Pek çoğumuzun bu karamsar ruh hâlini paylaştığını biliyorum ve elbette bu ruh hâlini anlıyorum. Neticede, 7 Haziran’da büyük bir oy patlaması yapan HDP oylarında düşüş ve tek başına iktidardan düşmüş AKP oylarında ise ciddi bir artış vardı. 4 yıl daha sürecek bir AKP iktidarı başlı başına bir “yenilgi” olarak görüldü.
Oysa 1 Kasım’da elde edilen sonuçlar, 7 Haziran’da elde edilseydi zafer kutlamaları yapacak iken; neden şimdi başarıyı hezimet olarak görelim ki? Dönüp 7 Haziran sonuçlarından önce AKP’nin ve bizim 7 Haziran hedeflerimize bir kez daha göz atarak başlayalım mı?
1. 7 Haziran’a giderken AKP hedefini 400 milletvekili olarak açıklamıştı. Tek başına iktidar, referandum yeter sayısı bile değil, doğrudan milletvekili yeter sayısını sağlayarak tek başına anayasa değişikliği gerçekleştirecek sayıya ulaşmayı hedefliyordu.
2. Bu 400 milletvekilinin temel esprisi, Erdoğan’ın başkan olmasını sağlamak temelinde bir anayasa değişikliğine imza atmaktı.
3. 400 vekil ile anayasa değişikliği imkanı sadece Erdoğan’ın başkanlığı anlamına gelmeyecek, fakat aynı zamanda uzlaşmasız bir anayasa anlamına gelecekti. Bu, toplumsal eşitlik için mücadele eden her türlü kesimin isteklerinin hiçe sayılması anlamına geldiği kadar, barış için de çok ciddi bir tehdit oluşturacaktı.
4. Barış için ciddi bir tehdit oluşturacaktı çünkü AKP, her ne olursa olsun, Kürt sorunun çözümünde “en az taviz” vermek isteyen bir parti. Kartları ne kadar güçlü olursa, öyle ya da böyle derin dondurucudaki süreç “mikrodalga fırında” çözülmeye başlandığında, masada taş koyabilme imkanı da o kadar yüksek olacaktı.
5. Bütün bunlara karşı, HDP seçime parti olarak girmeye karar verdi. HDP’nin seçime parti olarak girme kararını ilk ilan ettiğindeki şaşkınlığımızı lütfen hatırlayın! Büyük hem de çok büyük bir risk olduğunu düşünmeyen var mıydı aramızda? Böylece yıllardır %7 civarında oy alan Kürt hareketinin (küçük sol grupların da destek verdiği) partilerinden biri ilk kez barajı aşabilecekti.
6. Barajı aşmak, alınan oya oranla daha fazla milletvekili ve temsiliyet anlamına gelecekti. Bu, bir yandan ezilenlerin çok çeşitli kesimlerinin meclise taşınması anlamına geliyor, öte yandan da çözüm masasında Kürt halkının elini çok ciddi olarak güçlendirecek bir imkan yaratma potansiyeli taşıyordu.
7. Belki de seçimin kilit noktası hâline gelen başkanlık meselesinde de, HDP’nin barajı aşması en kritik nokta hâline gelmişti. HDP’nin barajı aşması, 400 vekil hayalinin suya inmesi ve belki de, AKP’nin referanduma bile tek başına gitmesine engel olunabilmesi anlamına geliyordu. Anayasa, mecburen toplumsal uzlaşı ekseninde oluşturulmak zorunda kalacaktı.
Şimdi, 7 Haziran ve 1 Kasım arasında yaşanan süreci değerlendirmeden önce, 1 Kasım sonuçları ile hedefleri gözden geçirelim mi?
