“Evet”in çevre karnesinde sadece yıkım var

14.03.2017 - 08:16
Haberi paylaş

Referandumda kamuoyuna sunulacak 18 madde arasında doğrudan çevreyi ve ekolojiyi ilgilendiren bir madde bulunmuyor. Ancak eğer Evet kazanırsa, kurulacak olan fiili Başkanlık rejiminde, Başkan tarafından alınacak kararlar hepimizin yaşamını ve hatta tüm canlıların yaşamını ilgilendirecek.

AKP hükümetlerinin geçtiğimiz 14 yıl içerisinde izlediği ekonomi politikalarının en önemli sonucu çevre felaketleri olmuştu. Merkezi hükümet tarafından hiçbir sivil toplum kuruluşunun görüşü alınmadan uygulanan projeler çevre felaketlerinin yanı sıra, büyük toplumsal patlamaların da nedeni olmuştu.

AKP ekonomik kalkınma hamlelerini en başından beri inşaat sektörü üzerine kuruyor. Otoyollar, köprüler, hidroelektrik santralleri (HES), termik santraller, barajlar, maden ocakları, toplu konutlar, yüksek binalar vesaire. Her türlü inşaat ise bulunduğu çevrede mutlaka olumsuz etkiler yaratıyor. Bu nedenle projeler için Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci işletilir. Hükümet ise ÇED süreçlerinin yatırımların önünde engel olduğunu söyleyerek sık sık Çevre ve Şehircilik Bakanlığı üzerinden projelere “ÇED gerekli değildir” kararı veriyordu. 1993-2015 yılları arasında olumsuz ÇED raporu verilen proje sayısı zaten sadece 43 oldu. Buna rağmen 2011 yılında ÇED yönetmeliğinde yapılan bir değişiklik ile birçok enerji santrali ve mega projeler ÇED süreci dışında bırakılmıştı. Böylece, Sinop ve Akkuyu Nükleer Santralleri, Amasra Termik Santrali, İstanbul’daki üçüncü boğaz köprüsü, Ilısu Barajı, akarsu havzaları arasında su transferi, 10.000 m2 ve üzerindeki deniz dolguları, 10MW ve üzeri nehir tipi hidroelektrik santraller ve birçok maden ocağı ÇED’den muaf tutuluyordu.

Zaten işlemeyen ÇED süreci bu haliyle bile rahatsızlık yaratmış olacak ki OHAL fırsatçılığının bir sonucu olarak kamuoyunda “madde 80” diye bilinen bir değişiklik yapıldı. Böylece yatırımların bütün lisans, izin ve ÇED süreçleri Bakanlar Kurulu Kararı’na bağlandı. Yani hızlı karar almak ve yatırımların önünü açmak adı altında bu projelerin neden olacağı çevresel ve sosyal yıkımlar artık önemsenmiyor.

Referandumda ise zaten hükümetin eline verilmiş olan yetkiler doğrudan Başkan’ın elinde merkezileşecek. Başkan artık sınırlı olan yasal mevzuatları, ÇED ve mahkeme süreçlerini de atlayarak örneğin İstanbul’a yapılacak çılgın kanal projesi gibi projeleri rahatça onaylayabilecek. Bu kararın neden olacağı felaketleri ise hep beraber proje gerçekleştikten sonra göreceğiz ama artık geri dönüş ihtimali de olmayacak.

Aşırı hızlı kararlar doğayı öldürüyor

Merkezi hükümetin kendisine göre tüm engelleri atlayarak aldığı hızlı kararlar sonucu bugüne kadar birçok büyük felaketler yaşandı. Sadece son yıllarda yaşadığımız olayları hatırlamakta fayda var.  

2014’ün Mayıs ayında hükümete yakın bir şirket olan Soma Holding’e ait Soma madeninde meydana gelen patlamada 301 işçi hayatını kaybetti. Katliam sonrası yapılan incelemelerde maden ocağının güvenlik önlemleri almamış olmasına rağmen hükümete olan yakınlığı sayesinde her türlü izni kolayca alabildiği ortaya çıkmıştı. Maden faciası tüm ülkede protestolara neden olmuştu.

