatın artması ise aslında Türkiyeli emekçilerin iş gücünü ucuzlatıp yabancılara satmaktan başka bir şey değil. Türkiye, Avrupa pazarı için giderek geçmişte Çin’in doldurduğu yeri alıyor. Çinli emekçilerin hangi koşullarda çalıştırıldığını ise hepimiz biliyoruz. Sonuçta hükümetin bu ekonomik hamleleri sadece patronlara yaradı.
Dolayısıyla yüzde 11 büyümeden kimlerin yararlandığı sorusunun cevabı da açıkça ortaya çıkıyor: Sermaye kesimi, patronlar büyüdü. Kimin parasıyla büyüdüler, devlet garantisi ile dağıtılan krediler ve bütçedeki paralarla, yani halkın paraları ile büyüdüler, kendi öz sermayeleri ile değil.
Dönüp dolaşıp yine bir yıl önceki noktaya gelmiş olduk. Her ne kadar ihracat olanakları artsa da, sermaye kesimi işlerini yürütecek parayı bulamıyor, işletme sermayesi sıkıntısı çekiyor. Sermaye sınıfının krizi aşması için kendi öz sermayesi yeterli değil. Türkiye’nin kredi notundaki düşüklük nedeniyle uluslararası kuruluşlar uygun koşullarda kredi vermiyor, krediler pahalı.
Bundan sonra olacaklar ise çok belli. Türkiye sermaye sınıfı, bu çarkın döndürülmesi için hükümetin de yardımı ile işçi ve emekçilere daha da yüklenecek, iş gücünü ucuzlatmak için her yolu deneyecek. Esnek çalışma, kiralık işçilik, taşeron uygulamaları daha da yaygınlaşacak. Sendikasızlaştırma, grev yasaklamalar olağanlaşacak. OHAL koşullarında her türlü hak arama yolunu tıkadılar, bundan sonra daha da fazla tıkamaya devam edecekler.
Sendikalar açıklanan büyüme rakamlarının aslında işçi sınıfının sırtından sağlanmakta olduğunu unutmamalıdır. Bizlerin ucuz iş gücü olarak çalışmamız sayesinde artan ihracat rakamları bugün Türkiye ekonomisinin en önemli avantajı oldu. Bu sayede sağlanan büyümeden işçi sınıfının hiçbir çıkarı yok, çünkü artan büyüme rakamları ücretlerimize artış olarak yansımıyor, aksine enflasyon yoluyla ücretlerimiz her geçen gün azaltılıyor.
Gerçek ücretlerde son bir yılda resmi rakamlara göre yüzde 3, gerçekte belki de yüzde 10 erime oldu. Sendikalar toplu sözleşme görüşmelerinde şimdi açıklanan enflasyon yüzde 13, büyüme de yüzde 11 olduğuna göre en az yüzde 24 zam istemelidir.