AKP cephesi bu hedeflerinin yakınına bile gelemedi. AKP, 400 vekile ulaşamadı. Hatta 2011 seçiminde 327 olan vekil sayısından da kaybetti! 1 Kasım seçiminde AKP 317 vekil çıkartarak 2011’e göre 10 sandalye eksik ile ne tek başına anayasa değişikliği ne de anayasa değişikliğini referanduma götürme şansını elde edebildi. HDP’nin başkan yaptırmama sloganı bu seçimde de kazanan esas slogan oldu.
HDP ise, 2011’e göre vekil sayısını neredeyse iki katına çıkardı, 2011 seçimine göre, %100 oy arttırdı. Mecliste feminist hareketin temsilcilerinden Ermeni vekillere toplumsal muhalefetin sesi güçlendi. Meclisteki 3. büyük parti haline geldi. Üstelik, bunu katliamların, şehir ablukalarının, saldırıların içinde yani neredeyse bir kirli savaş koşulu altında başardı. 7 Haziran öncesi “barajı aşabilecek miyiz?” sorusunu tartışırken, bugün artık baraj sorunu olmayan %11’e yakın “sabit” seçmen kitlesi olan bir güç hâline geldi.
Sonuçlara bu açıdan bakınca, “tamam ama 7 Haziran – 1 Kasım” arasını es geçmemek gerekir diyenler olacak. Elbette, bu süreci es geçmemek gerek. 102 kişinin ülkenin göbeğinde katledildiği ve ülkenin en büyük katliamına sahne olan, egemen medya kuruluşlarının ve çalışanlarının bile saldırıya uğradığı, HDP’nin değil miting neredeyse seçim çalışması yapamaz hâle getirildiği, Kürdistan’da fiili ve bazen resmi OHAL koşullarının ilan edildiği ,sürekli bir şekilde “90lar’a mı döndük?” tartışmasının yapıldığı bir süreçti bu. Özgür Gündem’de yayınlanan bilanço ile, AKP’nin HDP’yi baraj altında bırakmak için yürüttüğü savaşı tekrar hatırlamak mümkün. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a:
-
33’ü çocuk 258 kişi yaşamını katliamlar, saldırılar ve ablukalarda yitirdi.
-
“Teörle mücadele operasyonları”nda mezarlıklar, camiler, cemevleri bombalandı, imha edildi.
-
Sadece HDP’nin 500 üye ve yöneticisi tutuklandı.
-
HDP’nin tam 190 parti binasına saldırı gerçekleşti, bundan çok daha fazla sayıda Kürtlere ait iş yeri zarar gördü.
-
HDP saldırganlarının tümü ya takipsizlik ya da tutuksuz yargılanma kararı ile serbest bırakıldı.
Bu süreçte Selahattin Demirtaş’ın da seçim akşamı değerlendirmesinde söylediği gibi HDP kampanya yürütmek bir yana sadece saldırılardan kendini korumak zorunda bırakıldı.
Bir yandan siyasi abluka, bir yandan bombalamalar, bir yandan tutuklamalar, bir yandan şehir kuşatmaları altında HDP’nin baraj altı kalması için AKP’nin yürüttüğü kirli siyaset ortamında, HDP baraj altı kalmak bir yana 59 milletvekili ile mecliste 3. parti olmayı başardı.
Üstelik bu tablonun ortaya koyduğu son bir zafer işareti daha var. 2011’den 1 Kasım’a oylardaki %100 artış ve bu abluka koşullarındaki %11’e yakın oy ile HDP artık siyaset sahnesinde bir aktör olarak varlığını kanıtlamış durumda.
Barış gemisi suya indi. Bu yolda fırtınalar da çıkabilir, lodoslar da. Ne olursa olsun, bu gemi suyun üstünde kalmaya devam ediyor. Fırtınayı atlatmayı başardı. 7 Haziran’a giderken koyduğu hedeflerdeki başarısını korudu ve AKP’nin başkanlık hayalleri için bir kez daha en büyük engel oldu. %10 barajını yıktı ve umudu meclise taşıdı.
Bütün bunlara rağmen, gerçekten umutsuz olmaya değer mi?
Ersin Tek