Yine Soma ilçesinde, 2014 yılının Kasım ayında Yırca’ya yapılması planlanan termik santral köylülerin direnişi ile karşılaşmış ve Kolin Grubu’na ait güvenlik görevlileri köylülere saldırarak 6 bin zeytin ağacını birkaç saat içerisinde kesmişti. Ertesi gün ise Danıştay projeyi durdurma kararı almıştı. Güvenlik güçlerinin köylülere uyguladığı şiddet ve binlerce ağacın kesilmesi yine eylemlere ve protestolara neden olmuştu.

2016 yılının Şubat ayında ise Artvin’in Cerattepe ilçesinde maden şirketine karşı verilen mücadele ülke gündeminin birinci sırasına yerleşmişti. Hükümete yakınlığı ile bilinen, birçok tartışmalı HES ve baraj projesi gerçekleştirmiş olan Cengiz Holding Cerattepe’de maden izni aldı. 2015 ortasında şirkete karşı başlayan direniş, Şubat ayında şirketin güvenlik güçlerini de yanına alarak yaptığı saldırı sonucu tüm ülkeye yayıldı. Ağaçlarını, ormanı ve suyunu korumak isteyen Artvin halkının direnişi bir ölçüde başarılı oldu ve şirketin mahkeme süreci tamamlanana kadar inşaata geçmemesi üzerine anlaşıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Carettepe protestocuları için o dönem "Geziciler neyse, bunlar da yavru Gezicilerdir." demişti.

Referandumdan sonra muhtemelen durdurulan bu tür projeler hızla yeniden yapılmaya başlanacak ve direnişçiler üzerinde baskı uygulanacaktır. Yani Evet’in çıkması istikrar anlamına gelmeyecek.

Nükleere #Hayır

Nükleer santraller ekolojik değildir. Öncelikle santrallerin yarattığı radyoaktif atıklar doğada yok olmadıkları için yüzlerce yıl saklanmaları gerekir. Bu atıklar doğa ve canlı yaşamı için büyük bir risktir. Nükleer santraller için gereken hammaddelerin çıkarılması ve hammaddelerin taşınması süreçlerinin de doğaya büyük zararları vardır. Nükleer santrallerde çok sık kazalar ve sızıntılar yaşanır. 1952 ile 2006 yılları arasında nükleer santrali bulunan 11 ülkede toplam 106 kaza meydana gelmiştir. Üstelik kazaların bir kısmı Fukushima’da olduğu gibi doğrudan santral kaynaklı değil deprem, tsunami gibi doğa olaylarının sonucudur. Nükleer santrallerde üretilen enerji yüzlerce kilometrelik elektrik hatları ile şehirlere taşınırken önemli kayıplar oluşur. Ayrıca nükleer santraller genellikle nükleer silah üretiminin ilk adımlarıdır. Nükleer santrallere ekolojik nedenlerin yanında savaş karşıtı bir çizgi üzerinden de karşı çıkmak gerekir.

Kirli enerji şirketlerine kazandırdılar

AKP döneminde (2002-2016) açılan elektrik santralleri:

Hidroelektrik santrali: 919

Termik santral: 565

Nükleer santral projesi: 3

Biz neyi savunuyoruz?

- Küresel ısınmayı daha da arttıran fosil yakıt kaynaklı enerji üretimine derhal son verilmeli. Karbon salınımı en düşük olan rüzgâr ve güneş enerjilerine yönelmeliyiz.

- Çok sık kazaların ve radyoaktif sızıntıların yaşandığı nükleer enerji santralleri yapma girişimleri durdurulsun.

- Yerel halkın katılımının sağlanmadığı ve etkin bir ÇED sürecinin işletilmediği projelere onay verilmemeli.

- Su yaşamın temel kaynağıdır. Su hakkı bir insan hakkı olarak anayasal güvence altına alınmalı, böylece suyun metalaştırılması ve ticarileştirilmesi engellenmeli.

- Tüm bunların gerçekleşebilmesi ise her daim şirketlerin çıkarlarını savunan devletlere karşı “kârdan önce insan” diyen antikapitalist bir mücadele ile ancak mümkün olabilir.

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol